Hepimiz
yaratılışımızdan gelen bir emniyet arama ve huzur arzusu ile kıvranıp
duruyoruz. Yaşadığımız toplumlardaki sorunlar, şehirlerimizdeki dertler hatta
trafik gibi meseleler, devletlerimizin politikaları, idareci ve görevlilerin
istismar yahut hataları, muhatap olduğumuz hukuksuzluklar, içimize sinmeyen
uygulamalar, enerji kesintileri ve hiç unutulmaması gereken internet sorunları
gibi güncel ve sürekli güncellenen meselelerden öyle ya da böyle rahatsız
oluyor ve hep daha iyisini, daha sorunsuzunu, daha çok işimize geleni, daha çok
huzur üreteni, dah açok güven vereni, daha çok emniyet sağlayanı istiyoruz.
Bütün beklenti ve
ihtiyaçlarımızı karşılamayı umduğumuz bir sosyal çevremiz var ve birçoğumuz
bundan da şikayetçi ama değiştirme imkanı bulamadığı için katlanmaya devam
ediyor. Herşeyin üstünde ise devlet kelimesiyle ifade ettiğimiz ve içine
belediye hizmetlerinden uluslararası ilişkilere kadar herşeyi sığdırdığımız ve
zirveden sokağa hemen hiç birimizin tam olarak memnun olmadığı bir düzen var.
İnsanoğlunun
hayatını düzenleyen prensipler, temelde mutlaka onları yaratan ve ihtiyaçlarını
da zaaflarını da en iyi bilen Allah(cc)’in sınırlarına (hududullah) uygun olmak
zorundadır. Bu sınırlar çiğnendiği ölçüde insanlar mutsuz ve memnuniyetsiz
olurlar. İşin bu boyutu apayrı bir mecraya uzandığı için sadece hatırlatma
yetinip konumuza devam edelim.
Mükemmel sosyal
hayat düzeni ya da devlet arayışının günümüzde samimiyetle savunucusu olarak
takdim edilen bir çok kişi ya da kuruluşun hatta bizzat devletin aslında bir
hayali tablo çizip onu pazarladıklarını düşünüyorum.
Batı dünyasının
bu konuda da hemen diğer her konuda olduğu gibi insanları avuttuğu ortada. İdeal
devlet olarak bize sunulan ve tamamı batıda olan devletlerin aslında içlerinde
ne kadar büyük ve ağır sapmalar, bastırılmış kinler barındırdığı en küçük
dürtülerle ortaya dökülen vahşetler yahut fıtrat dışı muamelerle kendini
gösteriyor.
Bunlara örnek
vermek biraz gereksiz geliyor, zira azıcık batı gündemini takip edenler sık sık
tekrarlanan bu gibi olayları duymaktan tiksinmişlerdir bile... Asıl mesele ise
onların bu bastırdıkları düşmanlık ve kini fırsat bulduklarında fütursuzca
bizim coğrafyamızda da sergilemeleridir.
Sundukları ya da
va’d ettikleri şey yeryüzünde pratiği olmayan, olanların da içi boş birer
yalandan ibaret olduğu herkesçe görülemeyen bir ideal devlet ütopyası. Bunu
bazan krallar bazan seçimiş idareciler eliyle gerçekleştirmeyi teklif
ediyorlar. Nasıl olsa asla gerçek olmayacağından emin oldukları halde halkları
avutmak ve asıl hesaplarını görmek için her türlü propağanda yalanını sınırsız
kullanıyorlar.
Batı dünyasının
ideal devlet hayalini en pratik uyguladığı topraklar aslında Amerika kıtasının
kuzeyidir yani bugünkü Birleşik Devletler ve Kanada coğrafyası. 200 yıldır
devam eden iç karışıklıklar ve kapalı toplum uygulaması bir yana arada yaşanan
küçük çaplı katliamlar ve patlayan ırkçılık bu toplum modelinin hayal olduğunu
anlatıyor. Buna rağmen ellerindeki medya gücüyle dünyaya hem de kelime olarak
tam da rüyayı kullanarak bir hedef toplum, ideal toplum örneği olduklarını empoze
etmeye devam ediyorlar. Ezilen, horlanan ve fakir bırakılan dünya halkları da
filmleri ve ekranları yutkunarak seyredip bu hayalin rüyasını bile görmeyi
mutluluk olarak algılıyorlar.
Sundukları
özgürlük ütopyasının içinin boş olduğunu anlamak için batıda yaşayan
müslümanların karşılaştıkları kötü muamele ve fikir sınırlamaları yeterli
aslında; onlar herşeyi yalnız kendi seçkinleri ve seçtikleri için istiyorlar.
Onların beğenmediği bir fikrin özgürlüğü de olamıyor, ifadesi de...
İnsan hakları ve
düşünce özgürlüğü batının uydurduğu yalanların en büyüklerinden olarak
söylenmeye devam ediyor. Bu ütopik yalana kananlar ise kendi ülkelerinde
herkesin bu yalana kendileri gibi inanmasını istemek gibi tuhaf bir amacın
peşine takılıp kavgasını veriyorlar.
Devlet dediğimiz
şey toplumun özeti ve küçük bir aynadan görünen ters yansımasıdır. İdeali ve
hatasızı yoktur ve olmayacaktır. Olmuş olanı vardır elbette ama idarecisi bir
peygamber olunca yaşanmış ve bitmişlerdir. Davud(a) ve Süleyman(a)
peygamberlerin devletleri gibi cihana, Muhammed(sas)’in devleti gibi bir
coğrafyaya düşen rahmet yağmurları olmuştur; Muhammed(sas)’in örnek saadet asrı
ise kıyamete kadar görülebilecek, sunulabilecek, hedeflenebilecek yegane ideal
devlet yapısını sunmuş ve önümüze koymuştur.
Gerçek ideal
devlet ya da toplum anlayışında fikir özgürlüğü dediğimiz şey yoktur; marufu
tavsiye münkeri nehyetmek vardır.
Hiç kimsenin
özgürlük adına; şerri, melaneti, fuhşu ve rezaleti savunma, ifade etme ve
insanları buna davet etme, reklamını yapma gibi bir özgürlüğü olamaz! Özgürlük
hayra davet ve maruf olanı yani helal ve temiz olanı, yani güzel ve faydalı
olanı, yani fıtrata ve hududullaha uygun olanı ifade etmek, savunmak ve
yaşamaktır.
İdeal bir
toplumda insan hakları değil kul hakkı esas alınır ve olay çözülür. Kul hakkı
meselesinin nasıl devasa bir toplumsal çare olduğu konusu çok daha geniş
anlatılması gereken ve mutlaka her birimizin hassasiyetle bilmesi ve uyması
gereken bir konu olduğunu söylemekle iktifa edelim. Farkında olmamız gereken
dev gerçek şudur; sadece kul hakkı konusunu topluma hakim kılmak bile tek
başına zulmü ve adaletsizliği yok edebilecek etkendir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder