Şüphesiz
insanlar arasındaki iletişim ve anlaşmanın olmazsa olmaz ilk kuralı, kelime ve
kavramların anlamları konusunda bir fikir birliği sağlamaktır. Yani duvar dediğimizde
hemen hepimizin aynı şeyi anlaması ile dam dediğimizde başımızın yukarı
çevrilmesi gibi bir şeyden bahsediyorum.
Tabii
ki, istisnai bakış açıları ile her kavrama birtakım manalar yüklemek mümkün.
Gönüllü ya da gönülsüz ama bilerek ve isteyerek çarpıtmaları da bir kenara bırakırsak;
aynı kelimelerle konuşanların değil aynı manaları kabullenenlerin daha iyi anlaştığı
pratik bir gerçek.
Bilginin/İlmin
temeli kelimelerdir ki, Adem(a)’a ilk öğretilen ve onunla Meleklere üstünlük
kurması sağlanan şey; kavram bilgisidir. (Bakara 31)
Doğru
ve yanlışı ayırt edebilmek, daha iyisini ve güzelini tayin edebilmek, hayırlı
ve bereketli işler yapabilmek gibi, değerli gayelere ulaşmanın, bilgiye
dayandığını söylemek abartı olmayacaktır.
Ancak kafa
lüksünü bozmak istemeyenlerimiz, düşünmek gibi bir iş için enerji harcamaya zahmet
etmeyenlerimiz her zaman olduğu gibi günümüzde de bolca var. Bunun doğal sonucu
olarak karşımıza, başkalarının fikir ve sözlerini taklit etmek ve savunmak gibi
bir hal çıkar.
Kendisine
ait olmayan fikirleri canhıraş bir gayretle savunanların asıl sıkıntısı, akıl ve
idraklerini kullanmak zahmetinden kurtulmuş(!) olmaktır. Bu kolaycılıktır hatta
bedavacılıktır.
Hakkında
bir delil bilmediği şeyi savunmak ya da reddetmek, tam olarak yobaz kelimesinin
tarifidir. Delil bilmek için okumak ya da ilim meclislerine hiç değilse dinleyici
olarak katılmak gerekir ki, bu da herkese nasip olmayan bir nimettir.
Oysa
gerek savunduğumuz gerekse reddettiğimiz fikir ve olayların delil ve sebeplerini
bilmek, dilimizden dökülecek sözlerin ya da sair azalarımızdan sadır olacak
eylemlerin samimiyet ve kalitesini de direk etkileyen bir olaydır.
Yobazlığın
en doğal sonuçlarından olarak karşımıza çıkan holiganca bir taraftarlık bugün
gerek İslami gerekse sair alanlarda sıklıkla karşılaştığımız bir durum oldu.
Bir
futbol takımını tutan anlamsız ve gayesiz taraftarlıktaki fanatikliğin, -hayata
değer ve anlam katan- inanç, fikir ve eylemler için de aynı seviyede kullanılır
olması, en başta bu ulvi maksatları zedeleyen, sonrasında ise sahibini
değersizleştiren bir yanı var.
Genellikle
bu gibi durumlarda, hak ve hakikat hedefi aranmaksızın, taraftarı olduğu kişi
ya da kurumdan gelen her fikri ve eylemi, çoğu zaman körü körüne ama bazen de
birtakım bahaneler, sebepler, hikmetlerle süsleyerek, sahiplenmek, savunmak ve
karşı olanlara saldırmak bir marifet olarak görülür.
Bizim
adamımız, bizim grubumuz, bizim toplumumuz söz konusu ise, aklımızı
kullanmamıza, delil sormamıza, araştırmamıza ve soruşturmamıza gerek olmaksızın
desteklemek, savunmak, uğrunda kimseyi tanımamak gibi hallerimiz de yobazlığın
göstergesidir.
Bir
olaya ya da fikre karşı çıkmak için yegane kıstasımız, fiilin ya da sözün
sahibi ise; biz bir inancın ya da fikrin yolcusu değil, ortamın hokkabazı bir
dalkavuk ya da iflah olmaz bağnaz bir düşmanızdır, ya da kelimenin tam anlamıyla
yobazızdır.
Bu
noktada iman konusunu ilave ederek olası fikir kaymalarını önlemek gerektiğini
düşünüyorum. Ayet ve hadisler fikrin değil, imanın konusudurlar. Onlar üzerinde
düşünmek için selim bir kalp ve sahih bir ilim arzusu gerekir. Ve tabii bir
nehrin iki yakasını bir arada tutan setler gibi, bu muazzam deryada boğulmayı
engelleyecek birtakım ilimler veya ilim ehli kılavuzlar gerekir.
Ülkemizde
bir dönem, yobazlığın sekülerler tarafından iman edenler için bir hakaret
olarak kullanıldığını düşününce, aslında gerçek yobazların kim olduğu da anlaşılmış
olur.
Allah(cc)
bizi yobazlıktan korusun, verdiği akıl nimetini kullanmayı, hidayet ve rahmet
nimetine layık kullar olarak hayatımızı devam ettirmeyi nasip eylesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder