21 Mart 2009

Bir deli gençliği toprağa verdik…



Bir kez daha doldu vakit
Fırtına dindi ve gitti Sait

Dünyanın en deli zamanlarında, memleketin en kaypak yıllarında gelmiştik hayata. Biz gözlerimizi açtığımızda ilk önce tanklarla burun buruna geldik. Sokaklarımızın kuytu köşelerine siperler kazmak en muhteşem oyunumuz idi. Çok sonradan sıradan insanlar olduklarını öğreneceğimiz askerler dalardı evlere o zamanlar. Dilediklerini devirir, dilediklerini karıştırırlardı. Nesilden nesile devam eden bir ders silsilesi gibi gelir ve geçermiş meğerse! Gün oldu büyüdük ve imanımıza isyan katıp sokakları adımladık.

Marşlar söyledik, hançerelerimizi yırtarcasına bağırarak... Kalbimiz savaşa girmişti bi kere, binbir yara da alsa. Öyle çıktık alanlara ve yürüdük, yürüdük... Ne görebildi kimse; ne de anladı bizi. Katili meçhul hocalarımız oldu ve katili meçhul hayatlarımız...

Bir devir geçti ruhlarımızın üstünden, bir devir taşıdık sırtımızda. Ve yaşadıklarımız, ve okuduklarımız, ve kocaman bir dava yıkıldı omuzlarımıza. Titredi dizlerimiz zaman zaman, ama yıkılmadık, vazgeçmedik, vazgeçemezdik te.

Aramızdan çok deliler geldi ve geçti. Kimisini Hindikuşlar’a uçurduk, kimileri ise ‘Kara Kuğu’lardan oldular. Kavganın kralını biz yapardık, derginin hasını çıkarır, düşenin yasını tutardık, şiirin ve yazının alasını biz döktürürdük...

Gençtik! Deli ve kanlı idi kafamız. Demoklesin kılıcı körleşip, boyunları kesmez olduğunda demokrasi girdi gündemimize. Kanımızı buzdolaplarına kaldırıp, yüreklerimize prangalar vurduk.

Her çeşidimiz vardı ya; asıl gönlümüze tercüman olanlarımız olmalıydı bu yeni devirde. Propagandanın ve karşı propagandanın ciğerini bilen ve kalemleri ile metinler üzerinde cambazlık edebilenlere ihtiyacımız vardı. Yalın kılınç ya da yalın kalem dalacak adam gibi dostlarımız vardı elbette...

Onlar yazacak biz okuyacak ve okutacaktık.

İşte onlardan birisi idi Sait Yakut... Hayatın her yönüyle olduğu gibi kelimeleri ile de dalga geçen büyük adam. Her şeyiyle küçümsediği ‘alçak’ dünyaya bulutların üstünden bakan, mütevazi mütefekkir. Üstadı olacağı herkese ‘üstadım’ diyebilen ve sıradan olmak için büyük gayretler sarf eden, ‘sıra dışı’ kahraman.

Yazan ve okutan, bir dev birikimin küçük aynasından bize gülümseyen, güleç yüzlü, yeşil gözlü, sıcak dost. Yaşarken hayatla geçtiği dalgayı, ölümüyle de bizimle geçen; ve bize yine şaşırtan zeki adam.

Hz. Ömer'in Hz. Peygamberin ölümü üzerine 'Kim Muhammed(sav) öldü derse, bende onun kafasını uçururum' demesini anlaşılır kılan şey; bir dostun ölüm haberi olsa gerek! Böylesine inanılmaz, böylesine sarsıcı...

Ardından söylenecek çok söz olacak elbette. Bunca kısa hayata bunca büyük lafı sığdıran bir adamın ardından neler denmez ki? Seni ve eserlerini unutmayacağız. Unutmayanlardan bir kaçının örnek sözleri bunlar:

İnsan bir dostunun yürek burkan haberini aldığı zaman dünya dönüyor sanıyor. Hâlbuki dönen kendisi, yüreğin nasıl ezildiğini öğrenmenin acı faturası bu… Anlamsızlığa karışan duyguların bir an kendisini kaybediyor.

Dostların bir şövalye kaybetti… Sen ise gerçek hayata merhaba dedin…

Dik duruşun ve soyluluk üreten bakışınla ele aldığını ezen, sevdiğini göklere çıkaran kaleminle yoksun artık…

Bir mümin olarak elbette ki seninle ahrette de buluşacağız… Ama bu topraklardaki kahramanların ve kader değiştiren bilgiye sahip kişilerin ortak kaderine sende mahkum oldun!..

Rızkının peşinde koşmaktan geri durmayarak bir yol kavşağında birlerce canın yenik düştüğü trafik canavarına sende yenik düştün! Sen utanma! Bu yenilgi değil! Varlığını harama borçlu olanlar utansın!

Kim o keskin diliyle savunacak mahrumları ve mustaz'afları, kim savunacak kimsesiz çocukların o kahır dolu yaşamların muhataplarını…

Kim direnecek, zenginlik ve şatafat içinde hayatını sürdürerek yeryüzü tanrıları gibi davrananlara…

Mülkte benim, mal da benim diyenlere hakkı hatırlatacak, zulmü suratlarına haykıracak zalimlerin, kim?

Kendini ve hayallerimizi alıp gittin ey devasa adam! Alacağın olsun! Bunu şaka olarak kabul ediyorum. Nereye gitsen eninde sonunda seni bulup yakana yapışacağım.

Hiç yakışmadı sana ölüm Sait. Hayallerimin mimarı olacaktın, sen yazacaktın, biz okutacaktık seni. Bana, Necip Fazıl Kısakürek’in ölüm dörtlüğünü söylemiştin defalarca, üstad haykırmış ölümü diyordun. Ve gür sesinle “ÖLÜYORUZ ÖLÜYORUZ MÜJDELER OLSUN, ÖLÜMÜ DE ÖLDÜREN ALLAH’A SECDELER OLSUN” diyordun..

Ben ve arkadaşların sana ve ölüme kavuşmayı hasretle bekleyeceğiz, elbet buluşacağız. Bekle bizi kéké delal..

Yalnız seni değil; bir deli gençliği verdik toprağa…

Oxirbe braye delal
ser cavu ser dıla
ser seru ser gula
ser destu ser mıla
Oxirbe braye heval

Ufuk Gazetesi (Mart-2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...