İnsan
fikriyatının temel gelişim kaynağı vahiy olmakla birlikte, vahiyden beslenen ve
peygamberlerin sünnetleriyle büyüyen hayat tarzının veya dinin karşısına kadim
bir gerçeklik olarak çıkan şeytani fikir ve pratikler, bir bakıma bilinçli
refleksler denebilecek, biraz da zaruri savunma mekanizmalarının gelişmesine
sebep olmuşlardır. Vahyin kaynağı ilahi olsa da muhatabı insandır ve fiiliyatta
insanın gayet beşeri davranışlarla vahyi yaşaması ve savunması; fıtratından
gelen ve kabul edilebilir sınırlar içinde kaldığı müddetçe de dinen sakınca
görülmeyen bir durumdur.
İslam’ın dünyaya
ilk yayıldığı dönemlerde, fethedilen yeni coğrafya ve toplumların sahip
oldukları doğru ve yanlışlarıyla birlikte İslam toplumunun içine karışmaları da
kaçınılmaz bir sonuçtu. İslam, insanlara sahip olduğu mutlak hakikat ve üstün
hayat nizamıyla sunduğu adalet kadar, sağladığı emin ortamlar vesilesiyle de
yaklaşmış ve kabul görmüştür.
Her yeni düşünce
ve ideolojik akımın İslam’ın temel esaslarına riayetle irdelenmesi ve gerekli
reddiyelerin hazırlanması kültür tarihimizin önemli bir yerini oluşturuyor.
Bunlardan bir kısmı gerekli ıslah çalışmaları yapılarak sindirilmiş yani günün
şartlarına göre toplum hayatı için gerekli görülerek kullanımına yol açılmışsa
da bir kısmı da kesin olarak reddedilmiş ve yasaklanmıştır. Bu yargılara genel
duruma bakarak biraz da kabaca detaylara inmeden varıyoruz. Aksi halde dönem
dönem elbette istisnalar olmuş, doğru ve yanlışlar yapılagelmiştir.
Son yüzyıllara
gelindiğinde, hele de Osmanlı’nın devlet olarak tarih sahnesinden çekilmesiyle
oluşan ‘kara delik’ islam’ın kültürel toplumunu yutarak yerine batıdan gelen
sellerin üstünde biriken çer-çöp yığınlarıyla oluşan bir garabet bıraktı. Fikir
dünyamızın yüzyıllar boyu içine aldığı ve sürekli sindirmeye çalışmaktan
yaşadığı bünyesel yorgunluk üstüne bir de iç ve dış hastalık ve darbeler
eklenince karşımıza başlangıcı ve sonu tanımlanamayan metamorfoz geçirmiş yeni
bir toplum çıktı.
Bu geçiş
sürecinde ara ara, bünyede sağlam kalan hücreler savunma maksatlı refleks ve
seğirmeler türü tepkiler vermeye devam etti. Tüm müdahale ve zehirli
aşılamalara rağmen derinlerde bir yerde ‘imanın güneş yüzlü çocuğu’ hayatta
kalmayı başardı.
Ne gariptir ki
İslam’ın ‘elit tabaka’ ‘ entel kesim’ gibi bir yaklaşıma hiç izni olmadığı
halde İslam toplumlarında böyle bir kesim türedi. Bunlar halkın planlı ve
maksatlı olarak cahil bırakılmalarının sonucu, belki de yine zaruretten ortaya
çıkan bir tür savunma güçleri oldular. Ancak giyindikleri elit ve entel
kisvenin İslam ıstılahında karşılığı olmayınca, mücadele ettikleri akımlara
benzemekte bir sakınca görmediler.
Önce görüntü ve
konuşmaları değişti, sonra artık ortada olmayan ve batıl fikirleri sindiren
İslam toplumunun yokluğunun getirdiği -aslında ihtiyaç olmaması gerekirken
mahkum oldukları- sahipsizlik sebebiyle bu defa sindirilmeye başlandılar. Öyle
bir noktaya gelindi ki artık onların makbul olup olmadıklarının ölçüsü İslam
değil mücadele etmekle yükümlü oldukları batıl oldu.
İşte bu noktada
karşımıza İslamcılık çıktı. Tabiri caizse; her yanından batılın mide suyu akan,
sindirilmiş ve bastırılmış fikirlerin yılmaz savunucusu, ekranların vazgeçilmez
unsurları, köşelerin susturulmaz kalemleri, kitapların verimli yazarları,
söyleşilerin değişmez elemanları, belediyelerin kadrosuz müdürleri, islamcılar,
islamcılarımız...
Usul ve üslubu
batılı, kılık ve kıyafeti batılı, sesi ve kelimeleri batılı, bakışı ve görüşü
batılı, duruşu ve yürüyüşü batılı ama hepsinden önemlisi batılı bir oturma
eylemi oluşu ile islamcılık ve islamcılar.
Evet artık ağır
bir şekilde eleştirilmeyi ve reddedilmeyi hak eden bir islamcı elitimiz var.
Zira bunca yıldır elimizde kalan içi boş bir islamcılık var bir de bu işten
ekmek yemiş bu elitlerimiz ki yedikleri helal olsun, dünya belki de böyle bir
yerdir ve onlar haklıdırlar, ne diyelim?
İslam, fikir
üretilmek için vahyedilmiş bir din değil hayat usulü tayin eden ve bir fıkıhla
yaşanan biir hayat düzenidir. Birilerine reddiye yazmak ve batılı ortaya koymak
elbette bir gerekliliktir ancak herşey bundan ibaret değildir ve olamaz. Hele
oturduğu yerden birşeyler söylemekten başka bir eylem türü olmayan biraz siyasi
biraz da dini bir akım olunca konumuz, buna verilecek en uygun ad herhalde ‘bir
oturma eylemi türü olarak islamcılık’ olacaktır.
İslam’ın
anlaşılması için; girift cümlelere, edebi yaklaşımlara, süslü ekran yüzlerine
değil aksine hakikati bilen, yaşayan ve bunu hali ve diliyle aktaran alim ve
fazıl önderlere ihtiyaç vardır. Batılı taklitten ve onlara benzemekten
gocunmayan bir örneklik bizden uzaktır, uzak olmalıdır.
Müslümanlık, tam
ve kamil olarak İslam üzere yaşamak için tüm imkan ve gayreti ile çaba
sarfetmektir. Kesin delillerle sabit bir imanı ve kendine özgü bir fikir dünyası olan, sahih ve sağlam bir
düşünce yapısı ile salih bir amel pratiğine sahip olan insandır müslüman.
Yine de haklarını
heba etmemek ve hesap gününde mesul olmamak namına, yaptıkları şeyin İslam ve
müslümanlara faydası olması için dua etmemiz gerekiyor. Şüphesiz kalpleri bilen
ve niyetlere vakıf olan Allah(cc)’tır. Ve her birimiz her şeyimizden hesaba
çekileceğiz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder