14 Haziran 2021

Neyi değiştirebiliriz?

 


İdeallerimiz ve yaşadıklarımız arasındaki mesafe, aslında bizim hayat kalitemizi de belirliyor. Beklenti ve planlarımız, bugüne ait duygumuzu da geleceğe dönük bakışımızı da etkiliyor.

Soframıza konan bir yemek hakkındaki tahminlerimiz, damağımızın lezzet algısını yönlendiriyor. Sokakta gördüğümüz bir olay, taşıdığımız erdemleri tetiklediği gibi, körelttiği de oluyor.

Çok önemli(!) ve çok değerli(!) olanlarımız müstesna, biz sıradan insanlar olarak, pek karmaşık olmayan, standart bir hayat yaşamayı yeterli görüyoruz.

Kendimiz ve şehrimiz hatta ümmetimiz için, büyük ve güzel hayaller kurmamız mümkün. Çocuklarımız ve geleceğimiz için harika planlar da yapabiliriz. Bütün mesele, bunlardan ne kadarının gerçekleşme ihtimali olduğu ve gerçekleşmeyen hayallerin bizi ne kadar kıracağıyla ilgili.

Uzak ve büyük, gerçekleşme ihtimali de oldukça düşük plan ve hayaller yerine; yakın ve küçük, gerçekleşme ihtimali de oldukça yüksek plan ve hayaller kurmak, herhalde anlaşılması ve uygulanması basit olduğu kadar verimli ve gerekli sıradan bir insani tercihtir.

Bunu yapmakta çektiğimiz sıkıntının sebebi ise, bir türlü bitmek bilmeyen beklentilerimiz ve umutlarımız olduğu kadar, sürekli zihnimize pompalanan; daha iyisini yapma, daha fazlasını elde etme, daha güzeli olma, daha becerikli ve başarılı olma, daha zengin ve müreffeh bir hayat sürme gibi, çağdaş dayatmaların genel kabul görmüş olmasıdır.

İşin en acı ve sorunlu yanı ise, yetişen neslin ve aslında sadece gençlerin değil her yaştan insanın artık bu dayatma dediğim konuları, içine sindirerek uygulamayı hayat sanmasıdır.

Ebeveynlerin çocuklarını, mutlak ve en yüksek başarı hedefiyle sınavlara hazırlamak zorunda olduğu bir eğitim sistemimiz var. Herkesin çocuğunu bir yarış atı gibi hazırladığı bu süreçte, göğüslenmesi gereken ipin sürekli daha da uzağa gidiyor olması, bitmez tükenmez bir hazırlık çılgınlığını da beraberinde getiriyor. Hadi çocukların çok etkisi yok bu duruma ama büyükler nasıl bu kadar kabullendiler? Hayatta kalmak için nefes almak kadar sınavda başarılı olmak diye bir şey var hayatımızda!

Ailelerin, çocukları ile ilgili, neyi nasıl isteyeceklerine kimse karışmıyor diyoruz ama şartlar onları, tercih yapmaya bile izin vermeyecek bir ruh haline büründürdükten sonra, hangi kararı kimin verdiğini nasıl anlayabiliriz ki?

Sürekli kazanmak ve önde olmak hırsıyla hayata kattığımız insanların, sınırlarını çoğu zaman aştıklarına ve bu kazanma ve önce olma hırsının, toplumumuza her alanda zarar verdiğine ikna olmamız için daha ne yaşamamız gerekiyor?

Trafikte kendisini sollamak isteyeni öldürmekte bir sorun görmeyenleri biz yetiştiriyoruz. İşyerinde kendi yükselişine engel olma ihtimali bulunan arkadaşının, iftira ve karalamalarla ayağını kaydırmayı marifet olarak görenleri biz büyütüyoruz. Daha fazla kazanmak için yolsuzluğa, hırsızlığa, sahtekarlığa meyleden sayısı belirsiz, bir kısmı malum bir kısmı hep meçhul kalacak olan, tıyneti bozuk ferdi, meydanlara biz salıyoruz.

Sonra oturup, bu toplumu nasıl adam ederiz diye aylar ve yıllar boyu tartışabiliriz. Nihayetinde varacağımız yer, en temel ve en kısa çözüm olan, insan yetiştirmek olacaktır. Tabi bunu da sınavlarla belirlediğimiz yollarla yapmaya kalkmadan…

Konu dönüp dolaşıp bize geliyor. Önce biz insan olmanın ve her şartta bunu korumanın bir yolunu bulacağız. Sonra da çevremize bunu hakim kılmanın yollarını arayacağız. En yakınlarımızdan başlayarak, büyük hayallerin ve beklentilerin yerine, aslında çok daha büyük ama kolay, bu hedefi koyacağız: İyi olmak.

Merhametli insanlardan oluşan bir merhamet toplumuna dönüşmek mümkündür. Bu sorunsuz bir ülke ya da şehir olacağımız ve herkesin melek olacağı anlamına gelmez. Elbette çok büyük sorunlar ve sorunlu kişilikler var ve olmaya devam edecek. Ancak anlatmaya çalıştığım tam da bu; değiştirme umut ve ihtimalimiz olmayan bu sorunlarla boğuşup, enerji ve hedeflerimizi heba etmek yerine, küçük adımlarla büyük hedefe yürümenin gerektiği.

Malum ve meşhur kelebek kanadı etkisi teorisini tekrarlamak istemiyorum zira, o akışı durduracak çok şey var. Sonrasını düşünmeden ve etkisini hesaplayıp planlamadan, imkanımız olan her hayırlı ve iyi işi yerine getirmekten bahsediyorum.

Küçük ya da büyük, çölde bir damla su kadar değerli, her iyiliğe ve güzelliğe ihtiyacımız var. Her ota ve ağaca, her akan suya ve nehre, her tepeye ve dağa, her göle ve denize, her kişiye ve şehre ihtiyacımız var.

Kaybettiklerimiz, sahip olduklarımızın değerini artırıyor. Aradıklarımız, bulduklarımızı yüceltiyor. Her bir nefes bize hayat olarak geri dönüyor. Vazgeçemeyiz, vazgeçmeyeceğiz…

07 Haziran 2021

Siz budamayı yanlış anlamışsınız bayım!

 


Bir alanda uzmanlık, yeterlilik, bilgi sahibi olmak gibi temel kıstasların göz ardı edilmesi, işin ehline değil, göz boyamayı ve akıl çelmeyi iyi becerenlere verilmesi, toplumların felaketlerinin temelidir. Bu konuda ne dinin ne dünyanın bir farkı yoktur.

Emanetin ehline verilmesi, işin bilene yaptırılması, en çok idari meselelerde dikkat edilen bir konu olsa da, hayatın bütün ayrıntılarında geçerli bir hakikattir.

Kim evine tesisattan pek iyi anlamayan bir sucu ya da elektrikçi gelsin ister ki, ya da kim doğru düzgün Kur’an okumayı bilmeyen birinin ardında namaz kılmayı?

Belediye işleri; çeşitliliği ve insanlara yakınlığı nedeniyle, eksiklerinin en çok ve kolay görüldüğü alanlardan sayılabilir. Şikayetler genelde bitmez ve mutlaka memnun edilemeyen bir kesim bulunur. Bunun en aza indirilmesi hedeflenir ve çoğunluğun memnuniyeti büyük başarı sayılır.

Bazı konular ise, yıllar yılı dillendirildiği ve dertlenildiği halde, garip bir şekilde, aynen devam ettirilir. Bunların ilk sıralarında yer alanlardan biri olan yeşil hassasiyeti modern kentlerin vazgeçilmez tartışmasıdır.

Belediyelerden hep daha fazlası istenir, çünkü ne yapılsa az gelmektedir. Bu arada mevcudun korunması ve doğru bakımların uygulanması da, en az daha fazlasını istemek kadar önemlidir. Bakımsız ve verimsiz çokluğun bir değerinin olmayacağını herkes bilir ve kabul eder.

Öyle ya, şehirde balta girmemiş bir orman inşa edemezsiniz! Elbette bir şekil ve düzen verilecek ve mecburen insan elinin değdiği her alanda olduğu gibi, bu alanda da hatalar yapılacaktır.

Ve fakat, ağaç budamayı bir türlü öğrenemeyen belediyelerimizin, gözlerimizin önünde işledikleri yeşil katliamına da birilerinin artık dur demesi gerekiyor.

Budama işini, modern çağın anlayışı ile; birilerinin yolunu kesmek, elini kolunu koparmak, ayağını kırmak, işini engellemek, hayatına darbe vurmak gibi vahşi yaklaşımlarla anlayarak pratiğe döktüğünden korktuğumuz pek sayın belediye yetkililerimizin, ağaçlarını dallarını rastgele ve kendilerinde güzel bir tarzda hoyratça kesmeleri olarak anlamalarından rahatsızız.

Eline yeni makas alan acemi bir berber gibi, saçın uzun kısımlarından kesintiler yapmak, kendince bir şekil vermek bile, yapılan bu budama saçmalığından güzel ve kolay anlaşılır bir iştir.

Örneklerini sık sık şehrimizin parklarında gördüğümüz bu, ne idüğü belirsiz budama metodu ile, yaşlarını tahmin etmekte zorlandığımız yüce ve değerli ağaçların yüzlercesinin, bir nevi idam edilir gibi, başlarının kesilmesi ciddi bir olaydır.

Ağaç işlerinden birazcık anlayan hele de köylü geçmişi olan herkes bilir ki; kalın dalları herhangi bir sebeple kesilen ağaçlar, bunu zaman içinde iyileştirilemez bir yara olarak içlerine kadar alır ve çürüyüp yıkılırlar.

Bir başka deyişle, ana dalları kesilen ve yeni sürgünlerle hayata tutunmaya mecbur edilen yüzlerce ağacın pek çoğu, önümüzdeki on yıllar içinde çürüyüp yıkılacak ya da kesilmek zorunda kalınacaktır. Tabi o sırada, şu an görevde olanların nerede olacağını kimse tahmin edemeyeceği gibi, zaten hesap soranı bırakın, sebebini düşünen bile olmayacaktır. Olan şehrin ağaçlarına olacak ve bu şehrin gelecek nesillerine kalacak yeşilliğin harap edilmesinin telafisi mümkün olmayacaktır.

Şehir merkezlerinde bulunan park alanlarının ve yeşilliğin, mümkün olan en doğal haliyle korunması gerekiyor. Bunun yolu ise, ağaçlarının boyunlarını vurmak hiç değil!

Bu arada, geçen hafta sonu yani 5 Haziran Cumartesi, Dünya Çevre Günü idi. Bütün etkili ve yetkili şahısların doğaya, çevreye, ağaçlara ve atıklara dikkat çektikleri bir gün oldu. O gün boynu vurulan yüzlerce ağacın olduğu bir parkın hemen yakınlarında basın açıklamaları bile yapıldı.

Günümüz insanı, hayatla ve onu destekleyen unsurlarla dalga geçmeye devam ediyor. Yeni neslin “ölmeyi bayılmak sanması” gibi, büyükler de çevreyi sözle koruyabileceklerini düşünüyorlar.

Oysa yapılması gereken çok basit bir şey var! Öncelik, keyfiniz ya da sorunlu estetik bakışınız değil doğallık olmak zorunda ve her alanda olduğu gibi, şu budama işini de ehline vermek mecburiyetindesiniz!

Bu arada meyveli ağaçlar, verimliliği artırmak için budanır ve bu konuda şehrin büyük adamlarının hiç bilmediği ve bilemeyeceği incelikleri, belki de okuma yazma bilmeyen köylü büyükler bilir. Meyvesiz ağaçlara şehrin doğasına ve görüntüsüne hem estetik hem de uzun ömürlü nefes katkısı yapmaları için verilecek şeklin, onları rastgele kesmek olmadığını anlamak için, bu ülkenin yeterli orman mühendisi olduğunu düşünüyorum.

İdarecilik; halkın “bugün ve yarınlarının, dünya ve ahiretlerinin” hayır ve menfaatlerine uygun işler yapma sanatıdır.

31 Mayıs 2021

Büyük başın büyük derdi

 


İnsanlar ancak, birlikte yaşamanın zahmetlerine de rahmetlerine de alışarak büyük toplumlar oluşturabilir. Yaratılış itibariyle ve hayatın devamlılığı için bir diğerine ihtiyaç duymak, -istisnalar hariç- hepimizin doğal halidir.

Yeryüzünde hayatını devam ettiren insanlığın yekunu içinde, herkesten uzaklaşarak bir köşede kendi başına hayatta kalmaya çalışanların sayısı, söz konusu edilemeyecek kadar azdır.

Demem o ki; hayat, birlikte yaşanan ve birbirimize sağladığımız fayda ve zararlar ile devam eden bir süreçtir.

Düşünsenize, şeytanın yok olduğu ve kimsenin kötü olmadığı bir dünya ne kadar anlamsız olurdu. Bu manada, kötülüğün ve sıkıntıların varlığı, iyilik ve rahatlığın değerini tayin eden durumlardır.

Kimsenin hata yapmadığı ve mükemmel akan bir trafik hayali ne boş! Mutlaka birileri aksilik yapacaktır beklentisi ne kadar doğal.

Kimsenin suç işlemediği bir toplum, ne kadar ütopik! Birilerinin hatalar yapması ve birilerinin onları cezalandırarak adaleti temin ile vazifeli olması ne kadar normal.

Bizler insanız, melek değil!

Evlerimiz yan yana ya da üst üste. Sokaklarımız mutlaka bir yerde kesişmek durumunda. Köylerimiz şehre, şehirlerimiz mutlaka bir ülkeye, ülkemiz muhakkak bir dünyaya açılmak ve ulaşmak zorunda.

Halihazırda, hiçbir toplum homojen değil ve kalamıyor. Belki Amazon ormanlarının derinlerinde ya da Afrika çöllerinin bir köşesinde, kuş uçmaz ve kervan geçmez dağların zirvelerinde küçük kabileler, belki kendileri olarak kalabiliyorlardır.

Bunların dışındaki hepimiz, bir diğerinden etkilenmek ve etkileşimde bulunmak durumundayız. Bunun zenginlik ya da fakirlikle, gelişmişlik ya da geri kalmışlıkla da çok alakası yok.

Öyle ya, dünyanın en ücra köşelerinde bile dilimizi bilen birileri olabiliyor ve dünyanın her yerinde ve her şeyden haber alma şansımız bulunuyor.

Kenar mahallelerin işçileri ile modern semtlerin zenginleri aynı yolları kullanmak, aynı ekmeği yemek zorundalar.

Gerçi bizim belediyelerimizin hizmet anlayışı biraz durumları eşitliyor. Milyonlarca liralık evlerin sokakları ile gecekondu semtlerinin sokakları arasında alt ve üst yapı bakımından neredeyse fark yok! Yani bir zenginimizin 15 milyonluk malikanesinden çıkarak, birkaç milyonluk aracına binerken çamura basma, kaldırım taşına takılma ihtimali ile, 500 liralık gecekondu kiracısı işçinin aynı halleri yaşama ihtimali yaklaşık olarak aynı…

İronik bir şekilde, adalet uygulanıyordur belki de, bilemiyorum.

Ancak büyük şehirlerin, büyük insan toplulukları demek olduğu ve çokluğun mutlaka çeşitliliği ve farklılığı beraberinde getirdiği gerçeğini aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor.

Yerlilerin kendileri kalma şansı yoktur artık, eğer Afrika’nın bir köşesinde değillerse!

Önceden gelenlerin kendilerinden sonra gelenlere kızma hakkı yoktur, eğer akılları başlarındaysa.

Bugün yeryüzünde saf bir ırk kalmadığı gibi, ari bir şehir de yoktur. Herkes birbiri ile akraba, herkes komşu. Bu güncel dünya gerçeğini idrak ettiğimizde, bakış açımızı değiştirmemizin daha kolay olacağını tahmin ediyorum.

Şili’de mülteci olarak ülkeye bilmem kaç yılında sığınan Filistinlilerin kurduğu futbol takımının sırt formalarının hayallerindeki ülkenin haritası olmasına yerli futbol otoriteleri itiraz edebilir. Ancak bu cümlede geçen Kuzey Amerika kıtasındaki Şili ve Filistin’in gerek coğrafi, gerek kültürel olarak ne kadar uzak olduğunun bir anlamının kalmadığının farkında olmak için güzel bir örnektir.

Avustralya’da Çanakkale Savaşı sırasında tren saldırısı düzenleyen iki Osmanlı’nın efsanesi hoşumuza gider. Japonya’da kurulan camiye bayılırız. Bütün bunların bizim dışımızdaki herkes için de geçerli olabileceği ihtimalini öğrenmezsek bir yere varamayız.

Sokak ve şehrimizdeki farklılıklarla ünsiyet kurmayı başarmamız gerekiyor. Medeniyet tam da böyle bir şeydir!

25 Mayıs 2021

Medeniyetimizin köklerine tutunmak



Yeryüzünde hayatın en belirgin ve beğenilen yanlarındandır yeşillikler, ağaçlar ve ormanlar. Hele içlerinden ırmaklar akan, manzaraları ile iç ferahlatan, sundukları yaşam imkanı ile sevilen yeşil denizlerin, gözümüze ve gönlümüze kattıklarını anlamak, çağımız modern şehirlerinde yaşayan bizlerin çektiğimiz hasretler sebebiyle çok iyi anlayabildiğimiz bir güzelliktir.

Hayat su ve yeşille kaimdir, bir de bunları barındıran toprak!

Şehirler ve medeniyetler de su ve yeşille hayat bulur, susuzluk ve yeşilsizlikle tükenirler.

Şehrin ve medeniyetin de kökleri, ağaçlar gibi toprağa salınır ve su gibi kültür içerek beslenir. Yerin altında kaldığı zannedilen pek çok şey, yerin üstündekilerin hayatlarına yön verir. Aslında, hayata toprak yön verir ve sona eren her hayatı toprak sinesine alırken, bunda şaşılacak bir yan da yoktur.

Bir şehrin ve medeniyetin kökleri, insanların gönüllerindedir. İçinde erdem ve ahlak büyüten nesillerin eserleri asırlar boyu ayakta kalır. Biz tarihi binaların sadece taşlardan ibaret olduğunu zannetsek de, medeniyetin ruhu oralarda yaşar ve oralarda bilinir.

Bu anlamda yeryüzünün en tarihi binası Kabe’dir mesela, taşıdığı medeniyet davasının kıblesidir. Mescidi Aksa’dır mesela, doğru ya da yanlış herkesin bir ucundan tutmak istediği bir mirastır. Kavga da köklere kimin tutunacağının çekişmesidir ve kazanan o köklere en layık olanlardır.

Bizim medeni şehir anlayışımızın bugünlerde bu kadar bozulmuş olmasının herhalde en büyük sebebi, şehirlerimizin köklerinden koparılmasındadır. Bunun ilk sebebinin madde değil mana olduğunu düşünüyorum. Manevi mirasını kaybeden, kökleriyle bağını kesen bir toplum, ondan sonra olacakların tamamına kar ve zarar penceresinden bakıp, bir medeniyet inşa etmek yerine, bir kazanç kapısı açmak noktasına geldi.

Evlerinde “hayat” bulunmayan şehirlerde hayat süren insanların, medeniyete katkılarında da hayır olmadı. Sahi şimdilerde bilmeyenler de vardır yazalım: Antep yerel lisanında hayat, evlerin avlusuna verilen isimdir. Apartman neslinin maalesef hayatlarından çıkarılan bir hayattır o.

Hayıflanmaların ve artık geri dönülmez noktaların üzerinde çakılıp kalmanın bir manası yok. Değiştiremediğimiz ve yakın gelecekte bir başka şekle bürünmesi de mümkün olmayan şehirlerimizin ve hayatlarımızın ardından ağıt yakmak, kendimizi daha ölmeden gömmek gibi olur.

Hayattayız, yaşıyoruz ve bu haldeyiz. Öyleyse bu halin en verimli, en beğenilir, en hayırlı, en güzel nasıl kullanılabileceğine kafa yormak gerekiyor. Bu halde de medeni bir şehrin nasıl mümkün olacağının yollarını bulmak zorundayız.

Geçmişi, kendisinden beslenilen bir kök olarak görebilir ve ondan aldığımız su ile yeşil yapraklar açmanın, hatta lezzetli meyveler vermenin bir yolunu bulabiliriz.

“Nerede o eski…” kalıbında takılıp, döne döne bina okuyan tembel talebe gibi bunu tekrarlamanın hiçbir getirisi yoktur.

Yeni buradadır ve bunu güzel kılmanın, iyi olmanın, şehri medeniyete dönüştürmenin her zaman tam zamanıdır. Gecikmişliklerimizin, engellenmişliklerimizin, eksikliklerimizin, yenilmişliklerimizin mazeretlerine sığınmak, kifayetsiz politikacı metodudur. Biz yaşıyoruz ve hayat üzerinde politika yapılamayacak kadar gerçek ve değerlidir. Hoş kendimizden başka hayatlarımıza oy verecek kimse de yoktur, hizmet getirecek bir kurum da bulunmaz.

Şehir insandır, şehir sudur, şehir yeşildir. Medeniyet; insanın kök saldığı toprağa tutunup bir erdem ve ahlak ormanı inşa etmesidir. Köksüz ağacın meyve verme ihtimali yoktur. Köklerimizi bulmak, onlara tutunmak ve onlardan beslenerek büyümek bizim yolumuzdur.

15 Mayıs 2021

Allah(cc)’a sığınmanın vaktidir



İsrail’in herkese kabul ettirdiği mağduriyet kaynaklı bir “haklılığı” var. Bu yüzden her şeyi yapabilir ama mutlaka mazur görülür.

Filistin’in siyasi olarak kullanılan, kınamalarla beslenen bir “kimsesizliği” var. Bu yüzden başlarına ne gelirse gelsin kimse müdahale etmez/edemez.
Türkiye’nin yapabileceği ancak batının yüzsüzlüğünü yüzlerine vurarak, utanma ihtimallerini beklemekten ibaret olacakken, İran’ın müdahil olma ihtimali daha da düşük. “Kürecik üssü olmasaydı İran vuracaktı” masalına inanmak için ciddi ciddi çocuk akıllı olmak lazım.
İsrail batının şımarık çocuğu falan da değil, aksine bin yıl önce hangi saiklerle haçlı seferlerini destekliyorlarsa bugün de aynı kafayla arkasında duruyorlar.
Bütün mesele bugün karşılarında bir Memlük, Eyyubi veya Selçuklu devletinin olmayışından ibaret. Olmayınca olmuyor..
Bugün elimizde kalan; Filistinlilerin bu vahşi savaş makinası karşısında ne kadar dayanabileceği, ne kadar can verebileceği ve ne kadar canlarını yakabileceği.
Yakın tarihte; Afganistan, Bosna, Çeçenistan, Arakan, Irak, Suriye ve Yemen tecrübelerini gören bir nesiliz..
Bu sebeple, artık şu zulme duyurma sevdamızın anlamsızlığını, devletlere müdahale etme çağrılarımızın boşluğunu kabul etmenin ve eğer gerçekten dert ediniyorsak, elimizden geleni yapıp, Allah(cc)’a sığınmanın vaktidir.
Çünkü gerçekten, mazlumların Allah(cc)’tan başka kimsesi yok!
Allahım eğer Filistin halkı İsrail eliyle helak olursa, Beyt-i Makdis’i muhafaza edecek başka kimse yoktur. Onların attıklarını isabet ettir, kayıplarını şehid olarak katına al, geride kalanların kalplerini sekinet ver, meleklerinle onları destekle, ümmette hayır yoktur..

Ramazan, Bayram ve Kudüs


Biz, kainatın kaderi elinde olan bir Allah(cc)’a iman ediyoruz. Kar ve zararın, zafer ya da mağlubiyetin hesabını sadece dünyaya göre yapmayız. Hem bütün sebeplere sarılıp yürürüz, hem de başa gelene her halukarda hamd ederiz.

Olayların asıl hikmetini ancak Allah(cc) bilir.

Size bir yara dokunduysa karşı topluluğa da benzer bir yara dokundu. Allah'ın gerçekten iman etmiş olanları ortaya çıkarması ve aranızdan şehitler edinmesi için bu günleri böyle aranızda döndürürüz. Allah zalimleri sevmez. / Ali İmran 140

Biz Ramazan ayının rahmet ve bereketine iman ederiz. Cihat ve şehadetin neye ve nasıl bir berekete sebep olduğuna tarih şahittir. Onlar sırtımızdan mızrak sapladıklarında, biz “Kabe’nin Rabbine yemin ederim ki, kazandım” diyenleri kendimize yıldız kabul ederiz.

Büyük resmin ressamı ancak Allah(cc)’tır ve O’nun boyasından daha güzeli yoktur.

Sabredin ve teyakkuzda olun ey Allah(cc)’ın kulları, günün ve dünyanın sonunda, gülen mutlaka biz olacağız!

Hayat sembollerle kaimdir! Dün Davud(a) Calut’u demir zırhına rağmen sapanla devirdiğinde kimse bunu beklemiyordu. Bir gün yine kimsenin beklemediği bir zamanda, biri çıkıp onların demir zırhını da delecek biiznillah.

“Tarihi Allah(cc) yazar”, kimin nerede durduğuna bakın siz!..

Filistinli Müslümanlar, her şeylerini kaybettiler; ne ülkeleri, ne toprakları kaldı, ne de özgürlükleri ama bir tek Mescidi Aksa için şimdi kendilerini Yahudi cellatların önüne atıyorlar. Bu yiğitlik her türlü takdiri ve desteği hak ediyor.

Yanlarında durabilene helal olsun…

Ramazan bayramına bir kulağımız değil kalbimiz, yüreğimiz Filistin topraklarında giriyoruz. Gözlerimiz ekranlarda, dillerimiz duada. Kim daha ne yapabilir diye etrafımıza baktığımız kadar, ben daha neler yapabilirim diye de kendimize bakıyoruz.

Atılacak en küçük bir adımın, yürünecek en kısa mesafenin bile çok değerli olduğunu biliyoruz.

Bayramımız mübarek olacak inşallah, bereketli olacak.

Bereket; dünyada ve ahirette karşılığı olan çok hayırlar demektir. Hayırlara, hayırlı işlere, güzelliklere ve güzel işlere yönelmenin tam zamanıdır.

Ellerimiz ve dillerimizle duaya durmanın, alınlarımız secdede iken gözyaşı ile dua etmenin tam zamanıdır.

Bayramınız mübarek olsun ey Müslümanlar! Ne mutlu size, bize ve onlara... 

10 Mayıs 2021

Ramazan mektebinin karne günü

 


İnsan yaratılış itibariyle hayata en aciz ve belki de en eksik başlayan canlıdır, malumunuz. Bu sebeple, sürekli öğrenir ve sürekli kendini geliştirir. Hatta bu hayatının sonuna kadar devam eder.

Ömrü kemale erdiğinde, geriye dönüp bakma erdemi gösteren hemen herkes, hayatın aslında bir gün ya da bir günün yarısı kadar bir zaman gibi hızlı geçtiğini söyler. Elinde kalan, öğrendikleridir ve tabii uyguladıkları.

Bilmek kadar, bildiğini unutmamak, öğrendiğini terk etmemek gibi sonraki adımlar, insanı büyüten ve yetiştiren meziyetlerdir. Bildiğine ihanet etmemek, bile bile doğrudan ve haktan sapmamak, fıtratın temiz yolundan ayrılmamak, bilmeyi tamamlayan ve anlamlandıran neticelerdir.

Aksi halde, bilginin bir değeri kalmayacağı gibi, sahibini de kendisini taşıyan bir hamala dönüştürür ki; onun için sırtında altın olmasıyla, çöp bulunmasının bir farkı yoktur!

İşte, tam da Ramazan ayının sonuna geldiğimiz bu günlerde, bu bereket ve rahmet ikliminden beslediğimiz iman ve amellerimizi, gelecek günlere ve aylara, canlı ve diri, taze ve yeşil olarak taşımak, temel fıtri davranışımız olmalıdır.

Her yıl döne döne aynı dersleri okuyan ama bir ay sonra hepsini unutup, eski cahil günlerine dönen bir talebeye herhalde kimse geçer karne ya da bitirme diploması vermeyecektir. Oysa bizim hayatta temel hedefimiz; ahirette sırattan geçişin karnesini ve cennete layık olduğumuzun diplomasını almaktır.

Bu okul; her yıl tekrarlanan ve aslında temel dersleri hiç değişmeyen, sadece zamana ve zemine göre küçük farklılıklar gösteren, aklı başında ve titiz her öğrencinin başarılı olması için bir engel bulunmayan, kolay bir eğitim yuvasıdır.

Kur’an temel ders kitabı, pratikte sünnet desteği, üstüne alimlerin ve fazıl insanların ek dersleri ile ve hepsinden öte; Allah(cc)’in samimiyetle yerine getirilen başta oruç olmak üzere ibadet ve itaatlere yani ödevlere çok yüksek notlar vereceğini müjdelediği, karşılıksız ve çok az zahmetle elde edilecek en büyük kazancın zamanıdır Ramazan ayı.

Selim bir kalp ve düzgün bir amelle bu mektebe gelen herkesin mezun olabildiği ve neticesinde hem cehennemden azat edilmenin, hem de cennete özel bir kapıdan alınmanın, dahası alacağı mükafatı kudret ve azametini insan aklının idrak etmekten aciz olduğu Allah(cc)’in vereceği müjdesiyle, daha ne büyük ecirler elde edeceği bilinemeyen, büyük bir fırsatlar mevsiminin geçiş kapısıdır.

Bayram; işte tam da bu iklimden beslenen, ruhunu temizleyen, bedenini dizginleyen, günahlarından arınan, sevapları bir zırh gibi kuşanan, aklı Kur’an’ın bereketiyle berrak, gönlü namazların rahmetiyle mutmain, sade ve düzgün bir kul olmanın değerini idrak eden Müslümanların sevinç günüdür.

Bayramın mübarek olması yani bereketli olması, o güne affedilmiş ve cehennemden kurtulmuş olarak çıkma umudumuzdur.

Bereket; çok az tohumla, çok fazla ürün elde etmektir.

Bereket; çok az zahmetle çok fazla kazanç elde etmektir.

Bayramın bereketi; bir aylık oruç ve ibadetlerle, hele de Kadir gecesi sonrasında bir ömre bedel ecirler kazanmış olmaktır.

Henüz Ramazan ayı bitmedi, birkaç gün daha fırsatlar devam ediyor. Yetişene külçe altınların dağıtıldığı bir hayır çarşısı gibi, göğe açılan her avucun rahmet yağmurlarıyla dolacak olması gibi…

Aklı olan için geç kalmak, hiç nasip elde edememekten çok daha iyidir. Hem kimin hangi ameliyle, nasıl bir ecir elde edeceğini en iyi ancak Allah(cc) bilir.

Şu koca şehirde, son bir aydır ne çok insan sevindirildi. Bu bayrama ne çok insan güler yüzle çıkacak. Vesile olanların da dünya ve ahirette yüzleri gülsün! Gönülleriniz ferah olsun ey Müslümanlar, sonunda kazançlı çıkacak olanlar sizlersiniz.

 

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...