15 Ocak 2012

'Büyük Dost'u istiyorum!

‘Ölüm güzel şey budur perde arkasından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber’ (NFK)

İnsanız; kolayı zora, yakını uzağa, güzeli çirkine, temizi pise, hayatı ölüme tercih ederiz. İnsanız; doğum günlerini kutlar, ölüm günlerini unuturuz. İnsanız; doğuma sevinir ölüme ağlarız. Doğumun da anne rahmi için bir ölüm olduğunu düşünmez, ölümün ahirete doğum olduğunu hatırlayamayız. Ölümün yokluk olmadığını bilir, ebedi hayata inanırız... Ama insanız, unuturuz!

Geçtiğimiz ay Kutlu Doğum ayı idi adeta. Zaten saz telleri gibi gergin duygularımıza bu doğum hatırası da eklenince sağanak yağmurlar halinde sevgi ve iman aktı gönüllere... İnsanlığın yüzakının doğumu idi, yeryüzünün gördüğü en nadide mücevherin, en parlak yıldızın doğumu idi. O hatırlanmaya, sevilmeye en layık olan idi.

O'nu anlatmak için yüzyıllardır bütün kalem erbabı bütün hünerlerini ortaya koydular. Kimi na'tler, methiyeler yazdı, kimi kitaplar dolusu şiirler. Kimi O'nun hayatını bilmem kaçıncı defa yeniden anlattı, kimi O'nun simasını tasvir ile meşgul oldu. Ama yetmedi, ama yetmeyecek... Kıyamete kadar hep O anlatılacak, hep O yazılacak! Ama yazılacaklar, söylenecekler bitmeyecek, bitirilemeyecek!
O'nun sevinçleri ile sevinecek, O'nun hüzünlerini ciğerlerimize her nefesle birlikte çekeceğiz. Mekke denilince akla O gelecek, hüzün gelecek... Bedir denilince secde yeri ıslak bir dua hatırlanacak! Uhud hepimizin yüreğine miğfer halkasının saplandığı dağın adı, Hendek açlıktan yanan midelerle kazanılan müjdeli bir zafer olacak!

Yesrib O'nunla Medine olacak ve sonra hepimiz Medineli olmayı yücelmeye isim yapıp ona medeniyet diyeceğiz! Muasır medeniyetler diye birşeyin mümkün olamayacağını, bu kelimenin anlamını O'ndan aldığını unutacağız...

Hiç kimse O'nun kadar sevilmeyecek! Hiç kimse O'nun kadar özlenmeyecek! Aradan geçen yıllar ne kadar uzun olursa olsun, O'nun hatırası hep yüreklerde büyüyecek... Yeryüzünde hiçbir acı, hiçbir sevinç bu kadar uzun yaşayamayacak!

Gelin bu defa bir değişiklik yapıp O'nun vefatını da analım. Medine'nin karalar bağladığı hicretin 11. yılının Safer ayının 28. gününü yani 23 mayıs 632 tarihini zihnimizin bir yanına kazıyalım. Medine'ye gidelim! Kerpiçten yapılmış, hiçbir süsü olmayan Mescid-i Nebevi'yi hatırlayalım... O mescidin içinden açılan kapılarla girilen hücreleri Medine'de doğan ilk muhacir çocuğu Abdullah bin Zübeyr'in tarifi ile, 7-8 yaşlarında bir çocuğun zıpladığında eli tavanına değen, yetişkinlerin boyunlarını eğmeden ayakta duramadığı kadar engin odacıkları tanıyalım. O odacıklardan kıyamete kadar dünyaya yetecek bir medeniyetin vahiyle yücelişini öğrenelim.

İşte o odacıklardan biri olan Aişe'nin odacığında 'Büyük Dost'u isteyen bir Peygamber! Meleklerin en büyüğü Cebrail, insanların en büyüğü Muhammed'e (s.a.v.) kainatın Rabb'inden bir haber getiriyor:

'Rabb'in Sen'i kıyamete kadar hayat ve bütün dünyaya hükümdarlık ile şimdi ölüm arasında muhayyer bıraktı. Dilersen San'a kıyamete kadar hayat ve hükümdarlığı verecek!’

Cevabı çok kısa:

'Hayır! 'Büyük Dost'u istiyorum!’

'Öyleyse kapında bekleyen meleğe izin ver, o bugüne kadar kimseden yanına gelmek için izin istememişti, bugünden sonra bir daha da kimseden izin istemeyecek!’

Hayatı ile örnek idi, ölümü ile de örnek oldu! Yaptığı tercih kıyamete kadar insanlığa ders olarak kaldı!

Güzel yaşadı, güzel öldü! İncindi ama incitmedi. Daima düşünceliydi. Susması konuşmasından uzun sürerdi. Lüzumsuz yere konuşmaz; konuştuğunda ne fazla, ne eksik söz kullanırdı. Dünya işleri için kızmazdı. Kendi şahsı için asla öfkelenmez ve öç almazdı. Kötü söz söylemezdi. Affediciliği tabii idi. İntikam almazdı. Düşmanlarını sadece affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de verirdi.

Kendisini üç şeyden alıkoymuştu: Kimseyle çekişmezdi. Çok konuşmazdı. Boş şeylerle uğraşmazdı. Umanı umutsuzluğa düşürmezdi. Hoşlanmadığı birşey hakkında susardı. Hiç kimseyi ne yüzüne karşı, ne de arkasından kınar ve ayıplardı. Kimsenin kusurunu aramazdı.
Kimseye hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi. Yanında en son konuşanı ilk önce konuşan gibi dikkatle dinlerdi. Bir toplulukta bulunduğu zaman bir şeye gülerlerse, o da güler; bir seye hayret ederlerse, o da onlara uyarak hayret ederdi. Gerçeğe aykırı övgüyü kabul etmezdi. Her zaman ağırbaşlıydı.

Konuşurken çevresindekileri adeta kuşatırdı. Kelimeleri parıldayan inci dizileri gibi tatlı ve berraktı. Yürürken beraberindekilerin gerisinde yürürdü; ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmaz, adımların geniş atar, yüksek bir yerden iner gibi öne doğru eğilir, vakar ve sükunetle rahatça yürürdü. Kapısına yardım için gelen kimseyi geri çevirmezdi.

Bir gün kendisinden yaşça küçük bir dostunun omuzlarından tutarak şöyle demişti: "Sen dünyada garip bir kimse yahut bir yolcu gibi ol!" Her zaman hüzünlü ve mütebessim bir halde dururdu. Adet üzere sarfedilen hiçbir kötü sözü ağzına almamıştı. Sıkıntl hallerinde kabalaşmaz, bağırmazdı. Fakirlerle birlikte yerdi; öyle ki onlardan ayırt edilemezdi. Önüne ne konulursa yerdi. Sade kıyafetler giyer, gösterişten hoşlanmazdı. Konuşurken yüzünü başka tarafa çevirmez, bulunduğu mecliste ayrıcalıklı bir yere oturmazdı. Sabahları evinden çıkarken şöyle söylerdi. "İlahi, doğru yoldan sapmaktan ve saptırılmaktan, kanmaktan ve kandırılmaktan, haksızlık etmekten ve haksızlığa uğramaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlık edilmekten sana sığınırım. Sıradan değildi; ama sıradan insanlar gibi yaşardı.

O, MUHAMMED'di. (sav)

Ufuk Gazetesi - Mayıs 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...