Hakkında
konuştuğumuz ölümler başkalarının çünkü kendi ölümümüz hakkında konuşma imkan
ve ihtimalimiz olmayacak, en azından bu dünyada!..
Henüz
akıllarımızı kaybetmediysek gördüğümüz ceset görüntüleriyle onlar başkalarınındır;
o çocuklar bizim olsaydılar ya da kardeşlerimizin çocukları nasıl kalabilirdik
böyle yere kök salmış odunlar gibi!
Parçalanmış
irili ufaklı bedenler, enkaz altlarından çıkarılan kimsesiz kalmış ya da
kimselerini enkazlarda bırakmış bebeler sıradanlaştıysa dünyanın gözünde,
insanlığın yok olması için kıyametin beklenmesine gerek kalıyor mudur?
Başkasının
ölümüdür bize bu kadar kolay gelen, bizim olsaydılar böyle seyirci kalamazdık!
Kendimizi
çok yıpratmamak için hemen savunma mekanizmalarımızı çalıştırıp okun ucunu
zalimlere çevirelim.
Nasıl bu
kadar acımasız olabiliyorlar? Her biri bir anne-babadan dogma ve belki de bir
çoğu anne veya baba olan bu yaratıklar hangi sebeplerle bu kadar kararmış bir
kalbe sahip olabiliyorlar? Biz seyrediyoruz da seyretmeye de dayanamıyorken
bunlar bu katliamları nasıl bu kadar rahatlıkla işliyorlar?
Bir eski
müşriğin ağzından şöyle bir cümle hatırlıyorum:
‘Rahman ve
Rahim olan bir Allah(cc)’a inansaydık ne diye sizinle savaşalım?’
Merhameti
kaybetmişler demek ki! En çokta merhameti kaybetmişler…
Manzara
artık sıradan bir savaşı çoktan aştı, birilerinin mırın-kırın yok yahudiler yok
ermeniler için ağızlarını çalkaladıkları soykırım hikayelerinin bile yanında
zayıf kaldığı bir facia yaşanıyor.
Suriye’nin;
Halep’in, İdlib’in, Şam’ın, Humus’un ağıdını yazacak birileri de bir gün çıkar
elbet amma meclisinde ağıt okunmaya değer bir ‘sultan’ var mıdır? Suriye’nin
Ebu’l Vefa’sı kimdir merak ediyorum, yazılacak şiiri de, huzurunda okunacak
hükümdarı da çok merak ediyorum…
Yetiş diye
bağırılacak bir Mu’tasım’ın olmayışı da yüreğimize dert olsun!
Çok azımız
havada uçuşan mermi seslerini duymuştur, daha azımız bir roket ya da top
mermisini dinlemiştir, çok daha azımız bir savaş uçağının göğü yırtan gürültüsünü
yaşamıştır ve hemen hiç birimiz bir varil dolusu patlayıcının yani o meşhur
varil bombalarının havayı yararken çıkardığı sesi duymamıştır… Oysa bunlar Şam
beldesinin günübirlik yaşadığı katliamların arka fonunda hep çalan bir korku
filminin müziği gibi tekrarlanıyor, tekrarlanıyor, tekrarlanıyor…
Bir çocuk
birazcık büyükçe, büyük dediysem en fazla 12 yaşlarında, kucağında kanlı bir
çocuk cesedi taşıyor, ya kardeşi ya komşusu ya da hiç birşeyi ama 2-3
yaşlarında bir çocuk cesedi…
Önce
merhameti unuttular, sonra en çok merhameti öldürdüler, sonra en çoktan daha
fazla Rahman’ın kullarını katlettiler!
Onlar Rahman
ve Rahim bir Allah’a inanmadılar ve kalplerinden merhamet kazındı, dibi tutmuş
bir tencerenin kazınması gibi, fıtratlarındaki insanlık kazındı. Geriye taştan
daha katı, kayvandan daha aşağı bir yaratık kaldı. Onlar kendilerine insan
dedilerse de insan olamadılar, insan kalamadılar…
Topraklarımıza
kin ve intikam ekiyorlar; çocuklarımızın etleri, yaşlılarımızın kanlarıyla
besliyorlar intikamı, kadınlarımızın mukaddesatının yeryüzünde karşılığı
olabilecek bir kelimeyi ise henüz bilmiyorum…
Biz Rahman
ve Rahim olan bir Allah’a inanıyoruz; Muntaqim olan Allah’a da inanıyoruz,
Sabur olana da, Aziz olana da… Biz Allah’ın adaletinden asla şüphe etmiyoruz, o
kullarına zulmetmez ve kullarının hakkını bırakmaz kimsede, değil mi ki
boynuzsuz koçun hakkını da boynuzlu da bırakmayacak olan O’dur! Allah Adildir!
Allah,
haksız yere dökülen her bir damla kanın hesabını zalimlerden mutlaka ama
mutlaka soracak, her çocuğun hesabı ayrı ayrı verilecek, her kadının, her
yaşlının, her mazlumun hesabı illa ki sorulacak.
Bütün
mesele bizim kendi hesabımız; biz neredeydik, ne yapmalıydık, ne yapmamalıydık,
nedir farkımız, nasıldır kardeşliğimiz?
Başkasının
ölümünü, ölümlerini konuşuyoruz ama kendi hesabımızı vereceğiz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder