İnsanlık, zamanı durduracak bir yol bulamadı henüz, bulamayacak
büyük ihtimalle. Üstelik sadece dünyaya özgü ve Allah(cc) için, -azamet ve
kudreti hakkında bildiklerimizle düşündüğümüzde- çok küçük bir olay olan zaman,
tek başına bizim boyumuzu çok aşıyor.
Tarih; bin bir tarifine rağmen neticede zaman içinde yaşanan
olaylar silsilesinin adı olunca, akışına direnmek en azından zamanın geçmesine
direnmek gibi imkansız hale geliveriyor.
Ancak bir yerde bir gariplik var. Başlangıcı ve akışın
önemli noktaları, bizim asla kontrol etme ya da denetleme imkanımız olmayan
verilerle tayin ediliyor.
Tarihin akışına müdahale mümkün değil ama tarihe bakışa
getirilen sınırları doğrultmak ya da kaldırmak pekala olabilecek ve yapılması
gereken bir şey.
Bizim için, doğruluğu tartışılamaz olan vahye dayanan bilgilerle
mukayese ettiğimizde apaçık çelişkiler olduğu halde, çocukluktan itibaren ısrar
ve inatla bu tarih akışına şartlandırılarak büyütülen nesiller, bir yerde iç
dünyalarında iman ettikleri hakikatlerden uzaklaşıyor ve devamında bilerek ya
da farkında olmadan, inandıkları hakikati bu öğretilerle inkar eder hale
geliyorlar.
Böylelikle bakış açısı sınırlandırılan biz sıradan insanlar
için, tarihin akışına değil de bu bakışlara direnmek şart oluyor.
Hiçbir bilimsel bulgu ya da arkeolojik kazı sonucu çıkarılan
ve karbon testleriyle tarihi belirlenen hiçbir mabet, Kabe’den eski olamaz.
Hemen hepimizin bildiği, insanlık tarihini değiştiren buluş olarak takdim
edilen, Göbeklitepe’deki kalıntıların en eski mabet olma ihtimali yoktur. Nedeni
çok belli ve nettir:
“İnsanlar için mabet olarak kurulan ilk ev Mekke'deki,
mübarek ve bütün insanlar için doğru yola yöneltici işaret olan evdir.” (Ali
İmran 96)
Bütün dünyanın bilim adamları bir araya gelip bunu söylese,
teknoloji ve testlerin tamamı aksini söylüyor deseler de; ya yanılıyorlar, ya
da yalan söylüyorlar. Bizim için olay bu kadar kesindir.
İnsanlık tarihi, yeryüzüne Adem(a)’ın cennetten indirilmesi
ile başlar. Adem(a) ve evlatları, ona indirilen vahyi okuyan ve yazan,
hayvancılık ve çiftçilik yapan, gerekli aletin bilgisini vahiyle öğrenmiş
insanlardı. Kabe’yi onlar inşa ettiler. Kendileri için de evler yaptılar ve
oralarda yaşadılar. Yani inşaatçılık bilgilerine de sahiptiler. Hayvanları
evcilleştirdiler, aletler yaptılar ve kullandılar. Hayatın bütün gereklerini
vahiyle gelen ilimle öğrenip, uygulayarak yaşadılar.
Bizim tarih anlayışımızda, az gelişmiş insan modeli yoktur.
Mağaralarda konuşmayı bilmeyen, medeniyetsiz ve vahşi bir hayat sürmüş atalar
hikayeden ibarettir. Atalarını maymunlaştırmaya çalışanların çizdiği bu yolun
varacağı yer, ağaç tepelerinde maymunların yanına tünemek olacaktır.
Sırf vahiyle gelen yaratılış bilgisini inkar edebilmek ve
insanlığın tevhid akidesinden uzaklaşmasına “akla yatar” bir yol uydurmak için
devasa bir tarih hikayesi kurguluyorlar. Duvarlara çizilen resimlerle tarih
yazarak, bize vahiyle bildirilen gerçekleri unutturmalarına izin vermemek için,
bu tarihin akışına direnmek zorundayız.
Elbette, bugün olduğu gibi dün de, dünyanın her yerinde her
toplumda hayat standartları aynı değildi. Şu anda bile Afrika’nın bir yerinde,
ya da Amerika ormanlarının derinliklerinde, bize göre ilkel bir hayat süren
toplulukların olması, geçmişin tamamen böyle olmadığına delil olur.
Arkeologların bulduklarının, ne kadarının neyi ifade
ettiğini bilmiyoruz. Sözlerine güvenmekten sakındırıldığımız ve yalanlarla
dünyayı ve toplumları ifsat eden, dünyanın birçok yerini sömürerek kendini
semirten, kapitalist ve emperyalistlerin yazdığı tarihin akışına direnmek mecburiyetindeyiz.
Bu hem bir imani sorumluluk, hem de aldatılmaya razı olmamak
için, insanlık adına bir onur görevidir.
Bizim gibi, hakikatin bizzat kaynağına sahip, önünden ve
ardından kendisine batıl yaklaşamayan ve hakkaniyetinde hiçbir şüphenin olmadığı
Kur’an ile beslenen bir ümmet için, bu dayatılan yalan tarihin akışına direnmek
ve yönünü vahye göre ayarlamak herhalde en akıllıca yoldur.
Zamanı dolayısıyla tarihi durduramayız ama akışın yönünü
inandığımız doğrularla yeniden çizebiliriz.