Dünyamız, -bize çok uzun zaman gibi gelen- bin yıllardır
insanoğlunun yaşadığı ve kendi cinslerine de diğer mahlukata da her nevi zararı
verip, tahribatı marifet bildiği dönemler geçirdi. Devirler döndü, devran
değişti ama değişmeyen bir tek insan kaldı.
İnsan, kendini ilah bilip hükmünü diğer insanlara ve
canlılara dayattığı zaman, ondan daha tehlikelisi olmadı. Yaktı, yıktı…
Otorite ve gücünün sarsılma ihtimaliyle çılgına dönen
tiranlar ve azgın halklar, genelde zorla ama bazen de manipülasyonlarla
insanlara hükmetmeye devam ettiler.
Allah(cc)’in insanlar için hüküm ferma kıldığı yaşam tarzı
ve hayat düzeni, bu tipler tarafından kesin ve mutlak olarak reddedildi. Zira onda,
ilahlaşan insanlar ve insanlar başta olmak üzere, tüm canlılara zulmeden bir anlayışa
izin ve yer yoktu.
Bu minvalde emperyalist düzenler ve milletler oluştu.
Günümüze kadar devam eden bu sistemlerin kurbanları hep, güçsüz ve ezilen
milletlerin halkları oldu. Toprakları ve zenginlikleri ellerinden alınan, nesilleri
ve gelecekleri çalınan birçok millet, sömürgecilere sevdalansa da, sürekli ve
düzenli bir verim elde etmek isteyen emperyalistler, psikolojik olarak
fertleri, sosyolojik olarak toplumları, kendilerine bağımlı, boyun eğmiş ve
hatta sadakat ve minnetle hizmetten zevk alan köleler haline getirmek için, gerçek
dışı birtakım manipülasyonları kullandılar.
Emperyalist ve kapitalist efendilerin, dünya halklarına
uyguladıkları en yaygın ve makbul manipülasyon yöntemi olarak karşımıza
demokrasi çıktı. Kendi yöneticilerini seçtiğini ve istediğinde onları
değiştirebildiğini zanneden kitleler, içinde bulundukları halle mutlu oldular,
olası rahatsızlıklarını da demokrasi içinde nasıl olsa çözeceklerine inanarak
yaşayıp gittiler.
Bu minvalde; demokratik ülke örneklerinden, Avustralya, Yeni
Zelanda ya da Kanada gibi bazılarının, aslında birer İngiliz sömürgesi olduğu
ve ülkelerinde bulunan sömürge valisi onaylamadan herhangi bir kanun
çıkaramadıkları gibi, hükümetlerini de vali onaylamadan göreve başlatamıyor
oluşları bile, bu büyük ve makbul manipülasyon içinde eridi gitti.
Batılıların monarşik demokrasileri ile doğunun demokratik diktaları
gayet güzel anlaşabildiler. Demokrasinin polisi Abd ile kraliyetin en ağır
şekilde uygulandığı Suud rejiminin gayet mutlu ve mesut bir ortaklığının oluşu
da demokratik masalların büyüsünü bozamadı.
Gerekli gördüğü toprakları işgal eden, gerekli gördüğü
silahları sivil halk üzerinde denemekten utanmayan ama belirli aralıklara güya
seçim yaparak başkanlarını seçen Rusya gibi devletler bile demokratik kabul
edildi.
İşgalle kurulduğu günden beri, yerli halkı sürgün eden, öldüren
ve topraklarını, ağaçlarını yakıp yıkan İsrail rejimi de oldukça demokratik tabii
ki!
Halkının yarısını mülteci olmaya zorlayan, yüz binlercesini katleden,
işkence ve kötü muamele kelimelerinin basit kaldığı bir düzen kuran ve emperyalistlerin
himayesinde devam ettiren Suriye’nin Baas rejimi de sonuçta seçimle gelmiş bir
başkan tarafından yönetilen demokrasi.
İslam dünyasının her yerinde fitne ateşleri yakan, savaşlar
çıkartan ve nihayetinde ana hedefi Pers emperyalizmi olan, İslam ile süslenmiş
İran rejimi de demokratik baya. Seçimler yapılıyor, insanlar özgürce oy
veriyorlar ya, daha ne istiyorsunuz?
İşin aslı, demokrasi ya da şeriat, monarşi ya da mutlakiyet;
insanların asıl derdi yönetim şekli değil, refah ve adalet dengesinin kurulmuş
olmasından ibaret, adına ne dendiğine kimse bakmıyor, üzerinde kafa da
yormuyor.
Bütün halkın memnun ve mesrur olacağı bir yönetim şekli
yoktur. Ancak bütün halkın elindekilerle yetindiği, hakkını elde ettiğine
inandığı ve hukuk sistemine güvendiği sistemler vardır.
Kendinden olana farklı, diğerlerine farklı bir adalet
sistemi olamaz, olsa da adı adalet olmaz. İşte sadece bu yüzden bile demokrasi
uzun bir masalın adıdır.
Allah(cc) ile kulları arasında engel olan tüm şahıs ve
yapıları ortadan kaldırmak gibi ulvi bir maksat, emperyalist hedeflerle yan yana
gelemez.
Yeryüzünde adaleti tesis etmek için gereken her şeyi yapmak,
gerektiğinde dünyanın bir diğer ucuna gitmek ya da ordular göndermekle;
sömürgecilik ve işgal için aynı yollardan geçmek asla aynı olmaz, olamaz.
Birinde özgürlük ve haklar teminat altına alınırken,
diğerinde yok sayılır. Birinde halkın diline, dinine, ırkına/nesline,
aklına/fikrine ve malına kesinlikle dokunulmazken, diğerinde bunlar ayaklar
altına alınır.
Batının gücü demokrasi masalından değil zenginliğinden
geliyor, doğunun ezikliği de fakirlikten. Krallarının önünde saygıyla eğilen
zengin Japonlar gayet medeni iken, kabile reisine sadakatle bağlı olan fakir
Afrikalılar geri kalmıştır!
Yazı burada bitmek durumunda, gazetede fazla yer kaplamamalı
ama demokrasi masalı devam ediyor, bütün hayatımızı kaplayarak hem de…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder