Kainattaki herşey
bir hedefe ya da bir amaca hizmet etmek üzere yaratılmış olup bunların
arasından kendi kararıyla yol tayin etme hakkı sadece insana verilmiştir. Bu
hakkın verilmiş olmasının hikmeti de imtihan edilmesi ve sonrasında bir mükafat
kazanacak olmasıdır. İrade verilmeyenler imtihana da tabi değillerdir zira.
‘Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk
etmeleri için yarattım.’
Zariyat 56
Biz bu temel
yaratılış nedenine iman edenlere müslüman diyoruz. İman etmek bu bilginin doğru
olduğundan kesin olarak emin olmak demektir. Bu konuda şüphe duymak bile iman
dairesinin dışına çıkmaya kafidir. Ki akıl sahibi her insan da kabul eder ki;
hakkında acabalarımız olan ve şüpheler taşıdığımız herhangi bir bilgiye iman
ettiğimizi söylememiz hem kendimize hem de bahis mevzu olan bilgiye hakarettir.
Bu temel bilgi ve
yaratılış hedefini kabullenmenin doğal sonucu olarak hayatımızın her alanındaki
her işimizi hatta her fikrimizi bu hedefe uygun hale getirmemiz de mecburi bir
hal olur. Aksi halde kullanım dışı kalan herhangi bir malzemeden farkımız olmayacaktır.
Yazmak için üretilen bir kalem o işi yapamaz hale gelince varacağı yer en iyi
ihtimalle bir soba alevi ya da bir çöplik olur.
Hepimiz her
işimizi derken kelimelerin kapsadığı alanın büyüklüğünü umarım gözden
kaçırmayız.
Konuştuklarımız, yazdıklarımız, yaşadıklarımızın tamamı ve
münasebetlerimiz hatta kavgalarımız ve hatta savaşlarımız bu temel hedefin
dışında değildir. Kulluk dediğimiz ve ıstılahi olarak bu şekilde kullandığımız
kelimenin tam türkçe karşılığı köleliktir. Sahibinin emir ve izni ile hayat
süren ve ancak ona bağımlı olan ve sadece ondan emir alan ve yalnızca onun
verdikleri ile hayatını devam ettiren bir köle...
Bu temel hem
kendimizi hem de hakkında kanaat edinmek istediğimiz kişi ya da toplumları
değerlendirmede de en büyük ve etkin mihenk taşımızdır. İşlerimiz ve
meşguliyetlerimiz bu gayeye uygunluk ya da uygunsuzluk değerlendirmesine tabi
tutulup temizlendiğinde varlık hedefimize ulaşmış olacağız. Arının bal yapması
kulluktur, ineğin süt; insanınsa bütün bunların üstünde bu nimetlerin hizmetine
verildiği varlık olarak şükrünü eda etmek için Allah’a boyun eğmesidir kulluk!
İslam bu temel gayenin
adıdır. İslam olmak kul olmaktır.
Günlük
hayatımızda karşılaştığımız bir çok hadisede, çok farklı maksatlarla bilgi
kirliliği bombardımanına tutulduğumuz günümüzde sahip çıkacağımız kişi ya da
olayları belirlerken elimizde bu ölçü olacaktır. Sözkonusu kişi ya da olay
kulluk sınırları içinde midir yoksa başka bir gayeye mi hizmet etmektedir.
Tarihi de
günümüzü de doğru okumanın yolu budur.
Pek çok örneği
olduğu halde kabul olunmuş duası sebebiyle şu tarihi hadisedeki niyet ve gayeye
bakalım.
Sultan I. Murad,
8 Ağustos 1389’da Kosova ovasına girdiğinde ortalığı toza dumana katan bir
fırtına ile karşılaşmıştı. Murad Han, 27 yıllık saltanatı boyunca girdiği 47. savaşındaydı
ve şu duayı yaptı:
‘Ya Rab! Bu fırtına, şu aciz Murad kulunun
günahları sebebiyle çıktıysa, onun yüzünden masum askerlerimi cezalandırma! Allâh’ım!
Onlar ki buraya kadar sadece Sen’in adını yüceltmek ve İslam’ı tebliğ etmek
için geldiler!
İlahi! Bunca kerre beni zaferden mahrum etmedin. Daima
duamı kabul buyurdun. Yine Sana iltica ediyorum, duamı kabul eyle! Bir yağmur
nasib eyle! Bu toz bulutu kalksın. Kafirin askerini aşikar görüp, yüz yüze cenk
edelim!
Ya İlahi! Mülk de, bu kul da Sen’indir. Ben aciz
bir kulum. Benim niyetimi ve esrarımı en iyi Sen bilirsin. Mal ve mülk maksadım
değildir. Yalnız Sen’in rızanı isterim.
Ya İlahi! Bu mü’min askerleri küffar elinde mağlub
edip helak eyleme! Onlara öyle bir zafer lutfet ki, bütün müslümanlar bayram
eylesin! Dilersen o bayram gününün kurbanı da şu Murad kulun olsun!
Ya İlahî! Bunca müslüman askerin helakine beni
sebep kılma! Bunlara yardım eyle ve zafer bahşeyle! Bunlar için ben canımı kurban
ederim; yeter ki Sen beni şehidler zümresine kabul eyle!.. İslam askerleri için
ruhumu teslime razıyım... Beni gazi kıldın. Sonunda lutfen ve keremen şehidlik
de nasib eyle!.. Amin!’
Bu duadan sonra
Sultan, Kur’an okumaya başladı. Çok geçmeden Kosova meydanı üzerine sağnak halinde
yağmur boşaldı. Fırtına durdu ve toz bulutları dağıldı. Düşmana hücum edildi.
Sekiz saat süren savaş Osmanlı ordusunun kesin zaferiyle sonuçlandı.
Murad Han, savaş
meydanında bulunan yaralı ve şehidlerin arasında dolaşıyordu ki, ölüler arasından
yaralı bir Sırp askeri kalkarak:
‘Beni bırakınız;
padişahın elini öpüp müslüman olacağım!’ dedi. Yaralı taklidi yapan Sırp, padişahın
elini öper gibi yaptı ve koltuğunun altında sakladığı hançerini göğsüne
sapladı. Orada şehadet şerbetini içen Murad Han’ın duası da kabul olunmuş oldu.
Başlıbaşına bir
ibret vesikası olan bu dua ve sonrasında düşman askerinin sultana yaklaşabilmek
için kullandığı argüman ve nihayetinde şehadet; bir tek kişi müslüman olacak
umudu temel hedefin şaşmadığını gösteriyor.
Şimdi etrafımızda
Allah’ın dinine hizmet için çalıştığını söyleyen bir çok şeşit insan ve gruplar
var. Herbiri başka başka şeyler yapıyorlar. Birileri gayri müslimlere yaranmayı
marifet sayarken bir başkaları imkan buldukları her yerde bombalar patlatıyorlar.
Oysa nihai maksadımız ne idi; Allah’a kulluk etmek ve insanlara da bu yolu
göstermek ve onları buna davet etmek, eğer elimizden geliyorsa elimizle,
dilimizden geliyorsa dilimizle, hiç bir imkanımız yoksa duruş ve yaşayışımızla
davet etmek, temsil etmek...
İslam’ın savaşı
emretmekteki temel gayesi de aynıdır; kulluk etmek ve kulluk etmek isteyenlerin
önündeki engelleri kaldırmak! İnsanlarla İslam’ın arasındaki engelleri
kaldırmak gayesiyle yapılan savaşa cihad denilir. İslam’ın davetinin insanlara
ulaşmasına engel olanların yıkılması kulluğun gereğidir. İslam’ın davetine
muhatap olanların yok edilmesinde bir ibadet ya da kulluk yoktur. Bu sebeple
İslam’ın savaş hukuku çok hassas ve mustesna bir bakış açısı sergiler.
De ki: 'Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve
ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir.' En’am 162
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder