Hayat düzenimiz dünyaya ilk insanın gelişinden bu yana
oldukça değişti. Kalabalık nüfuslar, büyük şehirler, irili ufaklı yüzlerce
devlet ve devletler arası kuruluşlarımızla, yeryüzünün her yanında ayak basmadığımız
yer bırakmamacasına sürdürdüğümüz koşturmaca, gayret ve bir açıdan delice ama
insanca bir süreç yaşıyoruz.
Dünyanın bir ucunda yetişen meyve diğer ucunda yenilebiliyor
evet ama aynı şekilde, bir ucunda ortaya çıkan hastalıkta aynı hızda dünyanın
diğer ucuna ulaşabiliyor. Bu gibi olağandışı gelişmelerde devletlerin ve diğer
uluslararası kurumların bir nevi rüştü sorgulanıyor.
Otoriter devlet anlayışına hemen hepimiz karşı iken, yaşadığımız
günlerde devletler hayal bile edemeyecekleri otoriter kararlar almaya ve
yasaklar uygulamaya başladılar. Halklar hiçte itiraz etmeyi aklından geçirmeden
bu yasaklara uymaya, uymayanları kınamaya başladılar. En özgürlükçü çevreler
sokağa çıkma yasağını savunuyor ve sertleşmesini istiyorlar.
Bugünden sonra yaşayacağımız dünyanın, alıştığımız eski
dünyadan farklı olacağı konusunda neredeyse herkes hemfikir.
Bir virüs, bütün düzenimizi alt üst etti. Mikroskopla
görülecek kadar küçük bir canlı, bütün insanlığı dize getirdi. Demek ki, öyle
sandığımız kadar güçlü ve yenilmez değilmişiz. Demek ki, dünyanın saltanatı
bizim değilmiş.
Virüs ya da felaketler bir bakımdan da insanların ve
toplumların gerçek tıynetlerini ortaya çıkartan mihenk taşı görevi görürler.
Zor zamanlarda kişilerin gerçek karakteri kolayca ortaya çıkar. Kim cesur kim
korkak savaşta belli olur. Kim ahmak kim akıllı, sosyal kaoslarda ortaya çıkar.
Kimin ak kimin kara olduğu, ortamın en dumanlı olduğu
zamanlarda anlaşılır.
Kimin samimi ve temiz Müslüman olduğu, bela ve imtihanlarda
ortaya çıkar.
Kimin münafık olduğu da yine ortalık karıştığında anlaşılır.
İslam’la bitmez bir kavgası ve Müslümanlara karşı aşağılık
bir kini olan bir zümrenin, bu salgın sebebiyle, her fırsatta yaptıkları gibi,
ahmakça ve rezil ifadelerle; İslam’a ve Müslümanlara saldırmalarını bir yere
kadar anlıyoruz.
Çünkü biz onların görmek istemedikleri gerçeği temsil
ediyoruz. Onların kaçtığı kulluğu ve kalplerinin derinlerinde aradıkları ama
bulamadıkları huzuru temsil ediyoruz. Çok dillerine doladıkları, ama ne elde
edebildikleri ne de başkalarıyla paylaşabildikleri, insanlık onurunu temsil
ediyoruz.
Çok lafını ettikleri ama aslında hiç yaşamadıkları ve
yaşayamayacakları, yalnız Allah(cc)’e kul olanların hissedebildiği, özgür bir
ruhun ve temiz bir hayatın temsilcileri biziz. Bize bakınca kendi
pişmanlıklarını ve içlerindeki derin acıyı hissedip öfkeleniyorlar.
Bu konuda yalnız onlar değil acıyla kıvranan elbette. Aynı
şekilde kalbinde nifaktan bir parça taşıyan ya da kalbi nifakla dolu olduğu halde
kendini Müslüman olarak takdim eden bir sürü insan da benzer elemlerle
kıvranıyor.
Bunu her fırsatta İslam’ı ve mukaddesatını dillerine
dolamalarından anlıyoruz. Biri çıkıp içindeki başörtüsü acısını ortaya atarken,
bir başkası imamlarla doktorları mukayese ederek saldırmayı seçiyor. Birileri
bu süreçten dinleri sorumlu tutarken, bir diğeri dua ile alay etmeye kalkıyor.
Oysa dua; yalnızca dille söylemekten ibaret bir eylem
değildir, bir iş için çaba sarf etmek, hastalık için doktora gitmek, ilaç
kullanmakta duadan bir parçadır. Dille yapılan dua harcadığımız çabaların
neticesini Kadiri Mutlak olan Allah(cc)’tan istemekten ibarettir.
Yine, kesin ve net bilinmesi gereken ve normal insanların
farkında olduğu ancak ahmaklara anlatılması gereken bir gerçek olarak:
Doktorlar hasta ve hastalıkla, askerler savaş ve silahlarla,
öğretmenler öğrenciler ve eğitimle ilgilenir, haklarında konuşurlar ve en
tabiisi olarak; hocalar/imamlar da din ve ibadetlerle, dualarla ilgili
konuşurlar, ibadetleri ikame ederler, dua ederler ve insanlara dua ve ibadet
etmeyi tavsiye ederler.
Bu normal akıl sahibi herkesin fark ettiği bir görev
dağılımıdır. Ve dünyanın her yerinde normal işleyen toplum düzenlerinde
uygulanır.
Tam da bu minvalde, içimizden beklenmedik ama aslında olağan
birileri de çıkıp, İslam’a direkt saldıramadığı ve içindeki öfkeyi kusamadığı
için, kahrından kurduğu cümlelerde, dinler tabirini kullanarak, İslam’ı diğer
batıl dinlerle aynı kategoriye dahil ederek aşağılama yolunu seçiyorlar.
Bunlara, İslam’ın bu gibi hadiseler karşısında ne gibi tedbirleri
emrettiğini anlatmak gereksiz olduğu halde ister istemez, bazı cevaplar vermek
durumunda kalıyoruz.
İslam her olayda olduğu gibi, insan maslahatını ön plana
çıkartan ve temel konusu insanın dünya ve ahiret iyiliği olan bir dindir. Bu yüzdendir
ki; en değerli ibadeti olan namazı, Cuma namazını ve hatta diğer farzları,
insanlığın maslahatı gerektirdiğinde erteler, tatil eder. Bu ilk devirden beri
böyle oldu ve yarınlarda da böyle olacaktır.
Bazı sapkın ve kendilerini İslam’a izafe edenlerin
düştükleri hatalardan beri olan Allah(cc)’in dini, her türlü dünyevi işi ve
alınması gereken tedbiri, en mükemmel şekilde uygular ve uygulanmasını ister.
Aksini iddia edenlerin ve yapanların, söylediklerinin ve yaptıklarını
temel İslami anlayışla alakası yoktur!
İslam; ortaya koyduğu hayat düzeni, yaşam tarzı ve toplum
anlayışı, insana bakışı, ibadet ve insan ilişkisi, din ve toplum pratiği, kişi
ve din kurgusu, sağlık ve hastalık kuralları, savaş ve barış durumu, aile ve devlet
anlayışı ile mükemmel bir dindir ve bu kıyamete kadar devam edecektir.
Hiçbir kişi ya da kurum, topluluk ya da devlet; İslam’dan
daha iyisini, daha güzelini ve daha mükemmelini ortaya koyamayacaktır. Bir
eşini ya da benzerini bulamayacaktır.
Gönlünüz ferah olsun; bu toprakların hakimi minarelerden
yükselen sestir, öyle ya da böyle o seda ile kavgası olan kaybetmeye
hazırlansın, o sedaya teslim olanlar dünyada ve ahirette mahzun olmayacaklardır,
biiznillah!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder