21 Aralık 2011

Titre ve kendine gel...

Bir yerlerde kulağımıza değmiştir mutlaka, zerreden kürreye bütün bir kainatın aslında birbirine çok benzeyen yapıtaşlarından ve sistemlerden oluştuğu.. Ve aslında bizim gazete, bilgisayar ya da taş yahut latif bir çiçek sandığımız şeylerin kıvıl kıvıl devinen, sürekli atom çekirdiği etrafında dönen ya da bir başka deyişle kendi kabelerini tavaf eden elektronların hareketlilikleriyle dopdolu yapının dışarıdan bu kadar sakin görünmesi ne kadar aldatıcıdır.

 

Bir gün insanoğlu bu atomun yapısını bozmayı keşfettiğinde yani Rabbani düzene yine Rabb’in izniyle çomak soktuğunda ortaya, ortadaki her varlığı kahreden bir küçük kıyametin çıktığını göre göre öğrendik.

 

Keşfettiğimiz her hakikat insanlığımızı ve acziyetimizi defalarca yüzümüze yüzümüze vurdu durdu. Herşeye güç yetirebileceği bir dünya hayalinden vazgeçmeyen zavallı insancıklar hep bir yerlere kafalarını çarpıp dolaşıyorlar.

 

Her çarpma bir sarsıntı aslında, her sarsıntı bir travma. Hayat insanları hep bir yanından sarsmaya devam eder, bazan bittikten sonra bile. Ardından bıraktığın hatıra sarsacaktır mezarını!.. Asıl deprem mezarların sallanmasıdır. Ve o gün enkazın altında hiç ama hiç kimse kalmaz, kalmayacak!

 

Söz depreme gelmeden bir konuyu artık zihinlerimizde yeniden netleştirelim, dünyanın değişmez en basit gerçeğini yeniden hatırlayalım:

 

Henüz yeryüzüne insan ayağı basmadan hatta yeryüzü bile yok iken; dünyada kuruyupta dalından kopacak son yaprağın hangi ağaçtan düşüp hangi rüzgarla savrulacağı ve hangi taşa takılıp azıcık duracağı ve sonra hangi rüzgarla nereye kadar savrulacağı ve tam da o anda kıyametin gürültüsünün kopup hangi dağın yürüyüp gelip o yaprağı silip süpüreceği bile belli idi, herşeyi bilen biliyordu ve yazmıştı!..

 

Ve size bu satırları yazanın parmaklarını oluşturacak toprak yaratıldığında birgün o toprağın bu işleri göreceği ve yine bir gün yeniden aslına döneceği, topraklara karışıp görünmez ve bilinmez hatta hiç yaşamamış gibi olacağı belli idi.

 

Sizin bu satırları okuyan gözleriniz, gazetelerin kağıtlarını oluşturan atomlar, ekranlarınız ve ışık bile yaratılmamış iken belli idi bu satırları okurken kullanacağınız bakış! Belli idi bunları okurken zihinlerinize dolacak hisler ve fikirler.

 

Konuyu mecrasına çekmek için hemen bir Molla Kasım hızıyla araya girip insanoğluna verilen ufak tefek mini minnacık cüz’i iradenin varlığını hatırlatıp, isterseniz bundan sonrasını okumama/okumayabilme hakkına sahip olduğunuzu ve aslında siz okumamayı tercih etseniz bile bunu Ezel olan Allah’ın ta ezelden beri ezeli ve ebedi ilmi ile bildiğini ve bunu kaderinize yazdığını unutmuyoruz.

 

Şimdi konumuzun anlaşılması da anlatılması da kolaylaştı..

 

Deprem ya da başka bir felaket, yıkım ya da ölüm, hayat ya da çiçek velhasıl acı ya da tatlı ne varsa ne olduysa ve ne olacaksa hepsi Hakim-i Mutlak olan Allah(cc)’ın izni, yaratması ve kudreti dışında değildir.

 

Bazı hadiselerden hikmetleri anlamak kolaydır, neden diye sormaya bile ihtiyaç duymaz insan. Örneğin kafasına kurşun yiyen öldüğünde şaşırılmaz da ölmediğinde şaşılır. Sanki hayat ve ölüm kurşunların elindeymiş gibi, yahutta kurşunu atan silahı tutan eldeymiş gibi. Halbuki sebeblerin sıradanlaşması hadiseleri yaratan Rabb’in hakimiyetinin hikmetindendir.

 

Çocuk doğar, sıradan sanılır... Ölünce yakıştırılmaz, halbuki her doğana hatta doğmayana bile ölüm kadar yakışan ne olabilir ki? Hayat verilen herşeye ölüm basbaya çokta güzel yakışır.

 

Yapraklar açar, ağaçlar çiçeğe ve meyveye durur, sıradan sanılır... Kıtlık olsa ah-u figan ile yer-gök inletilir. Durup dururken kurur kalır dallar, dallarda yapraklar ve meyveler, nesine şaşmalı ki?

 

Dünya kocaman bir boşlukta(!) sorunsuz yol alırken şaşılmaz, sıradan sanılır... Ve fakat herhangi bir köşesi çökse, titrese ya da güncel tabirle deprem olsa şaşılır. Halbuki insan birebir kendi içinde çok sıklıkla depremler yaşarken, dünyanın sallanmasına niye şaşmak lazım ki?

 

Evet sözün kısası şu ki, depremlerde dahil kainatta olan herşey Mevla’nın kudretindendir, takdirindendir. İsyan edilmez, edilemez, edilse de hiçbir şey ifade etmez, olan isyankara olur, ahiretini heba eder.

 

Oh olsun denilmez, merhamet sahibi olan herkese merhamet duyar. Merhamet Rahman esmasının tecellisi olup; mü’min-kafir ya da bitki-hayvan ayrımı yapmaz. Ya vardır ya yoktur ve bu varlık ya da yoklukta izafidir. Kazanılmaz verilir ve alınır!..

 

Bu gibi felaket ve ölümlerin sebeb ve hikmetlerini görmeye, bulmaya, anlamaya çalışmak Rahman’a kulluğun en güzel sonucudur.

Ufuk Gazetesi (Mart-2011)

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...