Teoride hemen herkesin kabul ettiği inanca saygı gibi bir çağdaş erdem göstergesi var. Üstüne bir de düşünce özgürlüğü eklenince, sloganlarımızı süsleyen bu ikiliyi hepimiz bir yerlerde kullanmışızdır.
Batılı çağdaş ve medeni(!) ülkelerin, bize dayattıkları bu
ikiliyi pek sevmiştik aslında ama nasıl oluyorsa bir yerlerde konu biz olunca,
uluslararası arenada aslanların önüne parçalanmak üzere atılan bizim
kutsallarımız olunca, ne hikmetse bir anda bu süslü sloganlar tersine dönmeye
başlıyor.
Bir bakıyoruz, adamların aleme pazarladığı sloganların
içeriğini biz onlara anlatmaya, ikna etmeye çalışıyoruz. İnsan haklarından, inanca
saygıdan dem vuruyoruz. Ne kadar güzel anlatırsak anlatalım, fayda etmiyor. Kırk
dereden getirdiğimiz sular, kurumuş beyinlere işlemiyor.
Sıkıntı şurada; biz, bir kutsalı olmayan insanlara kutsala
hakaretin özgürlük olamayacağını anlatmaya çalışıyoruz.
Peki kutsalı olmayan insan olabilir mi, insan kalabilir mi?
Vardır bir kutsalları diye düşünüp, oradan onların anlayış damarına dokunmaya
çalışıyoruz.
Onların da kutsalı “özgürlük” sanıyorum; özgürlüğe
tapıyorlar, uğrunda her şeyi çiğnemeyi normal görüyorlar. Nasıl bir tapınma ise,
bizim nesillerimizi özgürlük putlarının önünde kurban olarak kesiyorlar. Bizim
kutsallarımızı putlarının ayakları altına layık görüyorlar.
Bir de, bir şey hiç değişmiyor.
Dünyanın her yerinde, “düşünce özgürlüğü” savunucuları illaki
bir yolunu bulup, İslam’ı ve Müslümanları bu kapsamın dışında bırakıyorlar. Ne
hikmetse, her yere ve her şeye geçen bu özgürlük bize işlemiyor. Ama bize
yönelikse zincirler fora. Bize hakaret varsa, kutsallarımıza hakaret varsa,
kesin orada bir düşünce özgürlüğü peydahlanıyor.
Normal insanlar için 5 temel “kutsal” olur; akıl, can, mal,
nesil ve din. Bunlardan eksilmeler oldukça o insanın insanlığından da eksilmeler
olur. Bunları muhafaza etmek, hakaret ve her türlü saldırıdan korumak
insanlığın gereğidir. İnsan, bunlar için yaşar, ölür ya da öldürür.
Dünyanın bütün kavram ve kuramları, bu değerlerle
çatıştığında değerini kaybeder. İnsanların canlarına ve mallarına dokunan bir
fikrin, koruyamayan idealin insana verebileceği özgürlük değildir. Aklımızı kullanmaya
mani olan, dinimizi mukaddes bilmeyen bir devranın, bize verebileceği saygı
değildir.
Batılıların kendi menfaatleri uğruna, gerektiğinde kendi
seçtikleri değerleri bile tatile gönderecek kadar keyif sahibi olduğunu artık
gidişatı takip eden herkes ayan beyan görebiliyor.
Batı bütün zenginliğine/gelişmişliğine rağmen dünyanın en
bağnaz toplumudur. Kendi lehlerine olan bir yalana inanmakta ve savunmakta
üstlerine yoktur. Aslında onlara göre dünyanın geri kalanı asla haklı ya da
doğru olamaz.
İslam’ın ve Müslümanların, onların hegemonyasına çelme
takacağını çok iyi biliyorlar. Başkalarına reva gördükleri muamelenin
yanlışlığının pek ala onlar da farkında. Fakat dünyanın sefası ve zenginliğini
kendilerine hak ve layık gördüklerinden; her işlerine, her zulümlerine, her
vahşetlerine mantıklı bir izahat buluyorlar.
Biz, Avrupalı sömürgecilere tarihlerinde yaptıkları
katliamları hatırlatıyoruz ama bir etkisi olmuyor. Çünkü onlar için o
yaptıkları bir utanç değil bir gereklilik geliyor.
Ne Fransa ne Belçika, Afrika’da işledikleri katliamların
hesabını hiç vermediler. Hollanda, Açe’ye 25 yıl yağdırdığı top mermilerinin
sayısını bile hesap etmedi. Amerika yerlilerini yok eden soykırımı İspanyollar
ve İngilizler, kendileri için bir hak gördüler. Tıpkı Afrika’dan getirdikleri ve
köle yaptıkları milyonlarca kara derili elmas adamın ve kadının ve çocuklarının
hesabını tutmadıkları gibi. Elde ettikleri bugünün zenginliğini onların
sırtından kazandıklarını hatırlamak bile istemiyorlar.
Şimdilerde yüksek mevkilerden, yüksek sesle bunlara
geçmişleri hatırlatılıyor ama tenezzül edip cevap bile vermemeleri bundan.
Doğu Akdeniz’de kimin haklı olduğunun ya da kimin ne
hakkının olduğunun batı için bir değeri yoktur, olmayacaktır. Onlar tabii ki
kendilerinden olanın tarafında cansiperane saf tutacaklardır. Tıpkı Irak’a, Suriye’ye
ve Yemen’e olanları, ağızlarını yaya yaya seyrettikleri gibi, Libya’da olanları
da seyrettiler.
Ha bir de özgürlük kadar paraya da tapıyorlar; refaha ve
zenginliğe secde ediyorlar, rahat evlere, gelişmiş şehirlere, lüks ulaşım
araçlarına, sterilize yiyeceklere rüku ediyorlar. Bankaların kapılarında
kaideyi ahirede oturuyor ve parlak ışıklı reklam tabelalarına selamlar
veriyorlar.
Şimdi birileri onların tanrılarına el uzatmış gibi
geliyordur onlara. Hak biliyorlar ya sahiplik hakkı, onların kutsalı bu; para
ve özgürlük onların hakkı. Başkası el uzatınca mağdur rolleri de bundan…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder