Gündelik olaylar
ve hatta dünyanın neredeyse tamamını ilgilendiren büyük hadiseler biz
müslümanlar için nihayetinde bu aleme ait ve burada kalacak, ahiretle mukayese
bile edilemeyecek derecede küçük ve basit işlerdir. Bizce bu dünyanın en mühim
işi Allah(cc)’ın emri gereğince ve rızası mucibince yaşayıp bu hayatı
tamamlamaktan ibarettir. Bunun nerede ve hangi şartlar altında olacağını
elbette biz de insanlar olarak bilmek ve hatta kolaylaştırmak isteriz ancak
kader bizim idaremizde olmadığı gibi düşmanlarımızın da kontrolünde değildir.
Alemlerin Rabb’inin
Allah(cc) olduğunu iman etmenin, her durumda hamde götüren ve küfür ile dalalet
istisnasıyla herşeye hamdettiren bir huzur kaynağı olması en büyük
avantajımızdır. Baksanıza herşeyini kaybetmiş ufacık bir Suriyeli çocuk,
hepimize hamd ile ders vermektedir!
Bu hengameli
dünyada hele de bugünler gibi herşeyin biraz daha karmaşık olduğu zamanlarda
dostumuzu ve düşmanımızı tanımamız ve onlarla Allah(cc)’ın koyduğu ölçülerle münasebet
kurmamız gerekir. Bu ıstılahımızda ‘el-vera ve’l bera’ olarak tabir edilen akidevi
bir husustur. Bu sebeple dostluk ve düşmanlığımızı öncelikle inancımız belirler.
Biz mü’min bildiklerimizi dost bilir ve güveniriz. Aynı şekilde gayri
müslimleri düşman biliriz ve dost olmayız, güvenmeyiz. Bu kısaca ifade ettiğim
bakış açısı elbette İslam hukukunda detaylandırılmış ve mü’min bildiklerimizin
nasıl dostluğumuzu kaybedeceği ve gayri müslimlere hangi şartlarda ne şekilde
güvenebileceğimiz anlatılmıştır.
Günümüzde
müslümanların dünya genelinde duruş ve davranışlarını belirleyecek bir tek
otoriteden yoksun olmaları diğer tabirle umumi idareyi yürüten bir halifenin
olmayışı ve müslümanların çoğunlukla İslami esaslara dayanmayan devletlerin
vatandaşları olarak yaşamaları dost ve düşman tayininde de zorluklara hatta
sapkınlıklara yol açıyor.
Yaşadığımız
coğrafyadan ve toplumdan bağımsız olmamız elbette düşünülemez ancak akidemiz
bizim her türlü bağdan üstün ve değerli olmasıyla hayatımızın her anına ve
fikir dünyamızın her ayrıntısına hükmeder.
Devletlerin
politikaları veya anlaşmaları bizim kalplerimize hükmedemez! Seküler
devletlerin vatandaşları olarak kalplerimizi, resmi anlaşmalar yahut
düşmanlıklarla değil Allah(cc)’in sevilmesini istediklerini severek, düşman
olarak tayin ettiklerinden de yüz çevirerek temizlemek durumundayız. Zira
devletler dün düşman göründüklerine bugün dost olabilir ve yine menfaatleri
icabınca yarın tekrar düşman olabilirler.
Bizim dostluk ve
düşmanlık kriterlerimiz ise bellidir ve akidevi ilkelere dayanır. Maslahat ve
menfaatler gereği yapılan anlaşmalar ise ancak resmi kurumları bağlar, biz
Allah(cc) için sever ve yine O’nun için buğzederiz.
Ehli Sünnet
nazarında insanlar dostluk ve düşmanlık bakımından üç sınıftır.
1. Sevilecek
olanlar: Allah(cc)’a ve Rasulüne(sas) iman ile salih amelleri ihlasla yerine
getirenler. Allah(cc) için seven, Allah(cc) için buğzeden ve kim olursa olsun
Rasulullah(sas)’ın sözünü herkesin sözünden önce ve üstün kabul edenler.
2.
Bazan
sevilen bazan buğzedilenler: Müslüman oldukları halde salih amellerle haram ve
fıskı karıştıranlardır. Bunların imanları sebebiyle günahlarına buğzedilir ve
düşmanlık gösterilirken salih amelleri sebebiyle de dostluk gösterilir.
3.
Her
bakımdan buğzedilenler: Allah(cc)’ı , meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini
ve ahiret gününü inkar ile kafir olan, kadere iman etmeyenlerdir.
Bunların yanısıra
bir başka zümre vardır ki onlara ulemamız bid’atçiler diyerek ayrıca
sınıflandırmış ve onların hukukunu ayrıca anlatmışlardır. Zira onlardan
bazıları küfür olan bid’atler işlerken bazıları da mekruh olanları işlerler.
Hükümleri de buna göredir.
Mesela dünyadan
el çekerek sürekli oruçlu olarak evlenmeyi de terkedenlerin hali günahkarlıktır
ancak küfre sebep olmaz. Veya Cuma hutbelerinde devrin sultanının ismini anmak
gibi mekruh sayılan bid’atleri işleyenler bu sebeple müslümanların dostluğunu
kaybetmezler.
Ancak vahiyle
sabit bazı hakikatlerin zıddına itikat sahibi olan bid’atçiler bu sebeple küfre
düştüklerinden onlardan yukarıda sayılan 3. sınıf gibi uzak durmak ve dostluk
değil düşmanlık beklemek ve göstermek vacip olur. Buna en güzel örnek ise
ayetlerle iftira olduğu kesin olduğu halde Aişe(r.anha) annemize zina iftirası
atan bid’atçilerdir ki bunlara şiiler diyoruz.
Bunlar Ebu Bekir(ra)
ve Ömer(ra)’ın imametlerini kabul etmedikleri için ‘rafizi’ olarakta
isimlendirilirler. En rezil bid’atleri sahabeyi sevmemeleri ve onlara hakaret
ve küfür etmeyi marifet bilmeleridir. Ali(ra), Ammar(ra), Mikdad(ra) ve Selman(ra)
dışındaki sahabeleri düşman bilirler. Oysa bu sayılan sahabeler ve Ehli Beyt
onların yalanlarından ve bid’atlerinden uzaktırlar.
Bu rezil taife
dostluk ve düşmanlık konusunu kendi bid’at akidelerine katarak salih, sıddik ve
mucahid selefimiz olan ve yolumuzun önderleri ve örnekleri olarak bildiğimiz sahabeye
düşmanlık etmeyenlerin bu dine dahil olamayacağına ve Ehli Beyt’e yakın
olamayacağına inanırlar.
Onlar dostluk ve
düşmanlıklarını kendi heva ve heveslerine, sapkın itikatlerine ve lanetlik
hayallerine göre tayin ederler. Sahabeyi sevenleri düşman bilen bu zümreyi dost
bilmek ya da dost olabileceklerine inanmak onların yine itikat bildikleri
takiyyelerine kanmak olur. Değişik isim ve gruplarla temsil edildikleri halde
biz onları bu düşmanlıklarından tanırız.
Onlar kalplerinde
müslümanlara karşı sevgi duymaz ve fırsat bulduklarında İslam’ın ve
müslümanların düşmanlarıyla işbirliği yaparak en aşağılık zulüm ve işkencelerle
katledilmelerine hem yardımcı olur hem de bizzat bu katliamları işlerler. Bugün
Suriye’de karşımıza çıkan Nusayri zümresi de tarih boyu ihanetlerinin sonucu
Şam bölgesini ele geçirmelerine batılı müstekbirlerin göz yumduğu
zalimlerdirler.
‘Ehli Sünnet ve
Cemaat, Allah(cc)’ın Rasulü(sas)’nün ashabını(radiyellahu anhum ecmain)
sevenlerdir. Sevmekte de aşırılığa gitmeyenlerdir. Hepsini sever ve hepsine
dostluk gösterirler. Ehli Sünnet sahabeye buğzedene buğzeder, zira özellikle
şeyhayni (Ebu Bekir ve Ömer) sevmenin dinin, imanın ve ihsanın gereği olduğunu
bilirler. Yine onlara buğzetmenin ise küfür, nifak ve tuğyan olduğunu da
bilirler.’ (İbni Kesir)
İslam’a ve
müslümanlara ihanet ederek zulüm görmelerine yol açan ve bizzat zulmeden,
akidesi bozuk, ameli bozuk, geçmişi bozuk bu bid’at ehli sapıklara buğzetmek
imanın gereği salih bir ameldir. Allah(cc) kalplerimizi hidayettennn ayırmasın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder