Büyük şehirlerin yaşanabilir kalmasında, herhalde en az trafik düzeni kadar önemli bir konu da trafiğin yaya öncelikli bir temele dayanıyor olmasıdır.
Yaya öncelikle trafik demek sürücülerin ikinci sınıf insan kategorisine alınması gibi saçma bir anlama gelmiyor. Zira kimse bu şehirdeki tüm faaliyetlerini bir aracın içinden yürütmüyor. İllaki, bir yerde ve zamanda mutlaka o araçtan çıkıp, kaldırımları ve caddeleri adımlıyoruz hepimiz.
Gerek resmi ve uyulması zaruri kurallar, gerekse yazılı olmasa da insani erdemler nedeniyle; herhangi bir sebeple trafik akışına karışan yayaların yaşam hakkına saygı gösterilmesinden daha doğal bir şey olamaz. Kurallara aykırı bir yerde kaldırımdan indiği için, birine aracıyla çarpma hakkına hiçbir şoför sahip değildir ve olamaz.
Ancak, bu hayatı önceleyen durumdan, bir istismar alanı açarak, kafasına göre her yayanın trafiğe istediği noktadan dalması da kabul edilemez.
Normal bir trafik düzeni sağlanan şehirlerde, yaya ya da sürücü herkes tabi olduğu kuralı bilir ve ona göre hareket eder. Bu da sorunları en aza indirmenin tek yoludur.
Bu noktada; belediyelerimizin standart trafik düzenini denetleyen polislere ve normal akışa uyan, kurallara göre hareket eden vatandaşlara yardımcı olacak önlemler alması, şehir düzeni ve medeniyetinin en kolay görüldüğü yer olan trafiğin akışına katkıda bulunması kaçınılmazdır.
Biz normal vatandaşlar, kimin nerede ve ne kadar yetkili olduğunu bilmeyiz, bilmek zorunda da değiliz. Biz bize sunulan ve öğretilen, dahası denetlenen kurallara uymakla yükümlüyüz. Uymazsak ceza göreceğimizi bilerek hareket ederiz.
Belediyelerimizin herhangi bir yeni semtte yol açtıktan sonra yaptıkları ilk işin kaldırım yapmak değil, asfalt dökmek olması, bakış açılarını ele veren net bir durumdur. Araçlar rahat geçsin, yayalar ne yaparsa yapsın demenin en kibar yolu budur herhalde. Yayaların aynı güzergahtan geçerken, asfalt dururken toprak kaplı kaldırımlardan yürümeyeceğini ve asfaltta yürüyen yayaların, trafiğin akışına engel olmak bir yana, kendi hayatlarını tehlikeye atmalarını belediyelerimizin düşünememesi gerçekten oldukça ilginç bir yaklaşımdır.
Henüz yeni gelişen bir semtte önce asfaltla işe başlayan belediyelerimiz, binalar inşa edildikçe ortaya çıkan, sanki önceden hiç bilmiyorlarmış gibi asfalt döktükleri sokak ve caddeleri bu defa asfaltı keserek kaldırımla donatırlar. Çöpe atılan asfaltın maliyeti bir yana, (bu maliyete bir yana diyecek kadar zengin bir ülke olmadığımız gerçeğine rağmen) çoğunlukla eğri büğrü kesilen asfalta uymayan yamuk kaldırımlarla yol arasında kalan açıklıklar tamir edilseler de, birkaç yıl içinde mutlaka oralardan sökülmeye başlayan asfalt yeniden tamire ihtiyaç duyacaktır.
Belediyelerimiz bilmem kaç yıldır, bilmem kaç kere, aynı hatayı sürekli tekrar ederek, yol yapmayı öğrenecekler belki ama umarım heba ettikleri milli servetin hesabını kolay verirler.
Oysa işin çok basit bir yolu var:
Sayın belediye yetkililerimiz!
Önce kaldırım yapacaksınız!
Sonra o kaldırım taşlarının arasına asfalt dökecek ve sabitleyeceksiniz!
Bitti, sadece bu kadar.
O asfalt yanlarda açıklıklar ve yamukluklar olmadığı için gerçek ömrünü tamamlayana kadar sağlam kalacak, vatandaş olarak biz daha memnun olacağız, sizse bundan politik olarak faydalanmanın yanında, vicdanen de rahat edeceksiniz.
Kaldırım yapmaya öncelik vermeyince, bize de, yaya öncelikli trafik anlayışından uzak olduğunuzu düşünme hakkı doğuyor.
Kaldırımların halini anlatmaya gerek bile yok!
Rastgele dikilmiş elektrik direkleri ve ağaçlar, rastgele yerleştirilmiş ve her kazanın istediği yere koyabildiği rögar kapaklarıyla düzeni bozulan, bırakın engellileri normal yayaları bile zorlayan bir yığın düzensizlik… Kaldırım konusunu müstakil bir yazıda ele almak üzere burada bırakayım.
Yaya öncelikli trafik dediğimizde, akla ilk gelen ve son yıllarda denetlemeler nedeniyle uygulanması biraz yaygınlaşsa da, Gaziantep genelinde maalesef pek umursanmayan, yaya geçitlerinde yayalara öncelik tanınması kuralı anlaşılıyor.
Belediyelerimiz, bu gibi noktaların her birine özel dikkatle yaklaşıp, gerekli düzeni sağlamakla yükümlüler. Kaldırımların yapısından, yaya geçidi çizgilerine kadar tamamı belediyelerin görevi olduğu halde, pek çok yaya geçidinin yerini bulmak baya zor bir maceraya dönüşüyor. Yayaların bulamadığı çizgileri araç içindeki sürücülerin görme ihtimali de azalıyor. Ki maalesef sürücülerimiz tabelalara göre hareket etmeyi bilmiyorlar.
Bu basit gerçekle yaşıyoruz: Evet, sürücüler tabela okumayı ve ona göre hızını ayarlamayı bilmiyor ya da bilmek istemiyorlar.
Şehrin birçok noktasında, örneğin Özdemirbey Caddesi gibi dik inişler olan yerlerde, yaya geçitleri açılması, ne yayalara ne de sürücülere hizmet etmiyor. Zaten silik çizgileri görmeyen sürücüler normal hızla yollarına devam ederken, onları takip edenler de yaya geçidi ihtimalini göz önüne almadıklarından aynı hızla peşlerinden gidiyorlar. Bir yayanın orada geçide adım atması, ya yayanın felaketine ya da sürücülerin zincirleme kazalarına neden olabilecek kadar tehlikeli bir durumu ortaya çıkarabilir.
Bu şu anlama geliyor:
Her yere rastgele yaya geçidi açmak ve en fazla birkaç haftada silinecek çizgiler çekmekle, yaya öncelikle trafiğe hizmet edilmiş olmuyor. Aksine her türlü kazaya yol açacak bir nevi tuzak gibi tehlikeli bir durum ortaya çıkıyor.
Öylesi yoğun trafikli caddelere dik yokuşun ortasına, yaya geçidi değil üst geçit yapılması gerekir ve orta refüjün de, yayalar tarafından kullanılmasını önlemek için engeller inşa edilmesi maalesef bir gereklilik olarak karşımıza çıkar.
Maalesef diyorum çünkü Gaziantep’te belediyemiz, bazı kavşaklarda yayaları demir parmaklıklarla engellemek zorunda kalıyor. Bu konuda yapılacak en iyi şey bu mudur, bilemiyorum ama belediyeyi bunu yapmaya mecbur bırakan da bu şehrin insanları, başkaları değil.
Belediyelerimizin saha şartlarına normal ve sıradan vatandaş gözüyle bakacak uzmanlarla çalışması ve yaya geçitlerinin durumunu incelemesi gerekiyor. Yaptık oldu ve bitti ile bu çağda belediyecilik yapılamıyor.
Yol ve yaya geçitlerindeki çizgi ve tabelalarının, uzun ömürlü ve istemesek de görülecek kadar netlikte ve büyüklükte olması gerekiyor.
Belediyelerimizin, vatandaşları tereddütte bırakacak silik ve anlaşılmaz çizgileri yok etmesi ve kanuni zorunluluklara uygun tabela ve çizgileri mutlaka ama mutlaka sürekli net görülecek şekilde elden geçirmesi gerekiyor.
Belediyelerimizin, yaya geçitlerini özel takip ederek, gerekirse engeller inşa edip, trafiği yavaşlatmayı garanti etmesi ve yayaları, o geçitleri kullanmanın güvenli olduğuna ikna etmesi gerekiyor.
Belediyelerimizin, daha çok üst geçit inşa etmesi gerekiyor. Trafiğin zaten sık sık tıkandığı bir şehirde, kontrollü ya da kontrolsüz yaya geçitlerinin çoğalması, sadece işi daha da içinden çıkılmaz hale getirmekten başka bir işe yaramıyor.
Belediyelerimizin, kaldırımları işgal eden iş yerlerine ve kaldırımları kullanmayarak trafiğe engel olan yayalara ciddi uyarılarla bu işi normal seyrine getirmesi gerekiyor.
Aslında her şeyin kural ve kanunlara göre uygulanması ve bunun çok iyi denetlenmesinden başka bir yol bulunmuyor. Biliyorum ve hepimiz de biliyoruz ki; bu ülkede ve bu şehirde aslında her şey kurallara göre uygulansa, sorunların en az yarıya inmesi işten bile değildir. Ancak ne hikmetse, her birimiz, başkaları da yapıyor diyerek kaytarmanın mazeretini buluyoruz.
Biz ne isek, kurumlarımız da öyle, biz nasıl bir hayat yaşıyorsak şehrimiz de öyle görünüyor. Bu şehri, şehir yapan biziz, medeniyet dediğimiz şeyin bu şehre gelmesini sağlayacak olan da biziz…