Hayata ve sonrasına bakışın, hayattaki ve sonrasındaki
meselelerin görünüşünü de değiştireceği gibi bir gerçeklik var. Nasıl bakarsak
öyle görüyoruz neticede.
Hayata sırf hayattan ibaret bakınca gördüğümüzde, dünyalıkların
göz boyayan ve doyulamayan lezzeti gibi sahte bir manzara çiziliyor ve ona
dalıp gidiyoruz. Sonrası olmayan bir hayatın değeri her şeyin üstüne çıkabilir
elbette.
Şu devranın nefisleri en çok cezbeden nimeti; güç ve
zenginlik olunca, dünyalıkların zirvesi de bunlar oluyor. Güç ve zenginliği
elde edenler, dünya piramidinin en tepe noktasında oturuyorlar.
Dünyalık makam ve zenginlikler, burada üçgenin tepe noktası
gibi görülse de, ahiret için üçgen ters dönmüş, kişi gittikçe genişleyen ve
ağırlaşan bir yükü sırtlamış demektir.
Bunun dini ya da devleti de olmuyor; her halukarda önde
gidenler arkasındakilerin yükünü sırtlamış olarak dirilecekler.
Biz Müslümanların, emir ve alimlere hürmet ve muhabbetimizin
ardında yatan bir sebep de budur; ahiret namına bizi sırtlarında taşıyorlar
daha ne yapsınlar?
Ancak onlar, dünyalık olarak bizi sırtlarından atıp,
kendileri bizim sırtımıza binmek isterlerse, denge bozulur, fıtri düzen
yıkılır.
İdareciler ya da alimler, Müslümanların sırtında durup
dünyalık peşine düştüklerinde, bizim bütün varlığımızı asfalt serer gibi
serdiğimiz yol olan “sıratı müstakim” terk edilmiş olur. Artık çıkılan yolun
sonu bizim ahiret hedeflerimize varmıyor demektir.
İdareciler için İslam ve Müslümanlar, iktidar payandası
olarak kullanılmaya başladığında felakete yol açılmış demektir. Alimler için
ise; kendilerine hürmet ve muhabbet, kazanca dönüştüğünde veya şahısları
krallar makamına yükseltildiğine yolların ayrıldığı kavşağa gelinmiş demektir.
İdaresi altındaki insanların yükünü sırtlamak ile peşinden
gelenlerin sorumluluğunu yüklenmek aynı derecede ağır yüklerdir ve doğal
olarak; yetki ve otorite verilmesine yol açtığı kadar, sorumluluk ve vebal
yüklenilmesine de kapıları açar.
Elbette Müslümanların dünya nimetlerinden faydalanmasında,
helal olmak şartıyla herhangi bir engel yoktur. Ancak Müslümanların sırtına
binerek, onların kazandıklarından pay alarak, devlet ya da dergah veyahut
medrese hesabından zenginleşen, saltanat kuran ve yürütenlerin, yaptıkları
helal bir zenginlik olmadığı gibi, tevillerle mazur gösterilecek bir yanı da
olmaz.
Biz idarecilerin saray ve tahtlarının oluşunu tartışırken,
bir de alim ve şeyhlerin tahtlarını tevil edecek bir saçmalığa mahkum
olmamalıyız.
Keskin çizgiler bellidir:
Muhammed(sas), en insanların en hayırlısı idi ve O’nun tahtı
olmadığı gibi, doyasıya bırakın beyaz ekmeği, kara ve kuru arpa ekmeğini
doyasıya yiyemeden bir ömür geçirdi. Şimdi karşımıza sunulan ve O’nun
mirasçıları olarak takdim edilen, mehdilikle taltif edilen, örnek ve önder
lider ya da mürşit olarak takdim edilen insanların, helalinden rahat bir hayat
sürme hakları yok demiyorum ama karşımıza saltanat süren birer dünyalık
sevdalısı olarak çıkmalarını da kabul edemiyorum.
Belki dediğim gibi biraz keskin çizgiler çiziyorum ama bu
kadar gevşettiğimizde karşımıza çıkanları da her birlikte görüyoruz.
Utanmadan, arkadaşının dünyalık saltanatını, ismini bu
cümleye katmayı edepsizlik saydığım bir sahabenin hali ile mukayese ederek;
“onlar yıldızlar gibidir, bizim efendi de bu saltanat süren sahabeye uyuyor”
gibi, akla ve hayale, dine ve imana, mantığa ve ahlaka sığmayan bir yorum ve
teville normal göstermeye çalışan sahtekarlıkları da gördük.
Müslümanların umumunun dertli ve fakru zaruret içinde olduğu
dönemlerde, Rasulullah(sas)’in hanelerinde bir günlük bile yetecek kadar
yiyecek bulunmazdı. Dağıtırlardı çünkü. Ancak rahatlık ve genişlik zamanlarında
bir yıllığa kadar yayılabilecek erzakın varlığı da rivayetlere girmiştir.
Demek ki, helal olan bazı haller; Müslümanların genel durumu
ile mukayese edildiğinde saltanat gibi görülüyorsa artık onlarla safa sürmek
-en hafif tabirle- uygun olmaz.
Zenginlik ve rahatlığın caiz olduğu ve İslam’ın bu gibi
nimetlerin sahiplerini hayra teşvikten başka bir şeyle muhatap kılmadığı
hepimizin malumu. Bu manada, Müslümanlar zengin düşmanı olamaz. Ancak karşımıza
örnek, önder, mehdi, şeyh veya alim diye çıkanlara baktığımızda,
Rasulullah(sas) ve sahabesini hatırlamak isteriz.
Bu kadar basit aslında. Evet İslam, bir şekiller ve
semboller dinidir. Şeklinde ve suretinde, hayat tarzında ve siretinde, sünnete
uygunluk görmediklerimize tabi olamayız.
Allah(cc)’den başkasına minnet etmemek, Rasulullah(sas)’den
başkasına tabi olmamak, sahabeden başkasına yıldız muamelesi yapmamak, selefin
salih imamlarından başkasına dinde söz hakkı vermemek; işte benim bakışımın
özeti bu kadar. Gerisinin değeri bunlara verdiği değer kadardır, bunlara
benzediği kadardır, bunları hatırlattığı kadardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder