17 Ekim 2016

Muhasebe

İnsan için hayat, hakkında her türlü fikir yürütülebilecek olaylarla doludur. Hemen hepimiz her olay hakkında mutlaka birşeyler bilir, düşünür ve bunu dillendiririz. Yaratılışımız ve biraz da yetiştirilmemizde etken olan genetik altyapı ve çevresel faktörler bizi durdurulamaz birer analiz makinasına dönüştürebiliyor.

Oysa ‘ilmin yarısı, bilmiyorum demektir.’

Maalesef işin bu yönünde de halimizin pek farkında değilizdir. Olaylar hep o bildiğimiz yarıya denk geliyor!
Türkçemizin manası en derin ve en yaygın hatta okyanus derecesinde bir deyimidir, 'hariçten gazel okumak', onsuz yaşayamayız adeta! Her konuda konuşmak ve her duyduğunu aktarmak aklı başında bir insan için cinnettir. Bunun toplumsal bir normalliğe dönüşmesi hiç bir şekilde yapılanı doğrulamaz sadece cinnetin toplumsal bazda yaygınlaştığını gösterir.

Hakkında bilgi sahibi olmadığım konularda kanaat belirtmekten ve dahası insanları da o kanaate yönlendirmekten Allah’a sığınırım.

İçinde bulunduğumuz bir tür ‘medya çağı’nda hepimiz haber ve yorumlarla dünyaya bakıyoruz. Kaynaklarımız işte bu sebeple çok ama çok değerli. Tıpkı içtiğimiz suyun kaynağının temizliğine dikkat etmek zorunda olduğumuz gibi aldığımız haberlerin kaynağına da dikkat etmek zorundayız. Aksi halde pis suyun midelerimizi bozduğu gibi, pis bilgi de aklımızı ve hatta iz’anımızı bozacaktır.

Karışıklığın en yoğun olduğu yer ve zamanlarda yaşıyoruz ve doğal olarak o karmaşa ortamlarından gelen haberler de daha çok kafaların karışmasına ve kanaatlerin sakat doğmasına vesile oluyor. Bunun en net örneği ise hepimizin günübirlik içiçe yaşadığımız Suriye meselesidir.

Bunun yanısıra salih amellerin en değerli olduğu yerler, şeytan ve nefsin de en çok azdığı yer oluyor. Menfaatlerin ve dünyalık heveslerin etkisinde kalanların umutları törpülediğine rastlıyoruz. Elleriyle ve dilleriyle mazlumların yanında yer alan şahitlerin seslerinin daha çok duyulması gerekirken, hariçten gazel okuyanlar meydanları ele geçirebiliyor. Ve şeytan herkesin kalbine bir ‘acaba’ düşürerek adımları yavaşlatıp hatta tümden durdurabiliyor.

Şüphesiz şeytanın iğvası ve nefislerin azgınlığı her devirde islami hayatımızın en zor engelleri oldular ve öyle devam edecekler. Ne biz şeytansız bir dünya görebileceğiz ne de nefislerimizi yok etmemiz mümkün olacak!
Bu durum salih amellere, ne fiilen katılacakların ne de yardım edeceklerin ecrine asla zarar vermez yeter ki niyetler sahih olsun ve yapılacak işler iyi araştırılıp yapılsın. Meğer ki hata etsek bile ecrimiz devam eder, bu Allah'ın va'didir ve O'ndan daha çok va'dine sadık olacak yoktur.

Yani müslümanlar hatalar edecek ve biz onlara her şekilde destek olmaya, yardım etmeye devam edeceğiz! Biz onları hatasız insanlar oldukları için değil; Aziz ve Kahhar olan Allah’a inanılması gerektiği gibi inandıkları ve O’nun Rasulü’nün getirdiklerine ve öğrettiklerine yine O’ndan bize aktarıldığı sarıldıkları, sonra da bu yolda güzel örnekler olan salihlerin yollarını takip ettikleri,  Allah için zulme karşı mücadele ve mücahede ettikleri için seviyoruz. Hataları için imkanı olanlarımız nasihat edecek ve düzeltmek için yapabileceğimiz birşey varsa yapacağız, değilse hataları yayıp ğıybet ve nefrete sebep olmayacak ancak selim bir kalple dualar edeceğiz, zira dua rahmete vesiledir.

Örneğimize dönecek olursak; Suriye bugün dünyanın tüm şeytanlarının cirit attığı ve herkesin kozunu paylaştığı bir savaş alanına dönüştü, haliyle karmaşa ve anlaşmazlıklar kadar menfaatler ve ihanetler de orada savaşıyor. Biz yalnız gözlerimizle gördüklerimizden ibaret bir dünyada yaşamıyoruz. Görünmeyen ordularla da savaşmak zorundayız!

Her birimiz bir tek şeyden kesin olarak emin olabiliriz; o da kalplerimizde yalnız bizim ve Allah'ın bildiği niyettir. İşte bu niyet sahih olur ve yalnız Allah'ın rızasını gözetir isek üzerimize düşeni yapmış olarak hayatımızı devam ettirir o hal üzre de can veririz inşaallah. Niyetlerimizi sık sık kontrol etmek ve risklerimizi gözardı etmemek, kişisel gönül huzurumuz için olduğu kadar, bir ferdi olduğumuz toplumun ruh yapısını oluşturan bir parça olmamız hasebiyle umumun hayrına olacaktır.

‘Elimizden ve dilimizden insanların emin olduğu’ bir hayat yaşayabilmek elbette kolay olmayacak ve şeytan ile avanesi üstümüze gelmeye devam edecektir. Biz de kalplerimizi ve niyetlerimizi ‘sünnet ve cemaat’ içinde kalarak terbiye ve kontrol edeceğiz ki ümmet olmanın rahmet ve bereketinden faydalanalım.
Umarım Allah kalplerimize sekinet verir ve bizi hayra meylettirir...

Her birimizin üzerinde emeğimiz olan birilerinden beklentilerimiz ve dahası hesap sorma ya da en azından sorgulama hakkımız vardır. Aileden başlayarak ümmete varıncaya kadar kademe kademe sorumluluk ve etkileri itibariyle çeşitli derecelerde de olsa muhataplarımızla münasebetlerimiz hayatımızın dahası ahiretimizin de göstergesidir.

‘Yaşadığımız gibi ölecek, öldüğümüz gibi dirilecek ve dirildiğimiz gibi muamele göreceğiz!’

Kendilerine karşı sorumluluklarımız olan insanların bizi hesaba çekme haklarının olduğunu gözardı etmezsek karşılaşacağımız tenkit ya da sorgulamalarda daha basiretli ve hayırlı yollar bulacağımız büyük bir ihtimaldir.
Belki de en çok ihtiyacımız olan ve en büyük kaybımız olarak karşımızda duran şey adalettir. Nefislerimize karşı adil olmak durumundayız; kendimizden hem de güç ve kapasitemizi bile bile yapabileceğimizden fazlasını beklememek ve fazlasına talip olmamak gibi. Aile fertlerimize ve çevremizdeki diğer yakın münasebetlerimiz olan insanlara karşı da aynı şekilde adil olmak zorundayız. Verdiğimizden fazlasını beklemek ya da sahip olduklarından daha fazlasını istemek adaletin zeminini yok eden hususlardır.

Yaşadığımız topluma adil bakmak, adil davranmak ve adil beklentiler içinde olmak, ‘elimizden ve dilimizden insanların emin’ olacakları bir şahsiyet sergilemek, insanların en hayırlısının ümmetinden bir fert olduğumuza muarız ve hatta düşmanlarımızın bile şahitik edecekleri adalet ve hakkaniyetin canlı birer temsilcileri olarak yaşamak, yürümek ve durmak varlığımızın ve adımızın anlamıdır.

Adalet, hakka yol vermek ve zulme mani olmak şeklinde özetlenirse belki meramımın anlaşılması kolaylaşacaktır. Bunu pratiğe dökerken sahip olduğumuz fıtri meziyet ve karakter kalitesi ortaya çıkacak ve asıl hak sahibi bizden olmayanlar ve belki de zulmedenler bizden olanlar iken adaleti ayakta tutma başarısı gösterebilmek dünyanın gördüğü, göreceği en güzide insan toplumunun temelini ortaya koyacaktır.

‘Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletten ayrılmaya yöneltmesin. Adaletli davranın; bu takvaya daha yakındır. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah sizin işlediklerinizden haberdardır.’ Maide 8


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...