31 Temmuz 2018

Çocukları öldürmeyin!

Dünya kurulalı beri herhalde en kadim çağrılardan biridir bu; çocukları öldürmeyin efendiler! Size düşman olan bir halkın çocukları da olsalar, sizin nefret ettiğiniz bir milletin evlatları da olsalar, yurdunuza ihanet edenlerin çocukları da olsalar, akil-baliğ olmamış çocukları öldürmeyin…

Yeryüzü şehirlerinin anası Mekke’de, şirkin ve zulmün kol gezdiği devirlerde, insanlara İslam’ın ilk çağrılarından biri de bu idi; çocuklarınızı geçim korkusu yahut kız oldukları utancıyla öldürmeyin!

Devirler değişti, nesiller değişti ancak bu basit vahşet değişmedi. Bütün zalimler çocuklara el uzattılar, bütün hainler çocukların dirilerini de ölülerini de kullandılar.

Yakın geçmişte Suriyeli göçmen çocukların cesetlerinin kıyılara vurmaya başlaması ile yeniden çocuklar insanlığın gündemine girmeyi başardı. Kendi ülkelerinde, sokaklarında güven içinde koşuştururken tepelerine bombalar yağdıran müstekbir zalimlerden bahsedilmeden, anne-babalarını yok eden katil sürülerinden hesap sorulmadan, kuru bir duygusallıkla ölen çocuklara ağıtlar yakıldı.

Suçlu arandı hep ve herkes sevmediklerini katil ilan ederek bu çocukların faili meçhuller zümresine katılmalarını sağladı.

Şimdilerde Ege sularında can veren bazı masum çocuklar sebebiyle yine duyar gösteren zümreler ortaya çıktılar ve kimseye bırakmadan tüm acıları onlar çekmeye daha doğrusu acıların da ekmeğini yemeye çalışıyorlar.

Ege’de boğularak can veren tüm masum çocuklar gibi fetö sebebiyle kaçan ailelerin çocuklarının ölümü de yürek sızlatan bir hüzün sebebidir. Ancak bu ve benzeri tüm ölümlerin bir numaralı müsebbibi daha iyi bir hayat hayali kuran ebeveynlerdir, kızılması gereken ilk sorumlular onlardır.

Allah, hiçbir anne-babaya çocuklarını tehlikeye atarak müreffeh bir hayat kurma vazifesi vermedi. Sabır ve tevekkülle mevcut şartlarda en güzel hayatı sunmak ebeveynlere de çocuklara da yeterli olmalıydı.

Ayrıca bu hazin ölümler üzerinden duyarlılık gösterenlerin hiçbiri açık bir çözüm önerisi sunmuyor. Bekledikleri nedir bilmiyoruz. Çocuk sahibi zanlılara özel muamele ya da af mı istiyorlar? Sahillere de duvar örülmesini mi istiyorlar?

Gerek farklı bir ülkeden mülteci olarak, gerekse bu ülkeden bir soruşturma sebebiyle kaçan biri, hem kendi canının hem de çocuklarının sorumluluğunu kamu vicdanına terk ederek ölüme koşuyorsa kimsenin yapabileceği bir şey kalmıyor maalesef…

Masum bir çocuğun, herhangi bir sebeple, herhangi bir yerde can vermesi, anne-babasından ve suçlarından bağımsız olarak hüzünlü bir trajedidir.

Allah, bu zavallı çocukların ebeveynlerine akıl-fikir versin ve nesillerini muhafaza eylesin, ıslah etsin.

‘Bir de geçim korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, onlara da size de rızkı biz veririz. Şüphesiz onları öldürmek çok büyük bir suçtur.’ (İsra 31)

16 Temmuz 2018

Günahların şöhretini artırmayın

Önce medyanın latince medyum kelimesinin çoğulu olduğunu hatırlatarak başlayalım. Medyumlar yani insanları geçmiş ve gelecek hakkında verdikleri yalan ve yanlış bilgilerle haktan saptıran, kendileri de sapıklıkta önder olanlar.

Günümüzde artık her tür görüntülü, sesli ve basılı yayın kuruluşuna medya denilmesi arka planında bu tehlikenin olduğunu unutturmamalı.

Medya, bu işi para için yapan ve temel yaklaşımı kazanmak olan bir kapitalizm ürünüdür. Üreticileri, tıpkı sahte makine yapanlar gibi gerçeğini bulamadıklarında yahut daha ucuza mal etmek istediklerinde sahte haberler, görüntüler ve seslerle kazanmaya çalışırlar.

Genel geçer bir kural gereği bazı yalanları yayabilmek için insanların güvenini sağlama mecburiyeti olduğundan, her söyledikleri elbette yalan olmayabilir. Haber ağı dünya üzerinde en hızlı işleyen algı yönetim sistemidir.

Sahih ve sağlam bilgiye ulaşmak günümüzün en zor işlerinden biri olduğu halde hemen hepimiz duyduğumuz herhangi bir haberle ahkam kesmekten geri durmayız. Yalanları defalarca ortaya çıkan medya kuruluşları geçmişin medyumları gibi bir şekilde insanların gözündeki yerlerini korumayı başarırlar.

Bazen haberin ya da bilginin yalan olmasına gerek kalmadan da yeterince(!) zarar verilebilir. Toplumda günahların ve aşağılık işlerin sıradanlaşmasını sağlamak en az yalan haber yaymak kadar lanetli ve tehlikeli bir iştir.

Cinnet getiren anne/baba yahut intihar eden öğrenci/genç haberlerinin büyük puntolarla yayınlanmasının ne mağdura ne de topluma bir faydası olmadığı gibi, bu aşırı örneklerin hayatın bir parçası veya olağan bir gelişme gibi görülmesi büyük bir tehdittir.

Yeni nesillerin manen tahkim edilemeyen zayıf ruhları, çağdaş cahiliyenin dişlileri arasında sıkıştığında kaçmak için yol olarak gündemi sıkça meşgul eden intihar yahut cinayet gibi her halde felaket olan yöntemlere sapabilmektedir.

Günahların yaygınlaştığı ve alenen işlendiği bir devirde bunları haber yapmamak yahut hiç değilse çocukların ve gençlerin gözlerine sokmamak kolay yapılabilecek bir hayırlı davranıştır.

Bankalar her köşe başında yer alabilir ama bizim dediğimiz medyada reklamı yer alamamalı, içki her köşe başında satılabilir ancak bizim dediğimiz medyada reklamı yayınlanamamalı, cinayet her gün işleniyor olabilir ancak bizim medyamızda reklamı yapılmamalı, fuhuş sokaklarda dolaşabilir ancak bizim medyamızda reklamı yapılmamalı, bu örnekleri aynı formatta uzatmak mümkün…

Günahın kötülenmesi bile onun reklamına dönüşebilirken, sözüm ona objektif habercilik adına her türlü melanetin ekranlara, sayfalara taşınmasının savunulabilir bir tarafı yoktur.

Magazin haberciliğinin artık normal bir haber dalı sayılması en az fahişeliğin normal bir meslek sayılması kadar büyük bir ahlaki tehlikedir.

İnsanların gözleri, kulakları ve gönülleri de kirlenir, en az ellerinin ve ayaklarının kirlenebildiği kadar!

Kirli gönül, göz ve kulakla; hakka tabi olmak, hakkı temsil etmek, hak üzere yürümek ve hakkı söylemek pek kolay olmayacaktır.

Alimlerimiz, insanları günahtan ve günah işlemekten utanmayan fasıklardan korumak için onların ifşa edilmesini ve anlatılmasını gıybet olarak görmediler. Şüphesiz maksatları maslahattı. Onlar bununla günahların sakız gibi ağızlarda çiğnenmesini, normalleştirilmesini, nesillerimizi ifsad edenlerin desteklenmesini kast etmediler.

Ancak ve sadece Müslümanları şerlerinden korumak için fasıkları ifşa ettiler ve günahlardan tiksindirmek için çirkefleri kimseyi bulaştırmadan gösterdiler.

Gazeteleri, televizyonları hatta radyoları ve internet siteleri ile insanımızı ve neslimizi bozan, ahlak ve din tanımayan, helal yahut haram bilmeyen, fayda veyahut zarar düşünmeden sadece kazanacağı parayı hesaplayan medya maymunlarının,hiç bir insani ve dini değer tanımadan, adeta düşman kahreder gibi bir gayretle bozgunculuk yaptıklarını görmek ve onlara malzeme vermemek zorundayız.

Çocuklarımızın etleri ve kanları ile enerji sağladıkları imparatorluklarının dişlileri arasına attığımız her bilgi ya da haber bize büyük veballer olarak geri dönecektir.

Örnek vermekten hiç hoşnut olmasam da Avrupa medyası ülkelerindeki korkunç intiharları ve cinnet haberlerini gizlemeleri gerektiğini çok acı tecrübelerle öğrendiler. Biz de bugün onların başladığı yerdeyiz.

Gayya kuyusuna her atılan taş bir gün dibe varacak ve büyük bir gürültü koparacaktır. Bir taşta biz atmayalım!

10 Temmuz 2018

Suriyelilerin Türkiyeli Olma Zamanı

Yılların ardından artık ülkemizdeki Suriyeli gerçeğiyle halk olarak yüzleşmemiz gerekiyor. Sokaklarda karşılaştığımız bir vakıadan daha ilerisine, kardeş bir halk olarak iç içe yaşamaya hazırlanmamız gerekiyor.

Suriyelilerin artık Türkiyeli olma zamanı geldi!

Bu insanların büyük bir çoğunluğu artık bu ülkede yaşayacak. Suriye normale dönse bile burada doğan, yetişen bir nesil var ve bunlar Suriyeli olmaktan çok Türkiyeli hissedecekler.

Tıpkı Avrupa devletlerinin orada bulunan Türkiyeliler hakkında geç kaldığı gibi, uyum politikalarında geç kalınması sadece sorunu büyütüyor. Durumumuz tamamen onlar gibi değil ve olamaz da. Zira bu insanlar keyfi değil zaruri bir sebeple buradalar ve biz onları insanlıkta eşimiz, dinde kardeşimiz biliyor, mazlum olmaları hasebiyle de gönülden sahip çıkıyoruz.

Devletimiz, tarihin ve coğrafyanın yüklediği, insanlık onurunu ayakta tutan bir dış politika gereği olarak Suriyeli kardeşlerimize kapılarını açtı. Sayılardan ve paralardan bağımsız olarak, dünya durdukça bu onur ülkemizin ve halkımızın boynunda bir övünç madalyası olarak duracaktır.

Ancak gerek Suriyelilere yönelik uyum programları, gerekse halkımızın gerçeklere dayalı bilgilerle desteklenen; bu insanların neden burada oldukları, nasıl yaşadıkları, devletimizin ne kadar aylık verdiği, yurtdışından gelen destek yardımların miktarları, velhasıl sosyal medyada yayılan ve özellikle sokaklarda dedikodu olarak dolaşan ve hemen herkesin inandığı yalanların artık birinci elden düzeltilmesi gerekiyor.

Hiç ama hiç vakit kaybedilmeden dil kurslarının düzenlenmesi ve bu insanların artık kendilerini ifade edecek kadar Türkçe öğrenmelerinin sağlanması gerekiyor. Televizyonlarda kamu spotlarıyla yalanlarla mücadele edilmesi gerekiyor.

Gerekirse Avrupa Birliği’nin tecrübelerinden faydalanılması gerekiyor. Asimilasyon politikalarından uzak durulması namına, kötü tecrübelerin bilinmesi çok faydalı olacaktır. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız için istediğimiz her şeyin yurt içinde yaşayan diğer milletlere sağlanması durumunda toplumsal barış çok daha hızlı temin edilecektir.

Çoğunlukla yanlış bilgilerle dolaşan bir antipati oluşumunu ancak doğru bilgi akışı, doğru entegrasyon politikalarıyla çözebiliriz.

Fertlerin ve sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerinin yeterli olmadığı ortada. Hatta sivil toplum kuruluşları çoğunlukla sadece yardım toplama ve dağıtma faaliyetlerine odaklanmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Oysa artık bu insanların sadece doymaya ve giyinmeye değil, onurlu birer toplum üyesi olarak saygı görerek yaşamaya hakları var.

Suriyelilerin vatandaş olmaları gerekmiyor ancak vatandaş olmadan da kullanabilecekleri hakları ve ödevleri net bir şekilde ortaya konmalı ve hepimiz bunları bilmeliyiz, kabullenmeliyiz.

Kendi halkının dertlerine çözüm bulmakta son devirde oldukça başarılı sosyal politikalar uygulayan ve yeni dönemde bu konuda daha etkin politikalar izleyeceğini beklediğimiz devlet başkanının ve hükümetinin mültecilerle ilgili politikalarıyla hem onların hem de bizim beklentilerimize cevap vermesini bekliyoruz.

İş yerlerinde ve kiraladıkları evlerde bir çok haksızlık ve istismara maruz kalan bu vatansız insanların, ikinci sınıf vatandaş görülmelerini sonlandıracak adımlar artık atılmalı, sokaklarda hor görülen hatta aşağılanan garibanların ellerinden tutulması yukarıda bahsettiğim insani dış politikanın içeride taçlandırılması olacaktır.

İnsanlık onuruna sahip, vicdan sahibi herkesin içine sinecek adımların atılması için artık yeterince geç kalınmıştır. Sayın etkililer ve yetkililer lütfen ellerinizi kaldırın ve buradayız deyin!

Suriyeliler aleyhine yapılan onca olumsuz propagandaya rağmen sesi çıkmayan İslami yapılar neyi bekliyorlar? Ensar olmanın büyük şerefine sahip çıkmak namına adımlarınızın seslerini duymak istiyoruz. Meydanlarda Suriyeliler kardeşimizdir diye yürümek için kaç cinayet işlenmesi gerekiyor? Nefret pompası gibi çalışan bazı odakların seslerini bastırmak için daha neyi bekliyorsunuz?

Sivil toplum kuruluşları atacakları adımlarla, gerek devletin elini güçlendirebilir gerekse halkı bilinçlendirerek yalanların yayılmalarını ve etkilerini azaltabilirler.

Hepimizin yapması gereken bir şey mutlaka vardır.

Hepimizin yapabileceği bir şey mutlaka vardır.

En yakınımızda Suriyelinin elini tutup gözlerinin içine bakarak kardeşim demeyi hepimiz becerebiliriz.

Gülümsemenin sadaka olduğunu bilecek kadar hepimiz bu dini biliyoruz.

Kardeşlerinize gülümseyin ey Müslümanlar!

30 Haziran 2018

Haddini bilmek

Bizde en çok bulunan şeyin uzman olduğu gerçeğiyle gündemin her türünde karşılaşırız. Ordu savaşa girse herkes kurmay seviyesinde bilgi sahibidir, seçim olsa toplum mühendisi, kriz olsa ekonomist…

Hele ‘Beyaz Türkler’ her konuda olduğu gibi toplumu tanımak hatta tanımlamak konusunda da herkesten daha önceliklidirler. En azından kendileri öyle sanırlar. Kendi doğrularının reddedilmesi bir yana tartışılmasına bile tahammülleri yoktur.

Son yüzyılda bu topraklarda hemen her alanda tek söz sahibi olma hakkı kendilerinde idi. ‘Bu ülkede bizim istemediğimiz bir şey gerçekleşemez’ cümlesi bir beyaz kadına aittir. Demokrasi denilen sistem güya onların hedeflediği dünyayı kuracaktı ama hesapları tutmayınca ‘demokrasi sandıktan ibaret değildir’ demekten utanmadılar.

Halk, bir türlü beyazların istediği gibi evrilemedi, onların doğrularını benimsemedi, onları bir türlü sevmedi.

Beyazlar bu halkı anlayamayacak, anlamaya ihtiyaçta duymayacaklar. Sabit fikirli yobazlara olarak kendi halklarıyla ve değerleriyle kavga etmeye devam edecekler. Kendilerine ait gördükleri imtiyazlarını ellerinden almadıkça veya bunu hissetmelerine sebep olan her ne ise yok edilmedikçe böyle devam edecekler.

Bu tuhaflığın bir diğer yanında da onlara yaranmak namına şekilden şekle giren, sözlerini ve bedenlerini eğip büken, yazılarını bugün yazıp yarın inkar eden, her konuda pek bir duyarlı ve mutlaka aramızdan özel olarak seçilmiş bizi aşağılayan bir tür var.

Bunlar serçeye özenip kendi yürüyüşünü değiştiren ama ne serçe gibi yürümeyi becerebilen ne de kendi yürüyüş modelini koruyabilen karga gibiler. Ne yürüdükleri belli ne koştukları ne de zıpladıkları…

Bu ara türün nihai hedefi; beyazların gazetelerinde yazmak, davetlerinde bulunabilmek, onlar tarafından adam yerine konulmak, erkeklerse beyaz kadınlarla takılmak(!), kadınlarsa beyazların teknelerinde gezinebilmek gibi süfli ve bayağı işler oluyor.

Ara tür özgürlükçüleri, duyarlılıklarını da beyazlara odakladıkları için mazlumların ve mağdurların yaşadıkları pek önemli değildir. Beyaz efendilerin hoşuna gidecekse tepki gösterilir değilse görmezden gelinebilir.

Günün modası Müslümanlığından dolayı mazlum duruma düşürülen masumları savunmak değilse kafa yormazlar, gündemlerine de almazlar. Bu sadece bu ülkenin beyazlarına da ait değildir. Dünya beyaz emperyalizminin gör dediğini görür, yaz dediğini yazarlar. Herhangi bir kedi-köpek ızdırabı, Suriye’nin ya da Filistin’in mazlumlarından daha önemlidir.

Bu yüzdendir; Esed, İran ve Rusya üçlüsünün herkesin gözü önünde silahlarını ve askerlerini eğitmek için çoluk çocuk bombalamasını göremeyişleri! Ve bu yüzdendir katil teröristlerin işledikleri vahşete sessiz kalışları.

Bu noktada bir kere daha bütün kalbimle lanet ediyorum; Esed’e ve Esedçilere, İran’a ve İrancılara, Rusya’ya ve Rusçulara, Dera’nın yıkılan her taşı sayısınca lanet olsun! Canların hesabı dünyada da sorulsun inşaallah.

Tarih, üstünlerin ve hizmetkarlarının enkazıyla doludur.

Hayat, onlara hadlerini bildiren bir kaderdir.

İnsanlık, fıtratın erdem ve onuru ile kaimdir.

Beyazlar da hadlerini öğrenecek, öğreteceğiz…

21 Haziran 2018

Ütopya yalandır

Allah’ın insanlar için tayin ve tesis ettiği hayat düzenini çiğneyen ve bununla kendilerine dünyalık saltanat ve mal edinen müstekbir ve zalimlerin halkların hayallerine bile yön vererek hükümdarlıklarını korumaya çalışmaları bir vakıadır.
Bunu farklı yollarla yaparlar. Günümüzde en yaygın araçları görsel yayınlar yoluyla umutları ve gelecek tehayyüllerini yönetmektir. Elbette toplumun tüm kesimleri ekranlara bakarak kendine bir hayal dünyası kurmayacağından, bunun bir de fikri ya da felsefi boyutunu hazırlarlar ki; kafası biraz çalışan ve gidişatın adil olmadığını fark edenler için meşgul olunacak bir mecra bulunsun.
Adil bir dünya düzeni kurma beklentilerini, ilk adımda adalet yerine eşitlik kavramını zihinlere yerleştirerek saptırırlar.
En kolay istismar edilecek olan mal dağılımıdır. Zenginlerle fakirlerin ceplerinde ve ellerinde olanların eşit olmadığı da reddedilemeyecek bir durumdur. Buradan zihinlere yerleştirilecek olan zehir, herkesin eşit olmamasının adalet olmadığıdır. Oysa ceplerde olanların farklılığı dünya durdukça değişmeyecek ve asla eşitlenemeyecek bir kaderdir. Uğrunda gayret edilmesi gereken insanların mal ve mülk bakımından eşitlenmesi değil, eşitsizliğe rağmen adil bir paylaşım düzeninin kurulmasıdır.
İslam bunu zekat, sadaka gibi sosyal yolların yanısıra devlet nizamına yerleştirdiği ve beytulmal’in yani hazinenin müdahaleleriyle aksayan noktalarda fertlerin ve toplumların hayatlarını adaletle düzenleyerek yapar. Bunu yapmak için kullanacağı yollar ve izleyeceği metotlar ise Kur’an ve sünnet ile sınırları çizilmiş, dönemin ulemasının fetvalarıyla şekillenen, ihtiyaçları gideren, dertlere çare olan ve sürekli gelişip değişen, canlı ve hayatın tamamına hakim bir ilim ve fıkıhtır.
Adaleti tesis etmek için gerektiğinde katilin canını alabildiği gibi, zenginin malına da el koyabilir.
Bir tek kadının ırzını korumak için yahut zekatta eksik verilen bir tek oğlak için savaş ilan edebilir.
Cizyesini ödeyen bir Yahudi yahut Hristiyan tebaasını müdafaa için Müslüman askerler canların verirler.
Kurtların ve kuşların aç kalmamasını dert edinir, yük taşıyan hayvanların kaldıramayacağı yükleri taşımamaları için sahiplerini takip eder.
Toplumun tüm kesimlerinin ve hakimiyeti altında yaşayan tüm canlıların hatta cansızların varlık ve devamlılıklarını güvence altına alır, korur ve destekler.
Otların ve ağaçların korunması kadar, böceklerin ve sair insanlar nazarında değersiz görünen tüm varlıkların sahibidir, hamisidir.
Uygulamalarda bugünün insanına hitap eden ve fikir dünyasını sarsacak şeyler vardır. Dünyanın halihazırdaki normalleşen gayri İslami düzenine alışan çağımız insanı olarak bizlerin kavramak için yardıma ihtiyacımız olan uygulamalar.
Bir örnek olarak, Osmanlı’da gayri Müslimlere Müslüman kıyafeti giyme yasağını gösterebiliriz. İlk bakışta çağdaş liberallerimizin ‘hani nerede özgürlük’ feryadını duymak mümkündür. Oysa hükmün sebep ve hedefinin o devirlerde nasıl ortaya konulduğunu bilmek her şeyi değiştirebilir.
Bir gayri Müslim, Müslüman kıyafeti giyerse sair halkı kendisinin Müslüman olduğu izlenimiyle aldatabileceği ilk sebeptir. Zira Müslüman demek kendisinden emin olunan ve her bakımdan güvenilen insan demektir. Tabii ki olmayanlar olacaktır ancak olması gereken budur.
Diğer sebep ise, gayri Müslimlerin Müslüman kıyafeti giymeleri halinde kendi kültürlerinin tahrip olması ve zamanla asimile olarak kaybolması gösterilir. Bu fetvada da zikredilen çok değerli bir sosyal uygulamanın delilidir.
Geçmişteki adil İslam yönetimlerinin pratiğinden yoksun günümüz insanının, nüfus olarak çok az oldukları halde büyük toplumları gayet başarılı bir şekilde yöneten atalarınıanlamaları da kolay olmayacaktır.
Öyle ya; Osmanlı 2000, evet yazı ile iki bin alp ile dev bir imparatorluğa meydan okuyabilmiş ve dahası ele geçirdiği kale veya şehirlere birkaç yüz Müslüman bırakarak yönetmeyi başarmıştır.
Bu insanların ellerinde sihirli değnek yoktu ama Allah’ın kurduğu bir adalet sistemi vardı ve buna fıtratı bozulmamış her insan teslim olmakta bir beis görmüyordu.
Çağdaş insanın en büyük sıkıntısı fıtratın kaybetmesi olsa gerek, bundan sonra batıl ve kötü olanı sevmek ve kabullenmek kolay olduğu gibi; hak ve adil olanı aramak, bulmak ve uygulamak zor gelir.
Evet, çağdaş ütopyalar yalandır ve tek gerçek İslam’ın adaletidir.

05 Haziran 2018

Oruç bir şiardır!

Bu ülkede bir zamanlar sokakta oruç yiyen dayak yerdi, saçmaydı; şimdi oruç tutanların saygı beklemesi eleştiriliyor, pervasızlık!

Bir sonraki aşamada oruç tutanlara tuttuğunuzu belli ederek bizi rahatsız etmeyin diyecekler herhalde.

Şunu netleştirelim:

İman etmemek bir tür özgürlük kullanmaktır ve bunun bizim ıstılahımızda karşılığı kafirliktir. Ramazan ve oruçtan rahatsız olup saldırıya geçmek ise kafirliğin bir üst kademesi olarak düşmanlıktır; İslam düşmanlığı.

Sahip olduğu inancı ve gereklerini savunmak imanın gereği bir onurken; İslam düşmanlığı yapanlara şirin görünmek için, oruç tutanlara yahut başka ibadet eden müslümanlara saldırarak, onlara yaltaklanmak ise aşağılık, eziklik ve nifaktır.

‘Aman efendim neden saygı bekliyoruz’ ile başlayan bir cümlenin devamında ‘biz onlara saygı duyalım’ gelecektir.

Bir yerde müslümanların özgür yaşadığının asgari alameti orada İslam'ın şiarlarının açıkça icra edilmesi ve saygı görmesidir.

Ezan, namaz, oruç ve kıyafet İslam'ın şeairinden birer nişanedirler.

İslam’ın nişaneleri o beldenin İslam yurdu olduğuna da delildirler.

Anadolu halkı bin yılı aşkın süredir bu toprakları İslam’ın yurdu bilmiş ve aleme de bunu böyle bildirmiştir. Geldiğimiz noktada alenen oruç yemenin marifet sayılması apaçık bir saldırı ve büyük bir hakarettir.

Hakim ve üstün kültürün ne olduğunun tartışılır hale gelmesi elbette kafirlerin hadsizliği kadar Müslümanların pısırıklığının ve zayıflığının sonucudur.

Oruç bu yönüyle de bir furkandır; hak ile batılı, mü’min ile kafiri ayıran bir furkan…

Şunu unutmayalım; ibadetlerin tamamı gibi oruçta yalnız Allah için tutulur, kimseden karşılık beklenmez. Ancak Allah için yapılan her farz ibadetin dokunulmazlığı vardır, kimse hakaret edemez!

Çağdaş dünyanın inanç özgürlüğü kavramı saygısızlık, hakaret ve saldırganlığı normal görmek olamaz, olmasına izin veremeyiz.

Namaz ve oruç gibi ibadetler yahut tesettür ve sakal gibi nişaneler ancak işgal altında hakaret veya saldırıya maruz kalırlar. Ve bu son noktadır artık; nişaneler saldırıya uğrar hale geldiyse sineye çekilecek bir hal kalmamıştır.

Mevcut gidişatta gayri Müslimler, gerek coğrafyamız genelinde gerekse Anadolu özelinde asla vazgeçmedikleri hedeflerine ulaşmak için her türlü nifak, bozgunculuk ve ifsad hareketini ya bizzat ortaya çıkartıyor ya da destekliyorlar.

Buna engel olmanın en önemli adımı ihlas ile ibadetlerimize sarılmak ve adım adım çevremize bu ibadetlere saygı duymayı öğretmektir. Farz ibadetleri gizli yapmaya gerek yoktur; namaz ve oruç gibi farzlar açıktan ve herkese ilan edilerek icra edilirler ve bunda riya da olmaz.

Ezanlarımız okunacak ve namazlarımız kılınacak, oruçlarımız tutulacak ve herkes buna saygı duymayı öğrenecek; biz bu toprakların asıl sahipleri olarak özgürce ve onurla ibadetlerimizi yerine getireceğiz!

28 Mayıs 2018

Oruç bir yazgıdır

Ramazan’ın ve orucun değerini idrak etmenin yolu onlara nasıl baktığımızla ilgilidir. Ramazan, kameri aylardan bir ay olmakla herhangi bir özelliğe sahip olmadı. Ancak kendisinde Kur’an’ın indirilmesi sebebiyle diğer tüm kameri aylardan farklı bir hüviyet kazandı. Sonra bu ayın oruçlu geçirilmesi emrinin Müslümanlara yazılması ile tüm aylara faziletler ve ibadetler bakımından üstünlük sağladı.

Aylar arasında herhangi bir yarış yok; Ramazan’ın üstünlük ve faziletleri biz insanlar için var. Zaten yaratılan ve insana tahsis edilen tüm varlıklar gibi zaman ve zaman dilimleri de insana hizmet içindirler. Ramazan da nihayetinde Müslümanın dünyadan elde edeceği en hayırlı amellerin zamanı olmasıyla bahşedilmiş bir lütuf ayıdır.

Ramazan ayı, içerisinde insanlar için hidayet rehberi, doğruyu gösteren açık belgeleri kapsayan ve hak ile batılı birbirinden ayıran kitap olarak Kur'an'ın indirilmiş olduğu aydır. Sizden kim bu aya erişirse onda oruç tutsun. Kim de hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günlerin sayısınca başka günlerde tutar. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bu, belirlenen sayıyı tamamlamanız, sizi doğru yola eriştirdiği için Allah'ı yüceltmeniz için ve olur ki şükredersiniz diyedir. (Bakara 185)

Oruç tutmanın bir yazgı oluşu da Kur’an’ın ifadesidir:

Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız. (Bakara 183)

Oruç tutmak, fakirlerin halini anlamak, açların derdiyle dertlenmek, susuzların acısını yaşamak için yerine getirilen bir amel değildir.

Oruç tutmak, bir hak yahut özgürlük olmadığı gibi; sağlık bulmak için de yerine getirilen bir amel değildir.

Oruç tutmak, her Müslüman için yazılmış bir farzdır ve her bir ferdin sadece kendisinin yerine getirmesiyle vebalinden kurtulabileceği türden bir farzdır yani ‘farz-ı ayn’dır.

Bunların yanında oruç tutan birisinin sıhhat bulması, fukaranın, açların ve susuzların halini yaşayarak anlaması mümkün olduğu gibi, bir ibadet hakkı ve özgürlüğü olarak görülebilir. Zira geçmişte ve günümüzde Müslümanların oruç tutmalarını yasaklayanlar da olmuştur, namaz kılmalarını engelleyenler de ve olacaktır. Halen Çin, Doğu Türkistan’da esaret altında yaşayan Uygur Müslümanlarının oruç tutmalarını yasaklamakta hatta zorla su içererek zulmetmektedir.

Oruç tutabilmenin bir nimet, bir lütuf ve bir rahmet olduğunu en iyi anlayanlar, oruç tutmak istediği halde herhangi bir meşru sebeple tutamayanlardır.

Oruç bir yazgıdır; yani kaderdir oruç! Behemahal yerine gelecek ve getirilecek bir yazgıdır. Ondan yüz çevirmenin mümkün olmadığı bir mübarek zaman, yaşanmasına kimsenin engel olamayacağı bir rahmettir.

Baksanıza sokaklarında oruçtan nasipsiz bir sürü insanın dolaştığı şehirlere bile damgasını vurmakta; tıpkı ezan gibi herkesin duyduğu ama ancak kısmet sahiplerinin erişebildiği ibadetlerden bir ibadettir.

Ramazan ayının gündemi Kur’an ve oruçtur. Bunu başkalarına heba etmemek ve değerli bir hazine gibi sahip çıkmak gerekir.

İnsanların başka dertleri, davaları, kavgaları olabilir. Hayatın getirdiği pek çok yük, karmaşa ve telaş belleri bükebilir. Netice asla değişmeyecek ve Ramazan bizim rahmet ve bereket zamanımız olarak kalacaktır; Kur’an ile rahmet, oruç ile bereket…

Günün akşamında bir ezan sesiyle Allah için tutulan orucun, Allah’ın nimetleriyle bozulması anında hissedilen iman ve kazanılan ecrin sevincini ancak yaşayanlar hisseder.

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...