Süleyman Şah oğlu Kılıçarslan, doğum tarihi bilinmemekle birlikte öyle
bir ömür sürdüki ölümüyle bir fetret devri başladı, yokluğunun felaketi ile
varlığının nimeti anlaşilır oldu.
1093 yılında İznik'te tahta çiktiginda herkes onun için en değerli şeyin
saltanat ve taht olduğunu sanıyordu. Babasının ölümünden 7 yıl sonra tahta kavuşmuş
olması ve gençliği onun ilk önceliginin tahtı olacağı zannına sebep oluyordu.
Tahta çıktığı ilk yıllarda devletinin birliğini kurmaya ve Bizans ile ilişkilerini
iyi tutmaya çalistiysa da tarihin en iğrenç sayfalarının yazılmasına sebep olan
Haçlı Seferleri'nin başlaması ve ilk haçlı çapulcularinin Anadolu'ya yani
Anadolu Selçuklu Devleti topraklarına girmesiyle herşey bir daha geri dönmemek üzere
değişti.
Tarih, bir kez daha kan ile akan bir nehir olmuş ve ancak bu nehirde yüzmeyi
başaranların var olabildiği korkunç dönemler başlamıştı. Bizans'ın başindan
defetmek için Anadolu'ya geçirdiği haçlı çapulcular köyleri yağmalamaya,
canlara kıymaya ve bir çekirge sürüsü gibi geçtikleri yeri kurutmaya başladılar.
Hatta Kılıçarslan'ın başkenti İznik yakınlarına kadar ilerleyip köyleri talan
ettiler.
1096 yılı sonbaharında ilk ciddi karşilaşmalarında Kılıçarslan, haçlı
ordusunu aşağılayıcı bir mağlubiyetle yendi ve karargahlarını ele geçirdi. Daha
sonra Malatya bölgesindeki keşişlerin hakimiyetine son vermek için sefere çikan
Kılıçarslan yeni bir haçlı sürüsünün Anadolu'ya geçtiği haberi üzerine kuşatmayı
kaldırıp İznik'e dönmek zorunda kalmıştı ve bir daha da doğuya sefere çıkamadı
zaten. Zira haçlı sürülerinin ardı-arkası kesilmek bilmedi.
Malatya-İznik arasındaki mesafeyi ordusuyla bir ayda aşan Kılıçarslan başkente
geldiğinde şehir sayısı belirsiz bir sürü tarafından muhasaraya alınmıştı. Sultan'ın
yorgun ordusu ile denediği yarma harekatları başarısız olunca çaresiz şehir
teslim edildi, hatta ailesi esir düştü.
Sultan Kılıçarslan bir kez daha Eskişehir ovasında elinde kalan süvari
birlikleri ile haçlılara saldırdıysa da başarılı olamadı ve ordusunu yıpratmamak
için geri çekildi.
Bundan sonra tarihi bir kararla düzenli ordusunu dağıttı ve küçük parçalara
ayırdı. Her grubun başina güvendiği komutanlarını tayin etti ve bir vur-kaç
savaşi başlattı. Bazı gruplar haçlı sürülerinin önüne geçtiler ve daha onlar
ulaşmadan geçecekleri güzergahtaki insan ve hayvan gıdalarını yok ettiler. O bölgelerde
yaşayan halkı uzaklaştırdılar.
Sultan Kılıçarslan'ın da başlarında bulunduğu diğer bir çok grup ise haçlı
sürülerini yol boyunca gölge gibi takip ettiler ve mümkün her yolda, vadide, dağlarda
ve ovalarda ani baskınlar ve saldırılarla verebilecekleri en çok zararı
verdiler.
Haçlı çapulculari bu baskıya pek fazla dayanamadı, ne uykuları ne
yiyecekleri düzenli değildi. Her an bir yerlerden bir Selçuklu müfrezesi çikabiliyor
ve onlara yemeği, suyu ve hayatı zehir ediyorlardı.
Yıllar birbirini kovaladı ve Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Kılıçarslan ne
saltanat sürdü ne taht yüzü gördü ama haçlı sürülerine de Anadolu'yu zindan
etmeyi başardı.
Avrupa topladığı haçı sürülerini Anadolu'ya sürüyordu ama Anadolu'da Kılıçarslan'ın
yaktığı ateş onları tereyağı gibi eritiyordu. Bunlar arasında en meşhurlarından
biri de bizzat Danimarka kralının oğlunun komutasındaki bir ordunun Akşehir
civarında tamamen telef edilmesidir.
Haçlılar bu durum karşisında daha da kudurarak aynı anda değişik güzergahlardan
sürüler yolladılarsa da Sultan, Kudüs yolunu onlara kapatmaya kararlı idi ve
tarihi şaşirtan adımlar attı.
1101'de İtalyan, Fransız ve Almanların oluşturduğu ve diğer Avrupa milletlerinin
de katkı sağladığı 3 farklı ordu Anadolu'ya yöneldi. Kılıçarslan bu defa
onlardan bir adım öndeydi ve geçmeleri muhtemel güzergahta adeta taş üstünde taş
bırakmadı. Ekinleri yaktı, kuyuları kapattı ve kapatamadıklarını da zehirledi.
Otlakları dahi imha ederek haçlı sürülerini bitap düşürdü.
Sultan Kılıçarslan'ı yok etmeden Kudüs'e ulaşamayacaklarını çok iyi
anlayan haçlı sürüleri farklı istikametlerden Sultan'a doğru ilerledilerse de
yol boyu baskınlarla da iyice yıprandılar. Sonunda Merzifon'da karşilaşilan ilk
haçlı sürüsü yok edildi. Ardından diğerleri ile Ereğli civarında savaşan Kılıçarslan
ayrı ayrı bu iki orduyu da telef etti.
Haçlı sürülerini bertaraf eden Sultan Kılıçarslan, yeniden doğuya yöneldi
ve Musul'a kadar bölgenin idaresini ele geçirdi ve hatta adına hutbe okuttu.
Bu durumu kabullenmeyen Selçuklu beyleri ordularıyla üzerine geldiler ve
Habur Çayı kenarında karşılaştılar. Ona destek olan beylerin ordularıyla savaş
alanını terketmeleri üzerine Sultan çayı geçerek savaş alanından uzaklaşmaya çalışırken
sulara gömüldü. (13 temmuz 1107)
Bir efsane böylece son bulmuş oldu. Birkaç gün sonra kıyıya vuran cesedi
bugün Silvan olarak bilinen Meyyafarikin'e götürüldü ve vali tarafından yaptırılan
Kubbetu's-Sultan adı verilen türbeye defnedildi ise de bugün bu türbe yok olmuştur.
Tarihçiler olayları yazdılar, savaşları ve sonuçlarını yazdılar ama
insanların hele de sultanların iç dünyalarını kimse bilemedi. Yazdıkları
mektuplar ve şiirlerle duygularını yakalamaya çalıştığımız bu kahramanların gerçekte
neler hissetmiş olabileceklerini ancak tahmin edebiliyoruz.
Zamanın ve olayların bir anda tarihin merkezine aldığı bu kudretli ve
merhametli insanların da zaafları ve hataları olmuştu ki bunları da yazanlar
hatta abartanlar elbette olmuştur ve olacaktır.
Ancak tarihe silinmeyecek izler bırakan ve adlarını unutulmazların arasına
yazdıran bu kahraman sultanların bizler tarafından anlaşilmaları için yaşadıkları
dönemi de iyi bilmek zorundayız. Dünyaya nasıl yön verdiklerini ve nasıl
etkilediklerini görmek zorundayız.
Tüm Avrupa ordularının karşisında aciz kaldığı bir sultandan
bahsediyoruz!
Tahtının dağlara kuran ve vadilerden kutlu seller gibi haçlı sürülerinin
üstüne akıp onları boğan ve tarihin çöplügüne atan fedakar ve cefakar bir büyük
kumandandan bahsediyoruz.
Yumuşak minderlerde değil taşlarda oturan ve kuştüyü yataklarda değil
toprağa serili kilimlerde yatan ama Kudüs yolunu haçlı sürülerine kapatan bir mücahidden
bahsediyoruz.
Genç bir sultandan bahsediyoruz, genç... Dünyaya ait istekleri,
beklentileri olan ve sadece bir kerecik baş eğmesi ya da görmezden gelmesi karşilığında
istediği saltanatı sürmesine izin verilecek olmasına rağmen boyun eğmek
bilmeyen ve bir gerilla gibi direnen, direnişi fert fert askerlerinin ruhlarına
işleyen ve onları birer Kudüs fedaisine dönüştüren ruh ve dirayete sahip bir
liderden bahsediyoruz.
Biz geçmişten bugüne yollarımızı yaptıklarıyla açan bu muhterem
insanlardan ancak güzellikleriyle bahsediyoruz. Zira sahip olduğumuz şuur bu yiğitlerin
tırnaklarıyla kazdıkları topraklarda ve tarihten kopardıkları yapraklardadır.
Allah taksiratını affeylesin ve rahmetiyle muamele eylesin.