Fitnelerin ana
kaynaklarından biri olan kavmiyetcilik veya kabilecilik gibi asabiyetleri körü
körüne savunmak anlamında ıstılahımızda yer alan taassup, giderek dermansız bir
hastalık gibi tüm yapılarımıza sızdı ve iğrenç bir bakteri gibi ele geçirdiği
unsurlarımızı kendine asker edinerek bizimle savaşmaya devam ediyor.
Geçtiğimiz hicri
asrın başlarında kavmiyetçilik hastalığımız dışardan yapılan müdahalelerle
uzuvlarımızın bedenden kopmasına kadar ilerlemişti. Ancak o kadar teslim olduk
ki bu mikroba, kopan organlarımız da içten içe envai türden asabiyetlerle kavgaya,
dağılmaya ve yok olmaya mahkum oldu.
Hani biz ‘müslümanlar
bir bedenin azaları’ idik ya, işte o minvalde bakınca halimize ortaya her bir
uzvu bir başka köşeye düşmüş ve kendi yaralarıyla kıvranan başsız bir beden
görüyoruz.
Bu vahim tablonun
sonucu olarakta acı, kan ve gözyaşı semtimizden eksik olmuyor...
Hal bu ise,
bizden beklenen en normal davranış iyileşmek ve bütünleşmek için gayret etmek olmalıyken
ortaya koyduğumuz duruş ve özellikle birbirimize karşı sergilediğimiz kardeşlik
hukukuna sığmaz tavır, aslında daha kötüsünü hak etmişken Allah’ın rahmeti ve
lütfuyle bu halimizin devam ettiğini bir kere daha itiraf etmek zorundayız. Hak
etmediğimiz nimetler ve rahatlıklar içinde yüzerken, şükrünü eda etmekten aciz
kaldığımız imkanları kullanmaya bile tenezzül etmezken, kendi iç dünyamızdaki
pişmanlık duygusunu birbirimize saldırarak bastırmaya çalışıyoruz.
Hepimiz bir
diğerinin ne kadar az iman ettiği, ne kadar az salih amel ve ne çok günah
işlediği, ne kadar kötü müslüman olduğuyla meşgulüz. Cemaatlerimiz ve
hocalarımız tartışılmaz en önemli aidiyet duygularımızı temsil ediyorlar. En
doğru olan biziz, kesinlikle!
İçimizden bir
zümreye göre kendilerinden başka herkes zaten kafir. Biraz derin sorguladığımızda
neredeyse her grubun böyle düşündüğünü ya da gönlünde gizlediği gerçeğin bu
olduğunu görmek mümkün.
Bir gruba göre
ise iman ve tahkiki imandan daha önemli bir mesele yok, olamaz. Halbuki her
grubumuza göre en doğru şekilde iman eden yine kendi grubu olduğundan bu
noktada da anlaşma sağlanamıyor.
Bir başka gruba
göre zikir ve nefis tezkiyesi ile meşgul olup nefsini kurtarmaktan daha önemli
bir vazifemiz yoktur. Ancak bunu da ancak her grubun şeyhine tabi olunarak
yapmak mümkün yoksa kurtulmak hayal oluyor.
Bir diğerine göre
elinde silah olmayan zaten baştan kaybetmiştir. Herkes silaha sarılmalı ve
savaşmalıdır yoksa kurtuluş mümkün değildir. Bunu da tabii ki yine herkesin
kendi grubuyla yapması gerekiyor yoksa cihad bile olmuyor.
Tabii ki
ayrılıklarımız bunlardan ibaret değil, saymaya devam etsek kimbilir daha kaç
çeşit İslami yapı ve düşünce var. Her bir grup ya da fikir yapısının ayrıca
kendi içinde de sayısız türlere ayrıştığını hepimiz biliyoruz.
Onların partisine
oy vermeyenleri tekfir edenler, şeyhlerine bağlanmayanı şeytanın müridi ilan
edenler, lliderlerine beyat etmeyeni cahiliye ölümüyle öldürenler ve hatta
kafir gördüğü için şehadet kelimesini söylerken bir mü’minin başını kesenler...
Tabii ki
hepimizin Kur’an ve Sünnet’ten sayısız delilleri var.
Bazılarımıza göre
Nebi(sas), kuşu ölün bir çocuğa taziyeye giden bir şefkat abidesi iken bir
başkasına göre elinde mızrakla Uhud meydanında bizzat eliyle müşrik öldüren bir
mücahid, bir diğerine göre ise O, tüm vaktini tevbe ile geçiren, namaz
kılmaktan ayakları şişen muhteşem bir abid kul, çok iyi bir eş ve baba olarak
tanıyanlarımız da var tabii ki.
Hepimiz kendi
yaramıza merhem olan dermanı O’nun eczanesinden alıyoruz ve bunda bir sorun yok
hatta yapmamız gereken de bu zaten. Ancak O’nu ve dinini elimizdekinden ve
bizim hoşumuza gidenden ibaret saymamız en büyük hatamız.
Bu noktada en
büyük sorumluluk ve vebal elbetteki cemaatlerin liderlerine ve hocalarına, daha
ıstılahi ifadesiyle alimlere ve emir sahiplerine düşüyor.
Herşeye rağmen
alimlerimizden, hocalarımızdan umutluyuz, umutlu olmak zorundayız; onlar bizi
toparlayacak, birleştirecek ve hayra davet edecek olanlar, onlar bizim yolumuzu
aydınlatan kandiller olacaklar. Kendilerine hürmet etmeyi marifet sayacağız ki
onlar bize rehberlik marifeti gösterebilsinler.
İslam’ın en büyük
garipliği; bu dinin önderlerinin acziyeti ve bu dinin evlatlarının cehaletidir.
Bu garabetten kurtulmadan başka birşeyden kurtulmamız mümkün görünmüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder