Ticaret yapmak için bir cüret veya cesaret gerektiğini hemen
herkes bilir. Bunun gibi hayatın gailesi içinde bazı sıradan işlerde bir nebze
cüretkarlık makbuldür ve gereklidir. Hele er meydanına cesaret olmadan çıkılmaz
bile.
Ancak konu din olunca, ayetler ve hadisler olunca, mukaddesat
olunca; ahirete olan iman, hesaba duyulan endişe ve ateşe atılmaktan duyulacak
korku gündeme gelmeli ve kişinin söz ve davranışlarında bunlar görülmelidir.
Dinde “ictihad” seviyesine yükselen ulema için, fetva vermek
yahut “ictihad” etmek, öyle sanıldığı kadar kolay ve rahat bir iş ya da işlem
değildir. Bu devasa bir ilim yükünü sırtlamakla başlayan ağır bir sorumluluk ve
büyük bir yüktür. Bu sebeple müctehidlerin sayısı azdır. Onlar da herhangi bir
meselede bir söz söylemek için; sahip oldukları bütün birikimi kullanarak, usulün
kurallarına uyarak ve daha birçok esas ve maslahatı göz önüne alarak ağızlarını
açarlar.
Bunların tam aksi olan zümrede ise; dini bir akıl cambazlığı
ya da beyin jimnastiği alanı görenler, İslami bir hayat yaşamaktan kaçmak için
dinin temellerine bomba koymaktan çekinmeyen din teröristleri karşımıza çıkıyor.
Biraz bir şeyler bilenlerindeki bu cüretkarlığın, cahiller
arasında pervasızlığa dönüşmesi, mukaddesatın dalgaya alınması, hayatın en
ciddi meselesi olan dinin eğlence edinilmesi herhalde aklı başında her insan
için düşünülecek en vahim rezalettir.
Bunun için herkesin bir sebebi olabilir ama şahsi öfkeler,
cinsi hırslar, birilerine kızgınlıklar, ilgi çekme sevdası, toptan boş işler
uğruna ahiretini yakmak nasıl bir aptallıktır, nasıl bir ahmaklıktır anlamak
mümkün değil.
Ayet ve hadislerin lafızlarını değiştirerek mesaj vermeye
çalışmak yalancı peygamber Müseylemet’ul Kezzab’ın adetidir, yoludur, sünnetidir.
Allah(cc)’e ve rasulü Muhammed(sas)’e iman edenler için yol da adet de sünnet de
bellidir; ayet ve hadislerle ilgili ancak edep ve haşyetle konuşurlar.
Bir de “bel’am” bile olamayacak kapasitedeki muhteris ve
münafık ama hoca denilen adamlar var; bu dine yapılan her saldırının, atılan
her iftiranın, yakılan her fitne ateşinin hemen başında bitiyorlar. Mal bulmuş
mağribi gibi, cahillerden daha cahil, kafirlerden daha kafir bir dil ve
üslupla, cüret ve hayasızlıkla özellikle hadisleri eğlence edinmek gibi bir alçaklığa
cüret edip, salyalarını akıtarak saldırıya katılıyorlar.
Ne yazık ki onların karşısında duracak olanlar ya hiç
çıkmıyor ortaya, ya da geç kalıyorlar. Bu adalet ve hakkaniyetin temsilcileri
olmalarını beklediklerimizin, korkaklığı ya da çekingenliği bize çok pahalıya
mal oluyor. Kimisi arsızların medya gücünden, kimisi ardındaki kitlenin
kalabalığından, kimisi hakim anlayışa baş kaldırmaya cesaret edemediğinden, bu
hoca bozuntularını direk olarak muhatap alıp, adını sanını zikredip, ağzının
payını vermek yerine, dolaylı ve imalı sözlerle cevap vermeye çalışıyorsa da,
hakikati ortaya koyma hususunda maalesef yetersiz ve etkisi sınırlı olarak
kalıyorlar.
Tabi bu sapkınlık ve cüretkarlığın destek bulmasında tek
etken bu olmadığı gibi, tek çare de bu salih insanlar olarak bildiklerimizin
ortaya çıkması değildir. Ancak bu dinin kendilerine peygamberlerinin varisliği
sıfatını verdiği insanların, bunu hak etmeleri ve gereğini yerine getirmeleri
gibi bir sorumlulukları olduğu da göz ardı edilemeyecek büyük bir hakikattir.
Evlatlarının cahilliği ve alimlerinin acziyeti arasında
sıkışıp kalan İslam ümmetinin felahının yolu bellidir. Ne ki, bu yola başını
koyacak, bedenini koyacak, ruhunu ve canını koyacak salih ve cesur alimlerin
sayısının azlığı, yahut seslerinin kısıklığı, muhtemel bir dirilişin başlamasını
sürekli erteliyor.
İlim ve siyasetin, ahlak ve ticaretin, adalet ve muamelatın,
irfan ve muhabbetin, edep ve ailenin, uhuvvet ve diyanetin, şiar ve
mukaddesatın yeniden ve yeni bir aşkla, dertle, fütüvvetle ortaya konmasına
ihtiyacımız var.
Her birimizin olduğumuz noktada ve gereken kadarını
yüklenmemiz halinde, yük değil büyük bir meziyet ve medeniyet olacak bu
değerler manzumesinin; dünyamızın refah ve maslahatını olduğu kadar,
ahiretimizin felah ve menfaatini sağlayacak yegane yol olduğundan şüphemiz yoktur.
Biz yürümediğimiz için yol uzuyor, biz yaşamadığımız için
dünyanın tadı kalmıyor.
Bu dünya mülkü Allah(cc)’in ve O bizi buna varis kılmak
istiyor. Biz neden istemiyoruz? Hem dünyanın mülküne mirasçı, hem ahiretin
cennetine sahip olmayı istemekten bizi alıkoyan nedir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder