İdeallerimiz ve yaşadıklarımız arasındaki mesafe, aslında
bizim hayat kalitemizi de belirliyor. Beklenti ve planlarımız, bugüne ait
duygumuzu da geleceğe dönük bakışımızı da etkiliyor.
Soframıza konan bir yemek hakkındaki tahminlerimiz,
damağımızın lezzet algısını yönlendiriyor. Sokakta gördüğümüz bir olay,
taşıdığımız erdemleri tetiklediği gibi, körelttiği de oluyor.
Çok önemli(!) ve çok değerli(!) olanlarımız müstesna, biz
sıradan insanlar olarak, pek karmaşık olmayan, standart bir hayat yaşamayı
yeterli görüyoruz.
Kendimiz ve şehrimiz hatta ümmetimiz için, büyük ve güzel
hayaller kurmamız mümkün. Çocuklarımız ve geleceğimiz için harika planlar da
yapabiliriz. Bütün mesele, bunlardan ne kadarının gerçekleşme ihtimali olduğu
ve gerçekleşmeyen hayallerin bizi ne kadar kıracağıyla ilgili.
Uzak ve büyük, gerçekleşme ihtimali de oldukça düşük plan ve
hayaller yerine; yakın ve küçük, gerçekleşme ihtimali de oldukça yüksek plan ve
hayaller kurmak, herhalde anlaşılması ve uygulanması basit olduğu kadar verimli
ve gerekli sıradan bir insani tercihtir.
Bunu yapmakta çektiğimiz sıkıntının sebebi ise, bir türlü
bitmek bilmeyen beklentilerimiz ve umutlarımız olduğu kadar, sürekli zihnimize
pompalanan; daha iyisini yapma, daha fazlasını elde etme, daha güzeli olma,
daha becerikli ve başarılı olma, daha zengin ve müreffeh bir hayat sürme gibi,
çağdaş dayatmaların genel kabul görmüş olmasıdır.
İşin en acı ve sorunlu yanı ise, yetişen neslin ve aslında
sadece gençlerin değil her yaştan insanın artık bu dayatma dediğim konuları,
içine sindirerek uygulamayı hayat sanmasıdır.
Ebeveynlerin çocuklarını, mutlak ve en yüksek başarı
hedefiyle sınavlara hazırlamak zorunda olduğu bir eğitim sistemimiz var.
Herkesin çocuğunu bir yarış atı gibi hazırladığı bu süreçte, göğüslenmesi
gereken ipin sürekli daha da uzağa gidiyor olması, bitmez tükenmez bir hazırlık
çılgınlığını da beraberinde getiriyor. Hadi çocukların çok etkisi yok bu duruma
ama büyükler nasıl bu kadar kabullendiler? Hayatta kalmak için nefes almak
kadar sınavda başarılı olmak diye bir şey var hayatımızda!
Ailelerin, çocukları ile ilgili, neyi nasıl isteyeceklerine
kimse karışmıyor diyoruz ama şartlar onları, tercih yapmaya bile izin
vermeyecek bir ruh haline büründürdükten sonra, hangi kararı kimin verdiğini
nasıl anlayabiliriz ki?
Sürekli kazanmak ve önde olmak hırsıyla hayata kattığımız
insanların, sınırlarını çoğu zaman aştıklarına ve bu kazanma ve önce olma
hırsının, toplumumuza her alanda zarar verdiğine ikna olmamız için daha ne
yaşamamız gerekiyor?
Trafikte kendisini sollamak isteyeni öldürmekte bir sorun
görmeyenleri biz yetiştiriyoruz. İşyerinde kendi yükselişine engel olma
ihtimali bulunan arkadaşının, iftira ve karalamalarla ayağını kaydırmayı
marifet olarak görenleri biz büyütüyoruz. Daha fazla kazanmak için yolsuzluğa,
hırsızlığa, sahtekarlığa meyleden sayısı belirsiz, bir kısmı malum bir kısmı
hep meçhul kalacak olan, tıyneti bozuk ferdi, meydanlara biz salıyoruz.
Sonra oturup, bu toplumu nasıl adam ederiz diye aylar ve
yıllar boyu tartışabiliriz. Nihayetinde varacağımız yer, en temel ve en kısa
çözüm olan, insan yetiştirmek olacaktır. Tabi bunu da sınavlarla belirlediğimiz
yollarla yapmaya kalkmadan…
Konu dönüp dolaşıp bize geliyor. Önce biz insan olmanın ve
her şartta bunu korumanın bir yolunu bulacağız. Sonra da çevremize bunu hakim
kılmanın yollarını arayacağız. En yakınlarımızdan başlayarak, büyük hayallerin
ve beklentilerin yerine, aslında çok daha büyük ama kolay, bu hedefi koyacağız:
İyi olmak.
Merhametli insanlardan oluşan bir merhamet toplumuna
dönüşmek mümkündür. Bu sorunsuz bir ülke ya da şehir olacağımız ve herkesin
melek olacağı anlamına gelmez. Elbette çok büyük sorunlar ve sorunlu kişilikler
var ve olmaya devam edecek. Ancak anlatmaya çalıştığım tam da bu; değiştirme umut
ve ihtimalimiz olmayan bu sorunlarla boğuşup, enerji ve hedeflerimizi heba
etmek yerine, küçük adımlarla büyük hedefe yürümenin gerektiği.
Malum ve meşhur kelebek kanadı etkisi teorisini tekrarlamak
istemiyorum zira, o akışı durduracak çok şey var. Sonrasını düşünmeden ve
etkisini hesaplayıp planlamadan, imkanımız olan her hayırlı ve iyi işi yerine
getirmekten bahsediyorum.
Küçük ya da büyük, çölde bir damla su kadar değerli, her
iyiliğe ve güzelliğe ihtiyacımız var. Her ota ve ağaca, her akan suya ve nehre,
her tepeye ve dağa, her göle ve denize, her kişiye ve şehre ihtiyacımız var.
Kaybettiklerimiz, sahip olduklarımızın değerini artırıyor.
Aradıklarımız, bulduklarımızı yüceltiyor. Her bir nefes bize hayat olarak geri
dönüyor. Vazgeçemeyiz, vazgeçmeyeceğiz…