Hayatın standartlarından bazıları vardır; aksadıklarında
insanı bırakın bir yerlere gitmeyi, olduğu yerde tepetaklak çevrilmeye ve
devrilmeye mahkum ederler.
Bize pek basit gibi gelen dünya kanunudurlar ama ilahi
fermanın değişmez hükümleri olduklarından, uymayanı uydurur, çiğnemeye kalkanı ezer
geçerler.
İşte mesela; yüksekten düşen incinir, nefes alamayan
boğulur, yol bilmeyen kaybolur, kalbi duran genellikle ölür, gibi sabitlerden
bahsediyorum.
Bunların, yaratılışın ayetleri olduklarını ve insanların
bunlara hükmedemeyeceğini, değiştiremeyeceğini not edip devam edelim. Ölüme
çare bulamamak gibidir neticede bunlar. Boyun eğmek zorundayızdır.
Bu sebeplerden zarar görmemek için birtakım tedbirler bulunur
ve onlarla bazıları bir süreliğine tatil edilebilir. Yüksekten düşene paraşüt
takmak, nefes alamayanı entübe etmek, yol bilmeyene tarif etmek ve kalbi durana
kalp masajı yapmak gibi bazı yollar ve yordamlar bulunur.
Tabi en güzeli ve garantili olanı o hallere girmemek için
gayret etmektir.
İnsanın fikri ve kalbi de böyledir; yüksekten düşerse çok
incinir, nefes alamazsa boğulur, yolunu bulamazsa kaybolur, düşüncesi durursa
ölür.
İşte İslam, fıtri bir hayat düzeni olarak sadece
yürüyüşümüzü değil, fikrimizi de terbiye ederek, gereksiz maceralara
kapılmamızı engeller ki, nimetimiz felaketimiz olmasın.
Öyle kendimizi bir şey sanıp, uçmamızı istemez İslam; sonra
o yüksekten düşünce incinmeyelim diye.
Aklımızı zorlayıp nefesini tıkamamızı istemez İslam; sonra fikrimizin
sığ sularında boğulup gitmeyelim diye.
Kendi başımıza bir yol tutup gitmemizi istemez İslam; sonra
o yolun çıkmazında kaybolmayalım diye.
Hissiz ve ruhsuz olmamızı istemez İslam; sonra kalbi ölüler
kervanına kapılıp cehenneme gitmeyelim diye.
İşte bütün bu kişisel sıkıntılarımızın çaresi olarak; fikir
ve eylemlerimizi, Kur’an ve Sünnet çerçevesi içine oturtan bir tablo olarak
çizip elimize verir. Allah(cc)’in boyasıyla boyanmış bir tablodur bu, üstüne
rastgele malzemelerle çizik atılsa hemen görülür, bir yeri zedelense orijinalliği
bozulur.
Aklımız ve fikrimiz durmaz elbette; kurcalamak ister,
oynamak ister. İçimizde bir çocuk yaramazlık peşindedir hep. Hem dünya oyun ve
eğlence yeridir zaten, diye kıpırdar bir yanımız.
Hele bir de, bu fikrin ve aklın sahibi, peşinden birilerinin
yürüdüğü hatta birilerinin seyrettiği biri ise; o oyunlar ve o eğlenceler,
karanlık bir korku tiyatrosuna döner. Ne kendisi kalır, ne adını taşıdığı
İslam.
Bu kaygan zemine basmamak ve doğru bir yol takip ediyor
zannıyla, kendi felaketine zemin hazırlamamak için, bazı kıstaslara dikkat
etmemiz gerekiyor.
Her birimiz, hakkı ve batılı, doğruyu ve yanlışı ancak kendi
bildiklerimizle ölçeriz ve aslında imanlı bir kalp için biraz bilgi ve biraz
his çok şeyi ayırt etmeye yarayacak kadar büyük imkanlar sunar. Fakat her
nasılsa tevil etmek gibi bir tuzağa düşüveririz çoğu zaman.
Oysa İslam; aramızdan hiçbirine ve hiçbirimize, herhangi bir
ayrıcalık tanımaz!
Haramlar ve helaller, içimizdeki en az bilenimiz ve en az
amel edenimizle, en çok bilenimiz ve en çok amel edenimiz arasında hiçbir fark
göstermez.
Daha açık ifade edecek olursak; halka haram olan müftüye de
haramdır, müride yasak olan şeyhe de yasaktır, ferdin uzak durması gereken şeyden
liderin de uzak durması gerekir. Farzlar ve sünnetler de hakeza öyle.
Bir yerde veya bir şahısta, din hususunda ve dinin aslına
muhalif olarak, kendine özel helaller ve haramlar tayin ve tespit etmek gibi
bir hal gördüğümüzde oradan şeytandan kaçar gibi kaçmamız icap eder.
Hayatta olduğu sürece, Rasulullah(sas)’den kalkmayan kalem,
bir başka faniden asla kalkmaz.
Hiçbir şeyh ya da hoca, Rasulullah(sas)’den farklı veya
sahabeden iyi bir İslami yaşam şekli ortaya koyamaz.
Aldanmamanın ilk yolu, saygı ve sevgi ile bu bahsettiğimiz ayrıcalık
hakkını karıştırmamaktır. Bir alimi sevmek ve ona hürmet etmek ile ona dinde
özel bir yer tayin edip, helal ve haramlarda ayrıcalık tanımak asla bir olmaz.
Ha bir de aldanmamak için, kocaman reklam tabelalarında
yazan bir hakikat vardır: Ben mehdiyim diyen yalancıdır, kaçın ondan, uzak
durun. Aslında ben bir şeyim diyen, hiçbir şeydir.
Kendisine tabi olunacak, ilminden ve takvasından faydalanılacak,
hayatımıza rehber edinilecek yaşayan birini arıyorsanız, onun Rasulullah(sas)’e
ve sahabesine ne kadar benzediğine bakın.
Ve bir yerde bir yamuk gördüğünüzde onu tevil etmeyin.
Yanlışın yanlış olduğunu söyleyin. Eğer dinler ve düzeltirlerse umut var demektir.
Samimi her mü’min, İslam ile dünya ve ahiret saadetini elde etmeyi hedefler. Bu, uğruna hayatlarımızı, keyiflerimizi ve bütün varımızı yoğumuzu feda etmeye hazır olduğumuz hedefi, birilerinin ifsat etmesine, gayretlerimizi boşa çıkarmasına, razı olamayız. Olmamalıyız…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder