Hemen
her konuda az çok bilgimiz var ama hayatta kalmak için en gerekli bilgileri
çoğu zaman önemsemiyoruz bile. Bir felaket anında, kendimizin ve
çevremizdekilerin hayatlarının bir pamuk ipliğine bağlı olacağı anlar olacaktır
ve o sırada yapılacak bir müdahale, atılacak bir adım çok şeyi
değiştirebilecektir.
Deprem
zamanı, yeri ve şiddeti tahmin edilebilir bir afet değil; işe bu “basit”
gerçekten başlamak gerekiyor. Rasathaneler bilimsel verilerle ne yapacaklarını
kendileri bilir ama bir deprem yaşamış olanların tecrübeleri, bizim için en
değerli bilgiler olabilir.
Gerek
bir deprem yaşayanların tecrübeleri ve gerekse bu işin uzmanlarının
biriktirdiği verilerle oluşan gerçek bilgilerin halka en net ve en anlaşılır şekilde
ulaştırılması gerekiyor.
Deprem
olduğunda evler yıkılıp, yer alt üst olurken şiddetini kimse merak etmez, o
depreme maruz kalmayanların ya da kurtulanların işidir. Bize hayatta kalanların
enkazdan kurtarılmaları ve hayatlarını devam ettirmelerini sağlayacak bilgiler
lazım, organize lazım.
Devlet
aklı ve organizesi en çok bu gibi felaket zamanlarında lazımdır. Oluşacak kaosa
rağmen; kurtarma çalışması yapılacak, sağlık hizmeti verilecek, yaşamak için
gerekli su ve erzak dağıtımı yapılacak ve güvenliği sağlayacak olan ancak
devlet kurumlarıdır.
Sivil
toplum kuruluşlarının organize ettiği ekipler de mutlaka çok önemli roller
üstlenecektir. Kargaşa ve başıboşluk depremle sarsılan toplumu daha da yıkabilir.
Bu anlamda, resmi görevi olmayan ama bu gibi zamanlarda yardıma koşmak ve bir
şeyler yapmak isteyenlerin STK’ların ekiplerine katılmaları gerekir.
Bir
afet durumunda, kimin nasıl tepkiler vereceğini önceden tahmin etmek çok
zordur; dağ gibi adamlar çaresiz bir çocuğa dönüşebilirken, cılız biri kahramanlık
gösterebilir. Büyük konuşmaya gerek yok, metanetini korumak eğitimle
sağlanabilecek bir şey mi bilemiyorum.
Deprem
sonrasıyla ilgili hatıralarını okuduğum pek çok kişi, gayri ihtiyari olarak
gördüğünüz herkese yardım etmek isteğinin oluştuğunu söylüyorlar. Kendisini
kurtaran ve gücü yerinde olanların ellerinden geldiği kadar yardıma koştukları
bir ortamda, yağmacıların ve hırsızların da ortaya çıkıp, akbabalar gibi
dolaştıklarını anlatıyorlar.
Hayatın
ve insanlığın her türden gerçeğiyle aynı anda yüzleşmek zorunda kalmak ve her
şeye rağmen, sağlam ve temiz kalabilmek büyük bir erdemdir. Fıtratı bozulmamış hiçbir
insan, herhalde öylesi bir anda, gayri ahlaki bir hali aklından bile
geçirmeyecektir. Ne yazık ki, “aşağıların aşağısına” düşen mahluklar da vardır
ve olacaktır.
Devletin
en önemli görevi, ülkedeki herkesi ve her şeyi denetlemesi ve olası senaryolara
göre önlem alması ve aldırmasıdır. Bu yüzden Fırat’ın kıyısında kurda yem olan
kuzunun hesabı idareciden sorulur. Devleti bu gibi zamanlara hazırlamakla
görevli olanların sorumluluklarını yerine getirmeleri hem halka hem de hesap
verecekleri Hakk’a karşı en önemli görevleridir.
Bize
düşen, kendi durum ve şartlarımızda, en iyi tedbirleri alarak yaşamaya devam
etmek ve bir felaket anında neler yapacağımıza dair, öncelikle kendimiz ve aile
fertlerimiz için bir planımızın olmasıdır.
Bütün
hazırlık, tedbir ve eğitimlerin dışında, kalbinde iman ve tevekkül bulunması
her insan için ideal bir güç ve sığınaktır. İman, başa gelene sabrı, devam
etmek için gereken iradeyi ve çevresi için gerekli her vesileyle yardıma koşma
gücünü verir.
İman;
adaletin ve emniyetin kaynağıdır, iradenin ve kuvvetin tohumudur, sabrın ve
metanetin temelidir, korkunun ve ümidin sebebidir, duanın ve tevekkülün özüdür…
Tedbirin
kaderin önüne geçebileceğini zannetmek büyük gaflet, tedbirsizlik ise büyük
ahmaklık olur; bir felakete engel olmak için sebeplere sarılmak farz iken,
ecele mani olunabileceğini zannetmek Muhammed(sas)’e indirileni inkar etmek
olur.
Hiçbir kimse
Allah’ın yazılıp bir süreye bağlanmış izni olmadan ölmez. Kim dünya nimetini
isterse ondan kendisine veririz, kim ahiret nimetini isterse ona da ondan
veririz ve şükredenleri ödüllendireceğiz. (Ali
İmran 145)