Kur'an Meali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kur'an Meali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Nisan 2013

61 - Saff

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ


سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ


1. Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa Allah'ı tesbih etmektedir. O, azizdir, hakimdir.

Tesbih, Allah'ın tüm üstün sıfatlarla muttasıf ve tüm eksikliklerden de münezzeh olduğunu ifade eder.

Aziz, yani 'her şeyde mutlak ğalibtir' ve hakimdir yani bu ğalebe ve tüm fiillerinde hikmet sahibidir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ


2. Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz?

كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ أَن تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ


3. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah katında gazab bakımından çok büyüktür.

إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِهِ صَفًّا كَأَنَّهُم بُنيَانٌ مَّرْصُوصٌ


4. Muhakkak ki Allah, O'nun yolunda kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.

Peygamber(sav) bunu tarif ederken iki elinin parmaklarını birbirine geçirerek ashabına gösterdi.

Bu ayet aynı orduda savaşırken dahi vahdetin ve birbirine kenetlenmenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu, bu durumun Allah'ın muhabbetini hak eden hareket olarak ilan etmesiyle anlatır ki, zaten bundan başka bir maksat yahut daha güzel bir sonuç yoktur.

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ لِمَ تُؤْذُونَنِي وَقَد تَّعْلَمُونَ أَنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ فَلَمَّا زَاغُوا أَزَاغَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ


5. Hani Musa kavmine demişti ki: 'Ey kavmim, beni niçin incitiyorsunuz? Halbuki benim Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberi olduğumu biliyorsunuz.' Onlar eğrilince Allah da kalplerini eğriltti. Allah fasıklar topluluğunu doğru yola eriştirmez.

Önceki ayetlerde anlatılan ve zemmedilen hallerin bu ayetle Musa(as)'ın kavminde olduğunu da anlıyoruz. Bunlara örnek olarak bahsedilen ikinci bir toplulukta yine İsrail oğullarından İsa(as)'ın ümmetidir ki onlar da bir sonraki ayetle hatırlatılırlar.

Yani, iman edenlerin sözylediklerini yapmamaları ve cihad için birbirine kenetlenerek savaşmamaları peygamberlerini inciten bir haldir. 

وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُم مُّصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْتِي مِن بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ فَلَمَّا جَاءهُم بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ


6. Meryem oğlu İsa, 'Ey İsrailoğulları, ben Allah'ın size, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek adı da Ahmed olan bir peygamberi müjdeleyici olarak gönderilmiş bir peygamberiyim' demişti. Ancak kendilerine apaçık delillerle gelince: 'Bu apaçık sihirdir' dediler.

Bu ayet, hristiyanların kendilerine kitaplarında haber verildiği halde yanında değil de karşısında oldukları Muhammed(as)'ın risaletinin kendi ellerindeki kitapla delillendirilmesidir. Yine bir sonraki ayet onların bu peygambere iman ve tabiiyetten başka bir seçenekleri olmadığını ve bunun aksi halin ne olduğunu da  anlatır:

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ وَهُوَ يُدْعَى إِلَى الْإِسْلَامِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ


7. İslam'a çağrıldığı halde, Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Allah zalimler topluluğunu doğru yola eriştirmez.

يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ


8.  Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Ama kafirler hoşuna gitmese de Allah nurunu tamamlayacaktır.

هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ


9. O, Peygamber'ini hidayetle ve hak dinle, bütün dinlerden üstün kılmak için gönderendir, müşriklerin hoşuna gitmese de!

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى تِجَارَةٍ تُنجِيكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ


10. Ey iman edenler, sizi acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticareti size bildireyim mi?

تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ


11. Allah'a ve Peygamber'ine iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ


12. Günahlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerinde hoş konutlara sokar, işte büyük kurtuluş budur.

وَأُخْرَى تُحِبُّونَهَا نَصْرٌ مِّنَ اللَّهِ وَفَتْحٌ قَرِيبٌ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ


13. Seveceğiniz bir şey daha; Allah'tan yardım ve yakın bir fetih, mü'minleri müjdele.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا كُونوا أَنصَارَ اللَّهِ كَمَا قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيِّينَ مَنْ أَنصَارِي إِلَى اللَّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنصَارُ اللَّهِ فَآَمَنَت طَّائِفَةٌ مِّن بَنِي إِسْرَائِيلَ وَكَفَرَت طَّائِفَةٌ فَأَيَّدْنَا الَّذِينَ آَمَنُوا عَلَى عَدُوِّهِمْ فَأَصْبَحُوا ظَاهِرِينَ


14. Ey iman edenler, Allah'ın yardımcıları olun. Tıpkı, Meryem oğlu İsa havarilere: 'Allah'a (çağrı hususunda) benim yardımcılarım kimlerdir?' demiş, havariler de; 'Allah'ın yardımcıları biziz' demişlerdi. Bunun üzerine İsrail oğullarından bir grup iman etmiş, bir grup da inkar etmişti. Biz de iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik, böylece onlar üstün geldiler.

Ensarullah, Allah'ın yardımcıları olarak tercüme edilse de bu tabir, Allah'ın dininin ve peygamberlerinin yardımcıları olarak anlaşılır. Zira Allah, her türlü yardımdan zaten mustağnidir. O, peygamberlerine yardım edenleri bu isimle ifade ederek izzet ikram etmiştir. 

İsa(as)'ın Allah'a davette ve risaletini ifa ederken yardımcılarım kimlerdir sorusunda 'Allah'a' ibaresinde herhangi bir ekleme olmaması da zaten davanın 'Allah' olmasının doğal sonucudur.

10 Nisan 2013

85 - Burûc

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ


وَالسَّمَاء ذَاتِ الْبُرُوجِ


1. Burçlar sahibi göğe yemin olsun.

وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِ


2. Va'd olunan güne yemin olsun.

وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍ


3. Şahitlik edene ve şahit olunana yemin olsun.

قُتِلَ أَصْحَابُ الْأُخْدُودِ


4. Hendek ashabı kahrolsun!

النَّارِ ذَاتِ الْوَقُودِ


5. Şiddetle yanan ateş,

إِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌ


6. Onlar da çevresine oturmuşlardı.

وَهُمْ عَلَى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِنِينَ شُهُودٌ


7. Mü'minlere yaptıklarını seyrediyorlardı.

وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلَّا أَن يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ


8. Onlardan sadece Aziz ve Hamid olan Allah'a iman etmelerinden dolayı öç alıyorlardı.

Aziz, İbn-i Mes'ud-a göre 'ğalibun ala emrih' yani her işte galip olan manasında olup, Hamid ise övülmek sıfatı olan ve mutlak övgüye layık olan olarak Esmau'l Husna'dandırlar.

الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ


9. O ki, göklerin ve yerin hükümdarlığı O'nundur. ve Allah her şeye şahittir.

إِنَّ الَّذِينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَرِيقِ


10. Muhakkak ki, mü'min erkeklerle mü'min kadınlara işkence edip de sonra tevbe etmeyenler var ya; onlar için cehennem azabı vardır ve yine onlar için yakıcı ateş azabı vardır.

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْكَبِيرُ


11. Muhakkak ki, iman edip salih ameller işleyenler için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur.

إِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَدِيدٌ


12. Muhakkak ki Rabb'inin yakalaması çok şiddetlidir.

إِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُعِيدُ


13. Muhakkak ki O, ilk yaratan ve sonra döndürecek olandır.

وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُ


14. Ve O, çokça bağışlayan ve çok sevendir.

ذُو الْعَرْشِ الْمَجِيدُ


15. Arşın sahibidir ve çok yücedir.

فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ


16. Dilediğini yapandır.

هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ الْجُنُودِ


17. O orduların haberi sana geldi mi?

فِرْعَوْنَ وَثَمُودَ


18. Firavun'un ve Semud'un.

بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي تَكْذِيبٍ


19. Bilakis kafirler bir yalanlama içindedirler.

وَاللَّهُ مِن وَرَائِهِم مُّحِيطٌ


20. Allah onları arkalarından kuşatmıştır.

بَلْ هُوَ قُرْآنٌ مَّجِيدٌ


21. Bilakis o yüce bir Kur'an-dır.

فِي لَوْحٍ مَّحْفُوظٍ


22. Levh-i Mahfuz'dadır.

Ashab-ı Uhdud hadisesi

Ashab-ı Uhdûd'un kimler olduğu ve ne zaman nerede yaşadığı hakkında çok değişik rivayetler ve her bir rivayetin uzunca birer hikâyesi vardır.

Bu rivayetlerden herhangi birinin doğruluğu kesin değildir. Zaten Kur'an da bu olayı; yer, zaman ve faillerin isimlerini belirtmeden zikretmektedir.

Kafir bir beldenin kralı, iman eden halkını dinlerinden çevirmek, tekrar kendi sapık dinine döndürmek için müminlere eziyet eder, derin hendekler kazdırır. Bu hendeklerin içine büyük ateşler yakılır. Mü'minler hendeğin başına getirilir, Allah'a imanda ısrar edenler ateşe atılacak, küfre dönenler ateşten kurtarılacaktır. Bu dehşetli ateşe rağmen mü'minler imanlarından dönmez ve ateşe atılır. Müminleri ateşe atan bu zalimler, hendeğin etrafına oturmuş olarak yaptıkları bu zulmü zevkle seyrederler. Allah o kafirleri, aynı ateşle veya başka bir yolla helak etmiştir. 

Bu hadisenin zamanı kesin olarak bilinmemekle beraber, Peygamber(sav)'e yakın bir zamanda, büyük bir ihtimalle de Hz. İsa'dan sonra olmuş ve halen yaşayanların birbirlerine anlatarak naklettikleri meşhur bir olay olduğudur.

Bu ayetlerle mü'minler desteklenmiş kafirler ise işkence ile insanları imandan vazgeçirme umutlarını yitirmişlerdi. Bu hadise tarih boyunca değişik versiyonlarıyla hep yaşanagelmiş ve halen de yaşanan taze bir gerçekliktir.

Kıyamete kadar devam edecek olan tevhid ve şirk kavgasında; adalet yahut vicdan duygusundan mahrum kafirler, iman edenlere fikir ve amellerle ğalebe çalamayacaklarından dolayıdır ki, işkence ve zulme yöneleceklerdir. Mü'minler ise bu muameleleri dünyaya ait acılar olarak bilecek ve bir bakıma cennetin ve Allah rızasının sebebi olarak görüp sabırla ve gülümseyerek ahirete yürüyeceklerdir.

09 Nisan 2013

87 - A'la

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ


سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى


1. En yüce olan Rabb'inin ismini tesbih et!

الَّذِي خَلَقَ فَسَوَّى


2. Ki O, yarattı ve düzgün bir şekle soktu.

وَالَّذِي قَدَّرَ فَهَدَى


3. Takdir etti ve yol gösterdi.

وَالَّذِي أَخْرَجَ الْمَرْعَى


4. Otlağı çıkardı.

فَجَعَلَهُ غُثَاء أَحْوَى


5. Ardından onu siyah, kuru çöpe çevirdi.

سَنُقْرِؤُكَ فَلَا تَنسَى


6. Sana okutacağız ve artık unutmayacaksın.

إِلَّا مَا شَاء اللَّهُ إِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ وَمَا يَخْفَى


7. Allah'ın dilediği hariç. Muhakkak O açıkta olanı da bilir, gizli duranı da.

وَنُيَسِّرُكَ لِلْيُسْرَى


8. Seni en kolay olana muvaffak edeceğiz.

فَذَكِّرْ إِن نَّفَعَتِ الذِّكْرَى


9. Eğer öğüt fayda verecekse öğüt ver.

سَيَذَّكَّرُ مَن يَخْشَى


10. Korkan öğüt alacaktır.

وَيَتَجَنَّبُهَا الْأَشْقَى


11. En bedbaht olansa ondan kaçınır.

الَّذِي يَصْلَى النَّارَ الْكُبْرَى


12. Ki o en büyük ateşe girecektir.

ثُمَّ لَا يَمُوتُ فِيهَا وَلَا يَحْيَى


13. Sonra onun içinde ne ölür, ne de yaşar.

قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى


14. Doğrusu, arınan kurtulmuştur.

وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهِ فَصَلَّى


15. Ve Rabbinin adını anıp namaz kılan.

بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا


16. Bilakis, siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz.

وَالْآخِرَةُ خَيْرٌ وَأَبْقَى


17. Ahiret ise daha hayırlı ve sonsuzdur.

إِنَّ هَذَا لَفِي الصُّحُفِ الْأُولَى


18. Muhakkak bu, önceki sahifelerde vardır;

صُحُفِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى


19. İbrahim'in ve Musa'nın sahifelerinde.

03 Nisan 2013

91 - Şems

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ


 وَالشَّمْسِ وَضُحَاهَا


1. Andolsun güneşe ve onun ışığına,

 وَالْقَمَرِ إِذَا تَلَاهَا


2. Onu izlediği zaman aya,

 وَالنَّهَارِ إِذَا جَلَّاهَا


3. Aydınlandığında gündüze,

 وَاللَّيْلِ إِذَا يَغْشَاهَا


4. Çöktiği zaman geceye,

 وَالسَّمَاء وَمَا بَنَاهَا


5. Göğe ve onu bina edene,

 وَالْأَرْضِ وَمَا طَحَاهَا


6. Yere ve onu yayana,

 وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا


7. Nefse ve ona şekil verene,

 فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا


8. Sonra ona kötülüğünü ve takvasını ilham edene,

 قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا


9. Onu arındıran kurtuluşa ermiştir.

 وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا


10. Onu gömense kaybetmiştir.

 كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوَاهَا


11. Semud, azgınlıkla yalanladı.

 إِذِ انبَعَثَ أَشْقَاهَا


12. En şakileri ortaya çıktığında,

 فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ نَاقَةَ اللَّهِ وَسُقْيَاهَا


13. Allah'ın Rasulü onlara dedi ki: 'Allah'ın devesi ve onun su içme hakkı'.

 فَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَا فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُم بِذَنبِهِمْ فَسَوَّاهَا


14. Ancak onu yalanladılar, onu kestiler. Rableri de günâhları dolayısıyla üzerlerine şiddetli azap indirdi ve dümdüz etti.

 وَلَا يَخَافُ عُقْبَاهَا


15. Bunun sonundan da korkmamaktadır.

21 Ekim 2012

101 - Karia

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ


اَلْقَارِعَةُ


1- Korkunç olay!

Felaket, facia, ortalığı dağıtacak, tar-u mar edecek dehşetli an! Gürültüler koparacak bela...

مَاالْقَارِعَةُ


2- Korkunç olay nedir?

Bildiklerinin hepsini bir kenara koy zira bu onların hiçbirine benzemeyecek!

وَمَا اَدْريكَ مَاالْقَارِعَةُ


3- O korkunç olayın ne olduğunu anlayabilir misin?

Ne olduğunu, ne olacağını tahminle, fikirle, zanla, aklınla ya da sahip olduğun başka bir yetenekle anlayabileceğini mi düşünüyorsun?

يَوْمَ يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِ


4- O gün insanlar uçuşan kelebekler gibi olurlar.

Bataklıklar üzerinde sürüler halinde uçuşan sayısı belirsiz kelebekler, kanatlı karıncalar yahut pervaneler gibi basit ve çok ama o kadar hafif ve o kadar küçücük varlıklar olarak savrulacak insanlar!

وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِ


5- Ve dağlar dağılmış yünler gibi olurlar.

Zannetmeki insanların bu hali onların cüssesinin küçüklüğündendir, hafifliğindendir; zira yeryüzünün en ağır kütleleleri olarak gördüğün dağlar bile o gün rüzgarda savrulup dağılan yünler gibi uçuşacaklar.

فَاَمَّا مَنْ ثَقُلَتْ مَوَازينُهُ


6- Kimin tartıları ağır gelirse,

O gün tartılmaya değer amelleri ağır gelenler, salih amelleri olanlar var ya işte onlar...

فَهُوَ فى عيشَةٍ رَاضِيَةٍ


7- O razı olunacak bir hayattadır.

Hoşlarına gidecek bir yaşantıyı elde edecekler, memnun olacakları bir hayata kavuşacaklar..

وَاَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَازينُهُ


8- Ve kimin de tartıları hafif gelirse,

Kimin de tartılacak amelleri, salih amelleri hafif olursa, az ise...

فَاُمُّهُ هَاوِيَةٌ


9- Onun yeri cehennemin dibidir.

Onu sarıp sarmalayıp kucaklayacak olan, bağrına basacak olan, hem de hiç bırakmamak arzusuyla sahiplenecek olan bir çukurdur.

وَمَا اَدْريكَ مَاهِيَهْ


10- Onun ne olduğunu anlayabilir misin?

O da bildiklerine benzeyen ya da sahip olduğıun yeteneklerinle anlaşılacak bir yer değildir. Anlayabilir misin?

نَارٌ حَامِيَةٌ


11- Kızgın ateştir.

Ateşin kızgın olmayanı elbette yoktur, ancak bu ateşin şiddeti senin bildiklerinden de fazladır. Yahut cehennemde başka türden azaplar da vardır da bu kısmı en kızgın olan kısmıdır..

1 - Fatiha

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ


1. Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismi ile...

O'nun ismiyle başlar ve O'nun Rahman ve Rahim olduğunu zikreder, hatırlatır. Rahman dünyaya ve varlıklara her türlü rahmeti yaratan olarak tecelli ettiğinin ifadesi iken; Rahim ismi ile kendinden kabul ettiği, kulu saydıklarına özel uhrevi rahmetleri ifade eder. İsim, bir şey hakkındaki bütün bilgi ve içeriği özetleyen kelime olmakla Allah lafzının başlanılan isim olarak seçilmesinden de bu lafzın O'nun hakkındaki herşeyi ihata eden bir kelime olduğu anlaşılır.

اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمينَ


2. Hamd alemlerin Rabb'i Allah'adır.

Hamd yani övgü ve senaların tamamı O'nun içindir. Alemlerin Rabb'ı olması zaten alemlerde O'nun kontrol ve idaresinde dışında hiçbir şeyin olamayacağını beyan eder. O'nun kontrolü dışında hiçbir şey yokken bir başkasının O'nun gibi övülmesi yahut hamde muhatap kabul edilmesi mümkün değildir. Rablik Fir'avn ve benzerlerinin de sahip olmak için ortaya çıktıkları bir sıfattır. Aynı şekilde hayatın idare ve düzenlemesini ifade eden rububiyet doğal olarak kabirde sorulacak ilk soru olarakta ortaya çıkar.  Yaşadığı sürece kişinin kimi rab edindiği ahiretteki halinin ne olacağının en mühim balangıç noktasıdır. Bu anlamda 'men rabbuke' sorusu, iman ile küfrü ayıran bir beyan ile cevaplanacaktır. Rabbim Allah diyenlerle rabbi nefsi veya bir başkası olanlar arasında fark imandır. Hamdin rububiyet ile bize dönük alakası ise acziyet ve kulluk bilincidir.

اَلرَّحْمنِ الرَّحيمِ


3. Rahman ve Rahim.

Alemlerin rabbi olan Allah, Rahman ve Rahim'dir. Rabliği gerek Rahman ile dünyadaki bütün hadise ve yaratılmışlarla ortaya konduğu gibi ahirette de Rahim ile ortaya çıkacak ve eşitlik ile adalet kavramları Rahman ve Rahim ile anlaşılacaktır.  Rahman, rablik ve diğer esmai ve sıfat tecellilerinde mu'min ile kafiri hatta canlı ile cansızı bile ayırt etmeden eşit olarak rahmet eylemektedir. Rahim ise amellerin karşılığını adalet ile verecek olandır.

مَالِكِ يَوْمِ الدّينِ


4. Din gününün sahibi.

Zira 'din günü' yani uhrevi açıdan mahşer günü yegane hükümdar O'dur. Bunda iman ve akıl sahipleri için en ufak bir tereddüt bile yoktur. Dünyevi açıdan ise O'nun dininin bi-hakkın uygulanması ve yaşanmasında da O'ndan başkasının hükümranlığı sözkonusu olmayacaktır. O gün de 'din günü'dür. O'nun Peygamber'i ve ashabı hangi konumda olurlarsa olsunlar hükümdar gibi değil kul gibi yaşamayı şiar edinmeleri ile dünyada 'din günü'nün pratik uygulamasına örneklik etmişlerdir.

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعينُ


5. Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.

Dünya ve ahiretin Rabb'i, Rahman ve Rahim olan Allah'tan başkasına ibadet sözkonusu olamaz ancak O'na kulluk edilir ki bunu istemek gerekir. Öğretilmiş bir duadır bu. İmandan kaynaklanan bir ilandır aynı zamanda. İbadet ve istiane yalnız O'nadır. Zira alemlerin Rabb'i O'dur. İbadetin temeli hayatın kurallarıdır. Yani helallar ve haramlar veya emirler ve yasaklar dediğimiz kurallarımızı kim koyuyor ve biz onun tayin ettikleriyle hayatımızı devam ettiriyorsak o bizim rabbimiz olur ve ona ibadet etmiş oluruz. Namaz yahut bir başka farzın da bu ibadet mentalitesindeki yeri böyledir. O emrettiyse yerine getirilir, yasakladıysa uzak  durulur. Yalnız O'ndan istenir. İstemek, dua ve ibadetin halidir.

اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقيمَ


6. Bizi sırat-ı mustaqime hidayet et.

Hidayet, bir yönlendirme veya bir işarettir ki bunun sahibi de Allah'tır. Sırat-ı Mustaqim ise en kısa anlamıyla hedefe götüren yoldur. Burada hedef O'nun rızası olunca istenen hidayet o rızaya götürecek olan yoldur. İstikamet sabit yön ifade ettiği gibi bizim yollarımız gibi rıza yolu da elbette engeller, engebeler, eziyetler ve hatta kazalarla imtihan olunan bir yoldur. Yani Sırat-ı Mustaqim doğru yöne götüren yoldur, fiziksel olarak bir düzlüğü ve rahatlığı ifade etmez.

صِرَاطَ الَّذينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَاالضَّالّينَ


7. Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, ğadaba uğrayanların ve dalalete düşenlerin değil.

Bu yol kendilerine nimet verilenlerin yoludur. Onların kim olduğu ise Nisa suresinin 69. ayetinde izah edilmiştir: Nebiler, sıddıqler, şehidler ve salihler. Ğadaba uğrayanlar ve dalalete düşenlerin yolunu istemiyoruz yani onların hallerine düşmek istemiyoruz. Nedir o hal özetleyelim: Allah'ın dinini kendi hevesleri doğrultusunda yorumlayarak yasakları aşmak veya emirleri yoketmektir ki bu hal yahudilerin halidir ve sonuçları malumdur. Aynı şekilde hristiyanların gerek İsa ve gerekse annesi Meryem hakkındaki itikatleri ve dinlerinin bütün amellerini tatil etmeleri sebebiyledir ki onların hali de dalalete düşmeye örnek gösterilmiştir. Burada ğadabın dalaletten önce zikredilmesi diğerlerinin yani emir ve yasaklarla alay edenlerin halinin bunları yokedenlerden daha çirkin olduğuna da işarettir.

İstediğimizin ne olduğunu bilmek istemenin gerçek anlamıdır. Fatiha ile istediklerimiz bunlar olunca ve bunları sürekli namazlarda tekrarlayarak sürekli bir farkındalık hali gerçekleşmek durumundadır.

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...