Onaylanmak, takdir edilmek, sevilmek, tasdik edilmek gibi
birçok insani duygumuz var. Zayıf yanımız gibi görünse de bunlar bizi toplum
olarak yaşama hususunda destekleyen ve aramızdaki bağları koruyan duygular.
Herkesten ve her şeyden müstağni bir kibir, ne kişiyi ne de toplumu iflah
etmeyen kötü bir huydur.
Yakınlıkların, akrabalıkların ve sair insani münasebetlerin
dengeli ve seviyeli olması ideal toplumlar ve huzur içinde yaşayan fertler için
temel kaidelerden biridir. Bu toplum hayatının bütün yönlerinde lazımdır.
Devlet aygıtının işlemesinde de, komşuluklarda da, dini hayatın ikamesinde de
olmazsa olmaz kuralımız, dengeli ve düzgün bir ilişki ağının kurulmuş
olmasındadır.
Devletin temsilci ve kanunlarına uymak, komşunun ya da
akrabanın hukukunu gözetmek, dini temsil makamında bulunan şahıslara ve dini
mukaddesata hürmet etmek, herkesin istediği huzur toplumunun oluşmasını
sağlayacak temel kaidelerdir.
Devletin hukuku çiğnenirse anarşi doğar, dinin hürmeti
çiğnenirse huzur ve sükûnet kaybolur, insani yakınlıkların gerekleri çiğnenirse
toplum bozulur.
Halkın adetleri ile kavga eden toplumda kabul görmez. Dinin
gelenekleriyle çelişen gönüllerde yer bulamaz. Bu adetlerin sorgusuz sualsiz
kabulü ya da reddi ile alakalı değildir. Yine aynı şekilde dini yaygın
geleneklerden ibaret görmek de değildir.
Din; asırlardır yerleştiği toplum hayatında, karşı çıkmadığı
ve aykırı görmediği gelenekleri, dini hayatın içine kabul etmiş ve bunlarla
insanların dünya hayatını süslemesine izin vermiştir. Bidat gibi kesinlikle
reddedilen konular; dine olmayan bir hususu eklemek ya da var olan bir konuyu yok
etmek gibi tehlikeli bir içeriğin adıdır. İnsani adet ve gelenekler bununla
ilgili değildir.
Bu geniş ve belki de çoğumuz için teknik olarak karmaşık
konunun detaylarında boğulan bazıları, insanları dini geleneklere karşı savaşa
ve kendilerince bir indirilen din tarifi yapmaya kalkıyorlar. Onların tarif
ettiği din, indirilen olunca diğerlerinin yani bizim dinimiz uydurulan din
olarak isimlendiriliyor.
Yeni neslin aykırı söz ve duruşlara olan zaafını da kullanarak,
insanın tabii olarak farklı ve değişik olana duyduğu ilgiyi tetikliyorlar. Yeni
bir şey söylüyor imajıyla, kimsenin düşünemediğini düşünen özel adamlar, bize
ve inancımıza ait her şeye eleştiriyle yaklaşıyorlar. Onlara göre bütün
rivayetler tartışmalı, bütün geleneğimiz ve dev mirasımız uydurma, ne biliyor
ve yaşıyorsak hepsi boş!
Bu propagandanın en büyük yıkım ve neticesi, insanların inanç
ve kültürlerinden şüphe duymaları ve kendilerini boşlukta hissedip, her yöne
çekilmeye ve kullanılmaya müsait hale gelmeleri oluyor. Saygı duyduğu ve değer
verdiği tüm insanların, fikir ve inanışlarını bir anda silip atan birinin bunların
yerine ne koymasını bekleyebiliriz ki?
Kısa bir süre bu yeni yetme, sahte ve sahtekar hoca ya da
kanaat önderlerinin, efsunlu ve buğulu fikirlerine hayranlıkla baksalar bile,
bir yerde; hayır bu doğru değil diye içlerinden gelen sesi bastıramıyor ve
sonsuz bir boşluğa düşüp yok olup gidiyorlar.
Din, kimsenin fikir cambazlığının sahnesi değildir.
Din, yeni roller ya da replikler uydurulacak bir tiyatro
sahnesi hiç değildir.
Din, 1400 yıldır yaşanan, temelleri üzerine bir dünya bina
edilen, medeniyetler inşa edilen ve tüm insani eksik ve hatalara rağmen, derde
derman bir hayat şekli, dünya düzeni ve toplum kanunudur.
Aykırılık, batının karanlık arka sokaklarında kaybettiği
nesillerin, ışıklı ve kalabalık caddelerde makbul vatandaş olmak, görünmek ve
kabul edilmek, ilgi çekmek ve duyulmak için üstüne geçirdiği bir palyaço
kıyafetinden başka bir şey değildir.
Dini Mubin-i İslam’ın karanlık arka sokakları yoktur! İlgi
çekmek ve kabul görmek için kimsenin yeni bir şeyler uydurmasına gerek yoktur.
Duyulmak ve görülmek için şaklabanlığa ihtiyaç duyulmaz.
Bu din, bütün şehirlere ve bütün sokaklarına bir medeniyet
ışığı yayar ve bu aydınlıkta her bir fert görülür, duyulur ve ilgilenilir.
Herkes olduğu gibi kabullenilir ve hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş suya dalmaya
zorlanmaz!
Kimsenin kanatlarını yolmaz bu din, kimsenin sırtına zorla
kanatta diktirmez! Dileyen ağzından nefes alır, dileyen burnundan; kimseyi
solungaç takınmaya mecbur etmez bu din…
Kimseyi göklere çıkmaya zorlamaz ama göklere çıkanı da
eteğinden çekmez ve çektirmez.
Her insan, olduğu gibi ve olduğu halde değerlidir ve ondan
beklenen, sahip olduğu her ne ise onunla iyi ve güzel bir kul olmasından
ibarettir.
İslam, bir devasa nehir gibidir; taşıdığı taşları yontar ve
etrafı incitmelerini engeller, kuru toprakları sular ve etrafına rahmet olur,
ahiret deryasına tertemiz ulaşmak isteyen herkesi yıkar ve paklar, sonra da
hedefine taşır.
İnsanların bir kısmı sandallarla sarsıla sarsıla yolculuk
eder, bir kısmı kocaman gemilerde rahat ve emniyetle gider. Bir kısmı yüzerek,
bir kısmı yüzme de bilmediğinden sürüklenerek taşınır hedefe. Bazıları
sahillerde gezinerek yolculuk ettiğini zanneder, bazıları da karşıdan karşıya
geçip durur ve böylece hedefe gittiğini iddia eder.
Neticede boğulmakta mümkün bu nehirde, selametle ahiret
deryasına varmakta. Tercih ve metot bize kaldı.
Akıntıya karşı kürek çekenler mağlup olmaya mahkum, onların
sesinin gür çıkması can havliyle İslam’ın gür akıntısıyla boğuşmalarındandır,
aldırmayın!
Su akar yolunu bulur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder