28 Ocak 2012

Seni sevmek şereftir bize!

Ey insan

Göklerin öğrencisi, yerlerin öğretmeni

Sen öğrettin taşa konuşmayı

Ağaca selam vermeyi

Aya yarılmayı, toprağa dürülmeyi

Göklere kurulmayı, durmayı zamana

Yılana ve deveye sevmeyi

Ölmeyi, öldürmeyi

Yaşamayı sen öğrettin insana (M.İslamoğlu.)

...

Biz seni, bize alemlere rahmet Rasul olarak veren Allah için çok sevdik…

Biz seni, yüzünü hiç görmeden sevdik…

Biz seni, içimizdeki bütün eksikliklere, kusurlarımıza rağmen sevdik… Biz senin yetimliğini, biz senin ümmiliğini, biz senin arkadaşın Cebrail melekten okumayı öğrenmeni çok sevdik. Sen bize, Allah'ın sözünü okuyan ve öğreten başöğretmenimizsin…  Allah'a imanın, O'nun kitaplarına inanmak ve kitaplarını sevmekten geçtiğini de söyledin. Kitapları sevmemiz, okumamız bundandır. Sen, bize Allah'a inanmanın O'nun elçilerini sevmek ve aziz tutmaktan geçtiğini de anlattın. Adem'i, Nuh'u, Davud'u, İbrahim'i, Musa'yı, İsa'yı ve diğer peygamberleri de senin yani Muhammed Mustafa (sav)'nın bir öncesi olarak, ilahi davetin anlatıcıları ve insanlığın rehberleri  olarak çok sevdik, ayırmadık... Ahirete yani sonralara da inandık, sen anlattın, razı olduk, teslim olduk, görmediğimiz, bilmediğimiz, hiç işitmediğimiz ahiret, yani ölümden sonraki hayatlarımızın bilgisi omuzlarımıza takıldı o günden sonra. Hesap vereceğimizi, kimsenin ah'ının kimsede kalmayacağı bilgisini, bizlere tane tane anlattığın günden beri, bizim omuzlarımız bükük kaldı, böbürlenemedik…

Biz senin konuşmalarındaki o kibarlığı ve bizlere pek düşkün o hal hatır soruşlarını, biz senin herkes uyuduktan sonra ayak uçlarında uçarcasına gezinerek üstlerimizi örten hallerini, biz senin kahkahadan uzak ama hep mütebessim aydınlık yüzünü çok sevdik… Biz senin, gülümseyen olduğu halde her nasılsa aynı anda hep mahzun bakan gözlerini… Biz senin hep en öndeyken bile, o hep kendini gerilere çeken, ayakta ve buyurun diyen hallerini… Az yemelerini, az uyumalarını, evinde tütmeyen ocağına rağmen bulduğun bir tek hurmayı götürüp yetimlere bağışlamanı… Biz senin çocukları çok sevmeni, onlara kıyamayışlarını, çocuklarla oynamanı, ellerinden tutmalarını da çok sevdik…

Kuşu ölen mahzun çocuklara hal hatır edip gönül almalarını… Bayram şenliklerine ve oyunlara katılamayan yetim çocuklara evladım olur musun deyişlerini…

Hatırlayarak sana bir kere daha aşık oluyoruz Ya Rasulallah! Sen kimsesizlerin kimsesisin!

Dünyanın bütün garipleri, seninle şereflendi. Sen; haysiyetin, merhametin, nezaketin, temizliğin ve masumiyetin peygamberisin…

Seni sevmek şereftir bize!... (S. Eraslan)

....

Gündemi bizim dışımızdakilerin tayin etmesini her ne kadar kabullenmek istemesek de kendimizi karikatür tartışmaları, eylemleri ve hatta saldırıları ile karşı karşıya kalmaktan koruyamıyoruz. Yapanlar niye yaptıklarını açıkça söyleyecek kadar mert olmayınca ortaya haliyle birçok komplo teorileri de çıkıveriyor. Zaten millet olarak komploları da pek severiz.

İlk akla gelen teori, Amerika Birleşik Devletleri'nin teröre karşı savaşında psikolojik destek sağlamak amacı ile zaten alenen açıkladığı medyaya destek adı altında dağıttığı milyonların bir kısmının bu karikatürleri çizdirmek için kullanıldığı yönünde idi...

Sonraki teori biraz daha iç karartıcı; İslam dünyası olarak isimlendirilen coğrafyada hakim olan ve çoğunluğu diktatör ya da Efendimizin (sav) 'ısırıcı melik' olarak isimlendirdiği zalim sultanların, kendi halklarının havasını almak ve yükselen toplumsal öfkeyi başka yönlere kanalize ederek bir müddet daha saltanatlarını devam ettirebilmek için bu karikatürleri kullandığı yönünde... Hatırlar mısınız bilmem, Saddam neden ve ne zaman Irak bayrağına tekbir eklemişti?

Fakat bu teorilerin her ikisinin de yürek burkan ortak yanı ise, birilerinin öyle ya da böyle bir sevgiyi kullanmaya kalkmalarıdır. Bu sevgi ya da sevda yeryüzünün en çok sevilmiş ve sevilecek insanı için olunca, bu sevgi yeryüzüne sevginin ve merhametin anlamını getiren bir peygamber için olunca, onu kullanmak bu sevginin yüceliği kadar adice bir tavır oluyor.

Batılıların bu sevgiyi anlamalarını büyük çoğunlukla beklemiyoruz. İmanı bilmeyenin bu sevgiyi anlaması zaten olası değil. Ama İslam coğrafyasında, müslümanların emekleri ile saltanat sürenlerin, O(sav)'nu tanıyanların, O(sav)'na duyulan sevgiyi bilenlerin de bu sevgiyi sömürmek istemesi asla affedilir bir hakaret değil!

Aslında yıllardır binlerce yazı yazıldı, binlerce gösteri düzenlendi ama coğrafyamızda değişen pek birşey yok! Konu batılılar olunca sanki biraz daha hızlıyız gibi. Öfkemizin önünde fren kalmıyor sanki. Gösterilerde kendi mukaddeslerine saldırıldığı için ayaklananlar muhattabları ile aynı konuma düşüp bayrak yakmaya ve vahşiler gibi üzerinde tepinmeye başladılar.

Kendi ülkelerindeki elçilikleri basanlar, sağa sola çapulcu gibi saldıranları izliyoruz...

Biz müslümanlar başkalarının etkileri ile hareket ve eylem noktasına düşecek kadar basireti zayıf mıyız? Yani sıradan içi hava dolu bir top gibi duvara çarpınca zıplamamız mı gerekiyor, yoksa demir bir gülle gibi tekmelemeye kalkanın ayağına unutulmaz bir hatıra mı bırakmalıyız!

İslam tepki değil etkidir! Bu anlamda müslüman etkilenen değil etkileyen olmak durumunda. Bu din herhangi bir aksiyona reaksiyon olarak gelmedi, bizzat kendisi aksiyon oldu! Tarihimiz boyunca biz bugünkü kadar hiç bir zaman dışardan ya da içerden iteklemelerle hareket eden adeta ruhsuz topluluklara dönüşmemiştik.

Bu konuda farklı düşünenlere çok kibar bir sorum var: Bu karikatürler ne zaman yayınlandı ve bu noktaya ne zaman geldi? Yine aynı sorunun doğal sonucu akla gelen bir diğer nokta ise bu gidişten kim kazançlı çıkacak? Emperyalist sermaye durdurulabilecek mi? İnanmasalar bile sırf insani yönlerini tanıyarak Efendimiz(sav)'e saygı duyacak mı batılılar ve batı kafalılar?

Herhangi bir kutsalı olmayanların, bir başkasının kutsalına, mukaddesatına saygı duyması ihtimali çok az maalesef... Biz yine de sağduyulu batılıların bu gibi saçmalıklara prim vermeyeceklerine dair umudumuzu koruyarak çevremizdekilere Efendimiz(sav)'i ve imanımızı anlatalım. Umulur ki bu hem bizim hem de muhataplarımızın menfaatine olur...

Eğer içinde yaşadığımız topluma kendimizi ve bizi biz yapan değerlerimizi anlatamadıysak zaten buradaki varlığımızı sorgulamamızın zamanı gelmiş demektir! Ve artık başkalarını suçlamak yerine kendimizi hesaba çekmenin zamanı geçmek üzere demektir.

Ufuk Gazetesi - Mart 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...