19 Mayıs 2013

Bir Ümmetin Kurtuluş Savaşı

Herhangi bir batı ülkesi herhangi bir gerekçeyle bir doğu ülkesini işgal edebilir, sivil-asker ayırt etmeksizin bu işgale karşı çıkan herkesi terörist ilan edebilir ve insanlı yahut insansız hava araçlarıyla bir tür oyun oynar gibi insanları katledebilir ve bunun eleştirilmesi bir yana karşısında olmak zaten ‘terörist’lerle birlikte olmak gibi, onlara yardım ve yataklık etmek gibi ne idüğü belirsiz suçlamalarla muhatap olmak işten bile değildir.

Daha da açalım; Afganistan, Irak ve benzeri ülkeler işgal edilebilir, sadece işgal edilmekle kalınmaz yeraltı ve yerüstü zenginlikleri isteyerek yahut istemeyerek uzun vadeli, olası itirazları da yok edecek güya anlaşmalarla ele geçirilebilir. Bunlar müstekbir işgalciler pencerelerinden dünyaya bakanlar için gayet sıradan ve kabule mazhar durumlar olabilir.

Hiç yokken, ön hazırlıkları onyıllar süren bir yerleşme sonucu bir anda Filistin toprakları üzerindeki işgalci ingilizlerin gerekli ortamı sağlamaları ile bir yahudi devleti olarak İsrail ilan edilebilir ve bu ‘güya’ devlet her türlü katliam ve işgallerle kendine toprak üretip yayılarak bir anda dünyanın müteğallibe zalimleri gözünde gayet makbul bir devlete dönüşebilir.

İslam coğrafyasında geçen yüzyılda oluşturulan birtakım sınırlarla ilan edilen ve yönetilen devletlerin idarecileri halklarından mutlaka uzak ve batılılara yakın olmuşlar ve hatta çoğunlukla zorla ve baskıyla ülkelerinde batılı birtakım yaşam tarzlarının kurulup korunmasını sağlamışlardır. Bir bakıma onları görevlendiren batılı efendilerine sadakatle hizmet etmişlerdir.

Birinci Dünya Savaşı sonrası işgal edilen islam coğrafyası, yerel kurtuluş hareketlerini de işgal eden batı işgalinden henüz kurtulmaya başaramamıştır. Ancak bir şekilde silahlı mücadele yolu ile işgalin askeri kısmını sonlandırabilen bazı ülkeler olmuştur. Bunların ilk örneği Türkiye olabilir. Daha sonra nasıl oluştuğuna dair bu topraklarda yaşayanların hiçbir fikrinin olmadığı sınırlar çizilmiş ve devletler bir anda yerden ot biter gibi oluşmuşlardır.

Bütün bu anlamsız sınırlarla paylaştırılan coğrafyanın İkinci Dünya Savaşı sonrası bir anda ilan edilen yahudi İsrail devletine karşı girişeceği askeri müdahelenin başarısızlıkla sonuçlanması ise mukaddes mekanların işgaliyle ve katliamların başlamasıyla sonuçlanmıştır.

Kendi iç sorunları ve ‘kardeş’ ve komşu ülkelerle olan problemleri sebebiyle islam dünyası hiçbir zaman bu son işgale direnememiş ve ancak kınamalar ve birtakım politik cılız tepkilerden ibaret yaklaşımlar sergilemiştir.

Aslında gayet ne ve açık bir ‘Kurtuluş Savaşı’ olan bu mücadele zamanla İsrail yanlısı batı ve onların güdümündeki medya eliyle adeta ‘meşru’ bir devlete karşı ayaklanan bazı kendini bilmezlerin mücadelssi olarak empoze edilmiştir.

Oysa aynı durum birebir Anadolu topraklarında yaşanırken herkes ittifakla bunun bir ‘Kurtuluş Savaşı’ olduğunu kabul etmiştir ve halen en ateşli İsrail destekçisi Türkiyeli tarafından da öyle kabul ve ilan edilir. Halbuki Anadolu Kurtuluş Savaşı ile bugün Filistin Kurtuluş Savaşı arasında coğrafi farklılıktan başka en ufak bir fark yoktur. Hatta Kudüs ve çevresinin Kur’an-la sabit olan mukaddes belde olması sebebiyle önemi ve kurtulması daha bir anlamlıdır.

Asgari insan hakları vesair hususlardan bahseden herkesin mutlak olarak kabul etmesi gereken gerçek şudur ki; işgalcinin başarılı olması ve yenilememesi asla ve kat’a onun işgalinin haklılığı gibi bir sonuç doğurmaz, doğurmamalıdır.

Aynı durum Afganistan ve Irak işgalleri için de sözkonusudur. Her ne kadar yalan oldukları aşikar olsa da buldukları bütün bahanelere  rağmen batılı müstekbir ve zorbaların bu işgallerini hiç kimse hiçbir sebeple mazur ve makbul göremez ve gösteremez. Nihayetinde sebebi ne olursa olsun bunlar işgaldirler ve bunu yapanlar da işgalcidirler. Onların bu işgal ettikleri ülkelerdeki uyguladıkları zulüm ve baskıların tamamı ise onları hem insanlık önünde hem de tarihte aşağılanmaya mahkum edecektir.

Suriye meselesine gelince; bu ülke de yine Birinci Dünya Savaşı sonrasında 1946’ya kadar sürecek olan Fransız hakimiyetine geçecek ancak diğer avrupalı işgalciler gibi Fransa buradan da çekilerek bağımsızlık ‘hediye’ edilecektir. 1963 yılından beri hep iktidarda olan Baas Partisi ve 1970^de iktidara gelen onun doğal lideri Hafız Esed, ülkenin azınlıklarından olan Nusayriliği esas alan yaklaşımları sebebiyle ülkede bulunan ve nüfusun çoğunluğunu oluşturan ‘sünni’ kesim üzerindeki baskılarla ve göstermelik birtakım seçimlerle saltanatlarını devam ettirmişlerdir. Hafız Esed iktidarda bulunduğu 1970-2000 yılları arasında değişik zamanlarda uyguladığı özel yöntemlerle olası bir muhalefeti daha doğmadan yok etmiştir.

Yok etmek tabiri lafın gelişi değil vakıanın kendisidir. Bunun en bariz örneği ise 1982 yılı şubat ayında yaşanan Hama katliamı olmuştur. Ülkedeki yegane muhalefet olarak teşkilatlanabilen Müslüman Kardeşler’in Hama merkezli ayaklanmaları bu katliamla bastırılmıştı. Şubat ayı boyunca şehri bombardımana tabi tutan Hafız Esed halen sayısını kimsenin bilmediği ama ortalama 40 bin olarak tahmin edilen can kayıplarına sebep olmuştu.

Bundan sonrası Suriye müslümanları için korku ve baskı dolu yıllardır. Gözaltında ölümler ve kayıplar sıradan vakalar olmuş ve ülkenin her yanına, her köşesine Esed’in ajanları yayılarak en ufak bir işaret sebebiyle olası ‘terörist’ ilan edilen insanlar yok edilmişlerdir.

2011 yılına gelindiğinde 2000 yılında ölen babasının yerine geçen oğul Esed, Arap Baharı’nın ülkesinde esen rüzgarlarını olabilecek en katı yöntemlerle bastırmaktan çekinmemiştir. O günden bugüne kadar ise sayıları yine net olarak bilinmese de en iyimser tahminlerle 94 bin insan hayatını kaybetmiş ve geçmişte yaşanan tecrübeler sebebiyle katliam korkusu yaşayan halk çevre ülkelere iltica ederek hayatta kalma mücadelesi veren mülteciler olmuşlardır.

Halen hemen her gün yüzlerce insanın can verdiği ve Baas militanlarının fırsat bulduklarında toplu katliamlar yaptıkları haberleri gelmeye devam etmektedir. Suriye halkı Baas ve onun başlarına bela ettiği Esed zulmüne karşı bir kurtuluş savaşı vermektedirler.

Ama muhalifler şunu yaptılar ama muhalifler de bunu yapmasaydılar gibi sığ ve vicdani bakıştan mahrum yaklaşımlar sebebiyle ve dünya müstekbirlerinin de desteği ile Baas canavarı Esed ve avanesi katliamlarına devam ediyorlar. Doğal müttefikleri Rusya ve İran bu savaşta da Esed’in yine en büyük destekçileri olarak yer alıyorlar.

Batılı zalimlerle onların yerli ortağı İsrail’in gitmesini istemediği Esed yönetimi kendi halkına uyguladığı baskı ve zulümlerle batılı efendilerini hiç aratmazken, yaşanan işkence ve katliamlarda onları geçebilecek kabiliyette olduğunu da göstermiştir.

Son söz; toprakları işgal edilen, onur ve haysiyetleri sokak ortasında kirletilen, bebeklerine varıncaya kadar katledilen, boyun eğmekle ölmek yahut hicret etmek gibi her biri kendi çapınca ayrı bir zillet olan hallerden bir hale razı olmayıp ayaklanan, direnen ve ölen bir halk her türlü destek ve yardımı hak etmektedir!

İnsanlık onuruna sahip herkesin bu halkların  hiç değilse aleyhinde olmamak gibi bir ödevi vardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...