02 Ağustos 2011

Muhabbet hayattır, yokluğu ise ölüm…

Dünya, yaygın kanaate göre deni kelimesinden türetilmiştir. Denilik yani alçaklık dünyanın tabiri caizse çekirdeklerine yer etmiş. İnsan ise unutkanlığı ile meşhur, alemin en değerli varlığı da olsa; kendini kendi elleriyle en değersizler sınıfına da dahil edebilen müstesna yaratık…

Dünya, zahmetlerle dolu. En hafif zahmeti, nefes almak bile bazan dağları yerinden sökmeye eşdeğer bir ağırlığa dönüşür. Bunu en iyi herhalde astım gibi rahatsızlıkları olanlar bilir. Ya da Kanuni gibi, cihanın en büyük imparatoru iken bile insana; ‘olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi’ babından şiirler yazabilenler anlar.

İnsan, zahmetlere en az maruz kalabilmek için neredeyse bütün gücünü harcayan bir yapıya sahiptir. Elindeki bütün imkanları daha az zahmetle yaşamak için kullanmaktan çekinmez. Meşhur hikayedir:

Tembellere mahsus bir evi şehir halkı ateşe verir ki bir umut canlanırlar diye… Bütün tembeller kaçışmaya başlar. İçeride en son iki kişi kalır. İçlerinden biri binbir zahmetle cebinden sigarasını çıkartır ancak çakmak çıkarma zahmetine katlanamadığından yanındaki arkadaşından ister. Arkadaşının cevabı tam da tembellerin şanına layıktır: ‘Acele etme yahu, nasılsa birazdan ateş yanına kadar gelecek…’

Dünya ile insan ilişkisinde tembel tavrın pek çok konuda söylediği söz buna baya benzer aslında… Ve insan bazan ateşin ona yaklaşmasına bir basit menfaat için izin verir…

Elbette ki bardağın tamamı boş değildir. Dünya, insana hizmet için yaratılmış olmasının hakkını da yerine getirir bir şekilde. Yine de temelde insan dünyadan memnun olmamak üzerine kurar hayatını. Sahip olduklarıyla yetinmemek ve hep daha fazlasını istemek… Ya da Yavuz Selim gibi, dünyayı iki hükümdara az; bir hükümdara biraz çok görür.

Herşeye rağmen dünyayı yaşanılası kılan birtakım değerler vardır ki bunların başında elbette muhabbet gelir. Sevgi kelimesini özellikle kullanmıyorum! Çünkü bazı sevgiler hayatı çekilmez de kılabilmekte… Muhabbet bana daha çok her türlü sevginin içinde bulunduğu kanlı, canlı ve hayat dolu bir kavram gibi geliyor. Ve dünyayı cekilebilir kılan muhabbetlerin en büyük özelliği aslında sadece dünyaya ait olmamalarından kaynaklanıyor sanki. Yani ahirete de intikal edecek muhabbetler dünyaya da hayat veriyor.

Böylesi insanların gözlerinde görülebilen ve adeta güneşin dünyayı ısıtması gibi; sevdiklerini ısıtan mukaddes bir güçtür muhabbet! Bu muhabbetin merkezi biraz da annelerin yüreğidir ki; oradan yavrularına akar. Sonra çocuklarının gözleriyle haneleri ısıtır. Dünyanın en paha biçilmez değeri; muhabbetle parıldayan bir çift gözden ibarettir aslında… Herhangi bir karşılık beklemeksizin ve yalnızca sevdiklerinin gözlerindeki bir tatlı bakışa ayarlı bu müstesna muhabbetin ne güzelliklere sebep olabildiğini anlatmak için bütün bir hayatı anlatmak gerekir.

Bebeler annelerinin gözlerinden yayılan o muhabbetle büyür, kuru kuru odunlar bile o muhabbetle çiçek açarlar. Gönlünde bir muhabbet tohumu kök salmış olan herhangi bir insan, artık sıradanlıktan kurtulur ve özel bir insan halini alır. Sayıları ne kadar artarsa artsın, hep büyüyen bir muhabbetin ışıkları yayılır durur etrafa… Ve her insan taşıdığı ya da muhatap olduğu muhabbet kadar özelleşir. Bir tanedir o artık! Kimbilir kaç insan kaç kişinin biriciği ve birtanesi olur…

İnsan gönlü geniştir zaten; çocuklarını sever dolmaz, anne-babalar sevilir dolmaz, eşler sevilir dolmaz, dostlar sevilir dolmaz, kardeşler sevilir, akrabalar sevilir, dedeler ve torunlar sevilir, amcalar, yeğenler, kızlar, kızanlar, uzak ve yakın ama yüreğinde muhabbet tohumu taşıyan herkes sevilir dolmaz da dolmaz gönül… Muhabbet harcandıkça artar, arttıkça daha çok harcanır.

Bir muhabbet için yaratılan dünya işte böyle yaşanılası bir yer olur… Muhabbetle tutulan bir el, birbirine muhabbetle bakan iki çift göz herşeyi siler yokeder sanki; geriye yalnızca adına mutluluk ta denilen saadet kalır. Yine belirtmeden geçemeceğim; mutluluk kuru bir kelime, saadet tıpkı muhabbet gibi iki cihanda devam edecek bir kavram.

Kargaya yavrusunun şahin göründüğünü biz uydurmuşuzdur. Karga nasıl göründüğüne bakmaz halbuki yavrusunun… Ama yine de biz otu çeker köküne illa ki bakarız! Sebepler aleminin mahkumlarıyız ne de olsa. Bu meşgalede unutmamamız gereken en mühim gerçek ise; bu sebeplerle bizi mesud kılan Rabb’e sonsuz hamdler olmalıdır.

Hiçbirimiz bu dünyaya insan olarak gelebilmek için bir gayret sarfetmedik. Dahası çevremizde Allah’ın bize saadet versinler için muhabbetle donatıp yerleştirdiği insanları hakedecek herhangi bir geçmişimiz de yok bu dünyadan önce. Geldiğimiz günden bu yana hep birileri bizi sevdi, muhabbetle bağrına bastı. Biz de o muhabbetten güç alarak hayata tutunduk…

Öyleyse bize düşen biraz da hayatı farkında olarak yaşamak, nefes almaktan daha kolay olan tek şey belki de muhabbetle bir bakış ya da küçük bir gülümseme… Dünya ne kadar deni ya da alçak olursa olsun; gönlünüze kanat olarak takacak bir muhabbet bulabildeyseniz hiç tasalanmayın, hiç bir alçaklık size dokunamaz ve siz muhabbet kanatlarıyla hep yücelerde dolaşırsınız…

İbrahim (as) gibi bir peygamber iken bile insan ardından bir ‘güzel hatıra’ bırakmak ister! Gönlü çöle dönenlerin ardından konuşulacak tek hatırası, kum fırtınası ya da kuraklık ve susuzluk olacaktır. Gönül semtine bir tek bülbül bile uğramayanlar, dönüp kendi bahçelerine baksınlar; bir tek gül fidanı bile yetiştirmediklerini göreceklerdir.

Ve Allah, yeryüzünde gül yetiştiren adamların etrafında meleklerden bir halka oluştursa layık değil midir? Ki zaten, böylelerinin adımlarını bastıkları yerler gülistan olur da; kokuları bir koca aleme yeter…

Muhabbet hayattır, yokluğu ise ölüm… Hem de öyle bir ölüm ki; dirilişten mahrum, yokluğa mahkum! Öylesi insan bin yaşasa ne olur, bir gün yaşasa ne değişir? Muhabbet dolu bir gece bir ömre bedel, öyle olmasa Kadr Gecesi bin ay eder miydi?

Bu defa şiirle bitirmiyorum, zira şiir zaten muhabbet demek; muhabbet ise şiir.

Sevdiklerimizin ve sevenlerimizin bize hava ve su kadar lazım olduğunu unutmamamız dileklerimle; gönülleriniz muhabbetle dolsun, dünyanız ve ahiretiniz saadetle…

Muhammed Köse (Ufuk Gazetesi – Ekim 2008)

[youtube http://www.youtube.com/watch?v=tECwF2o_gE8]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...