Müslümanlar
olarak vahyin direk düzeltmeleriyle eğitilen birinci nesilden itibaren
ihtilaflarımızın devam ettiği bariz bir gerçektir. Birileri hatalar yapmıştır
ve yeni nesiller de mutlaka yapacaktır. Biz günahsız veya hatasız bir ümmet
veya toplum hayal etmiyoruz dahası bunun imkansız olduğunu da kesin olarak
biliyoruz.
Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak
eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tevbe eden kullar yaratırdı. (Müslim)
İnsanlar arasındaki
en yaygın ihtilaf, insanların idaresi ve ülkelerin zenginliklerinin
sahiplenilmesi gibi konularda çıkmıştır. İslam’ın müslümanlardan istediği ise
yeryüzünde adaletin ikame edilmesi ve Allah’ın dini ile insanlar arasında engel
olarak bulunan kişi, kurum yahut devletlerin aradan çıkartılmasıdır ki buna
islam ıstılahında cihad denilir. Engeller ortadan kadırıldıktan sonra insanlar
İslam’ın davetine muhatap olur ve kendi tercihleriyle kabul yahut reddederler.
İslam ümmetinin
tarih boyunca ayrılık ve savaşlarına baktığımızda genel manzara, fikir veyahut
meşrep hususlarında birbirleriyle anlaşamasalar bile sözkonusu İslam coğrafyası
ve halkı olduğunda, müslümanların maslahat ve menfaatlerini temin için biraraya
geldiklerini görebiliyoruz. Zaten bu birliği gerçekleştirdiğimiz devirlerde hem
biz hem de dünya huzur ve güvene kavuşmuş, bizim dağıldığımız dönemlerde ise
hem ümmet hem de dünya halkları ifsad ile helak olup gitmişlerdir.
Büyük bir iddia
gibi görünen bu son cümlelerin şahidi hem uzak tarih hem de neredeyse günü
gününe bildiğimiz yakın tarihtir. Sadece son 100 yılda İslam’ın izzet ve
aadaletini temsil eden bir otoriteden mahrum kalan yeryüzünde, gerek özelde
İslam coğrafyasında gerekse genelde tüm dünyada yaşanan katliam ve soykırımlar
bu büyük gerçeği anlatıyor.
Biz neyi
kaybettiysek onu yine kendimizde bulmak zorundayız. Bu sebeple her bir ferdimiz
kendini ve en küçüğünden en büyüğüne her bir cemaat, meşrep, tarikat yahut
mezhepte kendini, duruşunu ve mensuplarını sigaya çekmek durumundadır.
İhtilaflarımız
olacaktır; kavgalar edilecek, tartışma ve ayrışmalar yaşanacaktır. Allah’ın her
birimiz ve her bir toplumumuz için tayin ettiği imtihan ve belalarla
karşılaşacak ve sabırla ahiret yolculuğumuza devam edeceğiz.
Bizi bir arada
tutacak yegane bağ, umumi olarak hepimizin salah ve menfaatine olan şeyde
birleşmemizdir. Bunu alimlerimiz siyaset olarak tarif ederler. Bu konuda
herhalde en net izahlardan birini Osmanlı’nın son devir alimlerinden, Hanefi
fıkhının güzide fakihi, İslam’ın ve ilmin parlak ışığı İbni Abidin(ra) yapar:
Siyaset; halkı, dünya ve ahirette kurtulacakları
yola irşad etmek, onların salah ve menfaatlerine çalışmaktır.
İşte tam da
burada eklemek istediğim, hakkında pek çok söz söylenen İslami hareket
mefhumunun aslında bu siyaset tarifinden ibaret olduğu yahut olması
gerektiğidir. Yani ortada İslam hareket, cemaat, tarikat ve meşrep namına ne
kadar farklı metod veya yol var olursa olsun, nihayetinde tamamı bu çizgiye
uymak zorundadır.
İslam adına
hareket eden, konuşan veya yürüyen herkesin, ümmetin dünya ve ahiret
kurtuluşuna vesile olmak, kurtuluş ve faydaları için çalışmak zorunluluğu
vardır. Aksi halde kendini İslam’a, İslami harekete izafe edemez, etse de
bizden kabul görmemesi gerekir.
İslami siyaset
veya hareketin dünya ve ahiret temelli iki ayrı menfaat ve kurtuluş hedeflemesi
asla gözardı edilemeyecek bir özelliğidir. Sözkonusu İslam ümmeti olunca
dünyada da ahirette de kurtuluş ve menfaatlerinin gerçekleşmesi her müslümanın
ana hedefidir. Ne dünyada bir ümmetin helakına göz yumulabilir ne de ahirette
bir tek ferdin helakı hoş görülebilir.
Allah’ın bizi
tayin ettiği vazife; dünyada imar ve ıslah, ahirette ise felahtır, yani
kurtuluş...
Biz her ne kadar
gözardı etsekte dünyaya Allah’ın çizdiği nizam böyle yürüyor. Gayri müslimler
yahut müstekbir zalimler bize baktıklarında bu kıstasla bakıyorlar. Çok garip
ve ilginç değil midir, bir gecede binlerce mazlumu vahşi şekilde katlederek
iktidarı ele geçiren, zalim bir diktatör olan
Mısır’ın Sisi’sinin batıda bağırlara basılması! Ve yine çok garip değil
midir, kendilerinin tayin ettiği demokratik metodlarla iktidara gelen
Türkiye’nin Erdoğan’ı veya Mısır’ın Mursi’sinin hatta Filistin’in Heniyye’sinin
asla makbul lider görülememesi... Daha da ileri gidilerek bunların
diktatörlükle yaftalanmaya çalışılması size de komik gelmiyor mu?
İşte tam da bu
noktada batının olaya bakışındaki berraklık bizim de zihinlerimizi açacaktır.
Kim batıya ve batıla hizmet ediyorsa, yönetim şeklinin, mezhebinin, meşrebinin
dahası halkına reva gördüğü zulümlerin hiçbir mahzuru ve önemi yoktur. Kim de
islam’ın ve müslümanların salah ve menfaatlerine dair bir iş tutuyorsa veya
öyle bir ihtimal varsa meğer ki kendi çizdikleri yoldan gelmiş olsun asla kabul
görmeyecek ve tabiri caizse şeytanlaştırılıp taşlanacaktır.
Bu noktada sözü
uzatmadan bize getirelim; halk ve alimler olarak biz müslümanların ihtilaf veya
kişisel/cemaatsel menfaatlerimiz eğer bizim için umum ümmetin salah ve
menfaatinden değerli ise biz bu ümmete ve islami harekete/siyasete mensup
değiliz demektir.
Mensup olduğumuz
yapılar ve peşinden gittiğimiz şahıslar, bizi dünya ve ahirette kurtuluş ve
menfaatimize olacak bir yola iletiyor ve bunu tüm ümmet için istiyor,
hedefliyor ve bu uğurda gayret ediyorlarsa doğru yerdeyiz demektir.
Bu yazılanları
çok söz söylenmesi gereken bir konuya giriş kabul edelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder