12 Haziran 2013

Mazlum mu malzeme mi?

Yaşanan olaylarda herkesin bir safı vardır, bir de arada kalanlar illa ki olur. Bu tarihen de sabit sıradan bir saptamadır. Tevhid ve şirk mücadelesinin de tarihi boyunca böyle olmuştur ve hep 'müzebzebin' denilen bir zümre varolagelmiştir. Ancak hiçbir devirde müslümanlar saflarını tayin ederken bu devirdeki kadar zorlanmamıştır desem herhalde abartmış olmam.

Ümmetin dağınıklığı ve zillete düşen devletler eliyle sevk ve idare ediliyor olması sonucunda gerek küresel bazda gerekse yerel olaylarda 'saf'ını seçme hususu 'saf' müslümanların en önemli sorunlarından olarak karşımıza çıkıyor. Bu noktada bazı meseleleri istisna ederek devam edeceğim.

İsrail konusunda Filistin halkının ve dünya müslümanlarının taleplerini ve davalarını bilmeyen yahut desteklemeyenleri 'irabta mahalli olmayanlar' zaviyesinden sayarak mevzunun dışında tutuyorum.  Yine aynı şekilde islam dünyasının değişik noktalarındaki işgalleri kavrayamayan veya bir şekilde normal görenleri de haklarında yazılmaya değer görmeyerek geçiyorum.

Bu girişlerden geriye kaldığı halde hala birçok mevzuda 'saf' seçmekte zorlanan müslümanlara söylenecek bir çift sözüm var.

Mazlumlara destek bazında birtakım adımlar atarken mazlum tayinimizde sorun olduğunu düşünüyorum. Mazlum zannettiklerimizin aslında bir başka açıdan 'malzeme' olma ihtimalleri ne kadar 'masumane' niyetlerle ortaya çıkmış olurlarsa olsunlar hep vardır. Ki biz günümüzde mazlumları geçtik, mücahidlerin bile bir plana kurban edilebildiği bir dünyada yaşıyoruz.

İslam'ın insanlara emrettiği toplum ve düzenin sağlanması noktasında temel koruma hedefleri arasında yer alan akıl, nesil, can, mal ve din emniyetine saldırı zulümdür ve bu saldırılara boyun eğmek zillettir. Bunların sağlandığı bir toplumda müslümanlar sorunsuz yaşayabilirken, adı islami de olsa bu emniyet noktalarının olmadığı coğrafya ve şartlarda müslümanlar mutlaka bunları sağlamaya yönelik bir 'amel' yani eylem içinde olmak durumundadırlar.

Toplumsal düzenleri gayri islami olan ülkelerde ise müslümanlar zarureten ikamet ederler ve bu toplumla yaptıkları anlaşmalara uyarlar. İtikatlerine ve haram-helal sınırlarına ters düşmeyen işlere muhalefet ederek harcayacak enerji ve vakitleri de yoktur. Asıl tehlike onların can, mal, nesil, akıl ve din'lerine yönelecek olan tehdittir.

Bu sadece kendimiz için değil birlikte yaşamak zorunda kaldığımız herkes için de bakış açımızdır. Bizim anlayışımızda mazlum can, mal, nesil, akıl veya din'ine saldırılan kişidir. Bu mazlumlarla olmak bir vecibe ve sorumluluktur. Meğer ki bu mazlumlar 'müslüman' dahi olmasalar onlara bu noktalarda sahip çıkmak, destek olmak ve haklarını alıncaya kadar birlikte yürümek islami bir tavır ve duruş olur. İşgal altında müstemleke olarak yaşanan topraklarda zaten doğal bir 'direniş' içinde yaşayan müslümanların zulme maruz kalan ve direnen mazlumları desteklememesi düşünülemez bile.

Buna en net örnek olarak, Filistin topraklarında el'an yaşayan hristiyan halkın bir çok hakkının bizzat müslümanlar tarafından savunulması ve birlikte işgalciye karşı yürütülen çalışmalar gösterilebilir.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin hiç bir şekilde bir islam devleti olmadığı mutlaktır ve hatta aksini iddia etmek bu devletin kanunları nazarında suç teşkil eder. Yine aynı şekilde bu devletin değişik dönemlerde ve şekillerde müslümanlara uyguladığı zulümler de zaten 'adil' bir devlet olmadığı sonucunu doğurur. Ancak devletin bugün olduğu yahut getirildiği noktada halkın genelini temsil eden müslüman tabaka için hiç değilse Necaşi'nin devleti kadar 'adil' olabilme ihtimali vardır.

Taksim ve Gezi Parkı çevresinde oluşan tartışmalara bu açılarla bakınca gördüğüm, kendi deyimleriyle polis zulmüne maruz kalan insanların can, mal, nesil, akıl ve din'lerine yönelik bir saldırı olmadığı ve onların da böyle bir maksatla orada bulunmadığıdır. Toplumun hangi tabakasından kimler vardır sorusuyla ilgilenmiyorum. Oraya bazı 'müslüman' grupların destek veriyor olması da hiçbir şeyin delili değildir.

Ayrıca bir çatışmaya giren insanların bunu trajedi olarak ve zulüm diye ortaya koymaları da anlamsızdır. Bir kavgaya giren ve hatta bunu kendi çapında bir devrim olarak görenlerin muhataplarından çiçek beklemelerinin mümkün olmadığı kesindir. Bu noktada polis haklıdır demek mümkün değilse de eylemcilere mazlum diye destek vermekte ne dinen ne de aklen mümkün değildir.

Benim itikadımda 'ağaç kesildi diye eylem yapıp dayak yiyen mazlumlar' diye bir tanımlama yoktur! İslami literatürde olsa olsa 'ağaçtan putlar edinen ahmaklar' tabirine rastlayabiliyorum. Bu sebeple de 'zalim' devlet ve polisi karşısında onlarla birlikte olmak için hiçbir sebep görmüyorum.

Bütün bunların yanında, birçok vesileyle yaşanan tesettürlü hanımlara yönelik saldırıların artık 'münferid' boyutta olmadığını ve aslında bu ulusalcı-kemalist tiplerin tıynetlerinin bu olaylardan alınan cesaretle günyüzüne çıktığını da hep birlikte yaşıyoruz. Hem medya üzerinden yayılan hem de bizzat ailelerimizle bizim yaşadıklarımız artık bu olaylara 'safiyane' bakmamızı tamamen engelliyor.

Yani artık olay 'mazlum eylemci' ile 'zalim polis' arasında yaşananlardan ibaret değildir. Sırtlanlarla çakalların kavgasından zararlı çıkan hep ceylanlar olmuştur zaten...

Suriye ve Filistin'in mazlum halklarının umutlarına vurulan bir darbe olarak bu olaylarla ilgili gündeme gelen komplo teorilerinin hepsini 'uydurma' saysam da; yalnız ve sadece İsrail işgal devleti yetkililerinin bu olaylar karşısında zevk almaları bile bana 'çok şey' anlatır. Yahudiyi sevindiren bir olayda taraf olmama gerek bile yoktur, o olayı tüm taraflarıyla reddediyorum!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...