Hayat, sadece yemek, içmek ve barınmak gibi canlılığın
gerektirdiği ihtiyaçların giderilmesinden ibaret değil; bunların yanında insan
olmanın ve insan kalmanın beslenmesi ve desteklenmesi için gerekli olan, ahlak
ve erdem gibi, fazilet ve merhamet gibi, temel duygu ve prensiplerin de
nesillerimizin şuurlarında güçlü bir yer edinmeleri gerekiyor.
Bugün, gerek rahat ve dertsiz yaşayan kesimlerde, gerekse
sıkıntı ve dertlerle boğuşan geniş halk kitlelerinde, sıklıkla rastlanan; haksızlıkları
kendi yaptığında normal görme, gücü yetenin diğerini ezme girişimden bulunması,
karşılıklı hakların kolaylıkla göz ardı edilebilmesi gibi temel ahlaki
bozukluklara yenik düşülmesi en büyük sorunumuz olarak karşımızda duruyor.
Zengin ve güçlü bir aileyi ardına alan eşkıya ruhlu bir serserinin
birilerinin hayatına ya da istikbaline el uzatma cüreti bulmasından başlayıp,
daha iyi ya da iri bir araca bindiği için kendini kurallardan muaf görenlerin
varlığına kadar uzanan, korkunç bir kibir ve önü alınmaz bir nobranlıktır
gidiyor.
Çocuklarına nispeten iyi bir maddi gelecek hazırlama
kaygısını aşmış olanlarımızın, onların ruhlarının ve duygularının ne boyutlarda
harap olduğunu düşünmeye ihtiyaç bile duymamaları ne hazin bir haldir.
Ekonomik hareketliliğin arttığı Gaziantep gibi şehirlerde,
insanların devasa bir nehrin sularına kapılmış, akışa kendini bırakarak,
sürekli kazanmak ve hayatta kalmak için başkalarını gerekirse tekmelemek gibi
bir ruh halini normal görmeleri, kısa vadede karlı gibi görünse de, nihayetinde
bu selin götürdüğü çamur deltasına saplanıp mahvolmak gibi bir sonu olması
büyük bir ihtimaldir.
Tarihin birçok devrinde, maddi sıkıntılarını aşmış ancak
manen tahribata uğramış halkların yok oluş hikayelerini okumuşuzdur. Tarihin
tekerrür etmek gibi bir ironisi olduğunu düşününce, neslimiz için endişeye
kapılmamak elde değil.
Hayat hengamesine kendimizi kaptırmış gidiyoruz. Gücü azalan
ve yorulanların kendinden ve hayatından vazgeçmeleri gibi haberler bile pek bir
şey değiştirmiyor. Oysa, bir şehirde ya da daha dar anlamda bir sokakta, bir
intihar vakasının olması, oradaki herkesi muhtemel bir cinayet zanlısı yapacak
kadar vahim bir olaydır.
İflas edeceği için hayatından vazgeçecek kadar insanları
mala, kazanmaya, ödemeye, savaşa mecbur eden standartlarımızı gözden geçirmek
zorundayız.
Sınav kazanamadığı ya da ailesinin istediği başarıyı gösteremediği
için, kendini boşluğa atacak kadar hayata boş bakan gençleri yetiştiren başarı anlayışımızı,
ciddi olarak sorgulamak durumundayız.
Bir başkasının can paresine, ciğerparesine, gözü kapalı
kıyacak kadar ciğersiz ve vicdansız mahlukları yetiştiren, üreten ve büyüten
merhametsiz ve adaletsiz beşeriyet tarlamızı, ne ile suladığımıza, hangi tür
gübre kullandığımıza bir daha bakmak gerekiyor.
Gerçi mayasında ve istikbalinde çiçeklik olan, toprağına ya
da gübresine yenik düşmese de; kaybettiğimiz gençlerin, geleceğin sorunları ve
felaketleri olarak karşımıza çıkacağı gerçeğini yaşayarak hepimiz öğreniyoruz.
Sesi çıkan ve duyulan herkesin, her idrake ulaştırması
gereken bir merhamet mesajı vardır. Çocuklarımızdan başlayarak bütün neslimizin,
adalet ve ahlak üzere bir hayat sürmeleri için elimizden gelen en küçük adımı
bile atmamız gerekiyor.
“Yol üzerinde insanlara eziyet veren bir taşı kaldırmanın”
iman alameti, emniyet işareti, insanlık belirtisi, merhamet göstergesi olduğu
anlayışından yola çıkarak; iyilik ve güzelliğin yollarını açmak, açılanları
temizlemek, korumak ve nihayetinde bu yolun yolcusu olmak, en değerli
davamızdır.
Artık biraz, kendimizi düşünmekten, temize çıkarmaktan
vazgeçebiliriz. Tamam en iyi insan biziz, en iyi Müslümanlık da bizde.
Kabul.
Ya sonrası?
Bu iyi insanlığın ve Müslümanlığın getirisi nedir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder