Tarih okuyor ya da dinliyorsak veya en azından
seyrediyorsak; olayların bir şekilde benzeştiğini ve tarihin aslında tekrar
ettiğini, isimlerin ve zamanların değişmesine rağmen olayların ve sonuçların
aynı olduğunu fark edip, “ha evet doğruymuş, tarih tekerrür ediyormuş”
diyoruzdur.
Neticede dünyanın kaderinin akışı içinde insanın olayları
etkileme gücünün sınırları belli olunca, bir de bunlara insani zaaflar ve
hırslar eklenince değişecek pek bir şey kalmıyor aslında.
Velakin, genel itibariyle tekrarlanmasına rağmen ibret
alınması konusunda tekrarın pek az seviyelerde kaldığını da hemen hepimiz
söyler dururuz. İbret alınsaydı tekrar eder miydi sorusunun cevabı; “evet yine
de tekrar ederdi” olacaktır. Ya da insanoğlu bu, ibret alanların tarihin
akışına etkisi ne kadar olacak ki? Değişmezdi bir şey ve tekrarları izler
dururduk.
Gerçi sıkıntı yok, biz tekrarları izler ya da yaşar gibi
değiliz zaten; her gün yeniden aynı şeyleri yaşasak da, aynı heyecan ve
merakla, aslında aynı çıkacak sonuçları bekliyoruz. Sonra aynı şeylere
şaşırmaya, kızmaya devam ediyoruz. Ha arada da sevinmeye tabi, az da olsa…
Şimdi dünyanın gündemini sarsan bir siyahi cinayetiyle
herkesin aklına gelen, ayrımcılık, ırkçılık gibi kötülüklerin engellenmesinin
ne kadar önemli olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleşiyoruz. Aynı zamanda bazı
tarihi inceliklerin hikmetini anlamak için bize bu olaylar yeni birer işaret
oluveriyorlar.
Bakın Müslümanlar arasında siyahi biri hakkında sadece ten renginden
dolayı kimsenin kötü bir bakış açısı olmayışının çok narin bir temeli vardır.
Bilal(ra) gibi sevilen bir sahabenin siyahi oluşu ve bununla meşhur olması, bütün
Müslümanların gönlüne siyah bir inci gibi pırıldayan bir siyahi muhabbeti
düşürür.
Ne zaman bir siyahi ile karşılaşsak ona Bilal’in akrabası
gözüyle bakarız, farkında olarak ya da olmayarak sempati duyarız. Hatta suça karışan
ve türlü melanetler işleyen siyahileri bile iç dünyamızda temize çıkarır, sorumluluğu
onların zenginliklerini çalan ve onlara fakirlik ve gariplik bırakan batıya
yükler, onlara pek laf söyleyemeyiz.
Bugün modern dünyanın -siyahilerle başlayarak- ırklarla
yaşadığı sorunlar bize; sahabenin arasından siyahi Bilal’in müezzin
kılınmasının, Farisi Selman’ın ehli beyte alınmasının, Rumi Süheyb’in
fedakarlıkta örnek olmasının ve daha nice Arap ve acemin kardeş kılınmasının
hikmetini anlatıyor.
İslam bizim kodlarımıza ırkların ve renklerin sorun değil
birer ayet olduğunu gergef gibi ayet ve hadislerle işlemiş ve kıyamete kadar olası
bütün ayrımcılıkları temelden çözmüştür. Mesele kardeşliktir, mesele takvadır.
Kimsenin etine, kanına ya da tenine, rengine bakılmaz!
Kur’an ile bize bildirilen geçmişin kıssaları, bir nevi üç
boyutlu olarak bize aktarılırken, onları tekrar zannetmemiz bakışımızın tek
noktada takılı kalmasındandır. Oysa ayet ve hadislerle çizilen büyük fıtrat ufkunun
bize kazandırdığı bakış açısı, hem madde ve manayı hem de ahiret ve dünyayı
kapsar.
İnsana, olaylara ve hatta eşyalara bir yandan bakıp, bir
ucundan dokunup, bir kenarından tutunup ahkam kesemeyiz. Hoşumuza giden bir
şeyiyle ele alıp hoşlanmadıklarımızı görmezden gelemeyiz. Dışına, tenine,
rengine, cinsine bakıp; varlığını, ayetliğini, hikmetini, ahiretini, hesabını
göz ardı edemeyiz.
Küçük bir nüansın, nasıl tarih boyu dünyaya, adalet ve
merhamet aşıladığına şahit olmak, bir bakıma İslam’ın hakkaniyet ve hakikatinin
de bir göstergesidir. İslam; sıradan bir hikaye gibi anlatılıp giden bir efsanenin
değil, insanların ve toplumların sorunlarını çözen, dertlerine derman olan
ilahi dokunuşların hayata yansımasının adıdır.
Irkçılığın mağdurlarına da bulaşan bir hastalık olduğunu
yıllar önce bir Somalili öğretmişti bana; ona göre teni daha siyah olanlar ona
saygı duymalıydı, zira onun teni biraz açıktı. Bunu o kadar inanarak ve normal
bir şey gibi söylemişti ki, donmuş kalmıştım…
Bu noktada şöyle bir dönüp kendimize bakmanın ve kimleri
hangi sebeple hor gördüğümüzün hesabını yapmamızın zamanıdır. Tarih tekerrür
ediyor, ona müdahale edemiyoruz ama hiç değilse kendimiz için ibretleri
kaçırmayabiliriz.
Yalnızca siyahi olduğu için bir adamı tekmelemekle; yalnız
Kürt olduğu için, sadece Suriyeli dendiği için, sadece falan şehirli, falan
mahalleli bilindiği için bir insanı hor görmenin, bazı sıradan haklarını bile
kabul etmemenin, özgürce dolaşmasına, konuşmasına, yürümesine, alış veriş
yapmasına, yaşamasına katlanamamanın nasıl bir farkı vardır ki?
Evet tarih, farklı açılardan tekrar eden olaylar
silsilesinden ibaret; mesele, farklı açılardan bakıp, kendimiz ve toplumumuz
için hayra vesile olacak ibretleri çıkartabilmekte. Yaşadığımız günler de
tarihten birer sayfa, yaşayanlar ibret almazsa gelecekteki nesillerin ibret
almasından bize ne fayda?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder