Suriye devrimi başladığından bu yana gerek
içimizde gerekse dışarıda bir çok şahıs, cemaat ve devletin ipliğini pazara
çıkardı ve tabiri caizse ‘kimin ne idüğü’ artık çok daha kolay görülür oldu.
İlk yıllardan başlayarak devletler pozisyon aldılar ve ne mutlu bize ki Türkiye
tarihinin en onurlu dış politika duruşlarından birini bu konuda sergiledi. Daha
olaylar başlayıp silahsız göstericiler meydanlarda ‘halk rejimin yıkılmasını
istiyor’ sloganları atmaya başladığında ve henüz hiç bir mülteci sınırlara
yönelmemişken de, kan dökülmeye ve artık halkın da yok olmamak uğruna silahlı
direnişe geçtiği günlerde de, mülteciler sınırlara dayandığında da, kamplar
dolup sınır şehirlerinde boş ev kalmayıncaya kadar yoğun bir göç yaşandığında
da bu duruş değişmedi.
Bu başta Cumhurbaşkanı
Erdoğan olmak üzere çevresindeki bazı hamiyet sahibi insanların şahsi
gayretleriyle yürütülen ve hem içeride hem de dışarıda yoğun tepki ve
saldırılara sebep olsa da halen kararlılıkla devam ettirilen politika,
sınırların büyük ölçüde kapalı olması haricinde değişmedi. Şu sıralar ağır
hasta veya yaralıların dışında mülteci kabul edilmiyor ve daha çok Suriye
içinde kamplar oluşturularak orada ikametleri ve yardımlarla hayatlarını
sürdürmeleri isteniyor.
Gerek yurt içinde
gerekse Suriye topraklarındaki kamplara yardımlar büyük oranda devlet adına
Afad ve sivil toplum kuruluşlarınca devam ediyor. Şüphesiz bu konuda sahanın
belkemiği olan İHH, suriyeli mülteciler için yaptıklarıyla herhalde başka hiç
bir faaliyeti olmasaydı bile tarihe onurla yazılacak isimlerden biri oldu. Suriye
topraklarında bir İHH yeleğinin karizması başka hiç bir kıyafetle kolay kolay
sağlanamıyor. Ve yeni yetişen fidanlar gibi meyveler veren bir çok yardım
kuruluşu büyük gayret ve fedakarlıklarla faaliyetlerine devam ediyorlar.
Türkiye’nin hemen
her yerinden toplanan yardımlar sürekli kamplara akarken mültecilerin sayıları
da hızla artıyor ve şartlar her geçen gün biraz daha ağırlaşmaya devam ediyor.
Son olarak Halep’ten yaşanan büyük göç ile ortaya konulan yardım seferberliği
her türlü takdirin üstünde gerçekleşti ve devam da ediyor. Hatta Türkiye devlet
olarak neredeyse dev bir yardım kuruluşu gibi faaliyet gösteriyor denilmesi pek
abartı olmayacaktır.
Bu noktada dikkat
çekmek istediğim asıl konu ise yurt içinde özellikle kamplar dışında,
şehirlerde yerleşen mültecilerin durumları. Bu insanlar yeni bir ülkeye,
istemedikleri şartlarda ve mecburiyetten sığınmış, savaşın sebep olduğu yıkım
ve katliamların kaçınılmaz sonucu olarak aramızda yaşamaya çalışan
kardeşlerimizdirler. Ve normal şartlar altında sadece bu cümle yani ‘onlar
kardeşlerimizdir’ cümlesi dışında birşey söylemeye gerek olmaması gerekiyordu.
Bu kardeşlik, damarlarda dolaşan kanların değil kalplerde parıldayan imanın
sağladığı ve yalnız dünyalık değil uhrevi bir davetin kardeşliği...
Bugün geldiğimiz
aşamada tüm yardım ve destek faaliyetlerinin yanında en az onlar kadar hatta
daha elzem bir mecburiyetimiz daha ortaya çıktı; toplumumuzda gittikçe yükselen
bir mülteci rahatsızlığı hatta açık bir mülteci fobisi yaşanıyor ve bizim buna
karşı aldığımız neredeyse bir hiç tedbirimiz olmadığı gibi genel bir çalışmamız
da yok.
Devlet
devletliğini yapıyor; politika belirliyor ve imkanlarını, gücünü ortaya koyuyor
ancak ne yazık ki ne resmi ne de gayri resmi kuruluşlarımız sadece bugünlerin
değil belki önümüzdeki on yılların sorunu olabilecek, yükselen ırkçı ve mülteci
karşıtı algıya karşı ciddi bir eğitim, bilgilendirme ve gerilimleri yumuşatıcı
bir çalışma yapmıyor.
Herhalde en ciddi
katkı camilerimizde vaaz ve hutbeler sırasında yapılan bir kaç cümlelik kardeşlik
üzerine yapılan tavsiyelerden ibaret kalıyor.
Uzun yıllar
Avrupa’da yaşamış biri olarak, gerek dil gerekse kültürden kaynaklanan
sorunların bile toplumda ne derece kırılgan hatlar oluşturduğunu bizzat
yaşayarak öğrenmiştim. Yıllar yılı oralarda yaşayan hatta orada doğmuş ve yetişmiş
birine bile ‘pis Türk’ tamlamasının yakıştırıldığına şahit olduğumuzda
yaşadığımız şaşkınlığın bir benzerini yıllar sonra ‘pis Suriyeli’ hakaretlerini
duyarak yaşamak istemiyorsak birşeyler yapmalıyız.
Biz bu kadarını
yapmayız diye düşünüyoruz, biz onlar gibi değiliz, misafirperveriz, müslüman
bir halkımız var, bir yerde neredeyse
hepimiz aslında mülteciyiz gibi pek çok argümanımız var evet ama bunları
işlemek ve beslemek zorundayız. Özellikle sınır şehirlerimizde gündemi takip
etmeyen, bilgi kaynağı dedikodular olan, komşusundan aldığı haberlerle dünyayı
tanıyan ve hemen her duyduğuna inanan kitleler var.
Aç kaldığı için
yardım olarak bedava verilen kömürünü piyasanın çok altında bir fiyata satan
ama onunla da ekmek almak yerine çoğu zaman kirasına eklemek zorunda kalan bir
Suriyeli aile için ‘aslında kömüre ihtiyaçları yok, satıp parasını yiyorlar’
yakıştırmasına inanan binlerce insan bulabiliriz.
Yine benzer
şekilde; alışveriş merkezlerinde, pahalı mağazalarda dolaşan, zengin belki de Türkiye’de
fabrikaları olan hatta bizzat alışveriş merkezi satın alan Suriyeli
mültecilerin kredi kartlarının devlet tarafından ödendiğine inanan binlerce
insan var.
Yardıma muhtaç
mültecileri görünce rahatsız olan ve uzaklaşan ama kafelerde ve lüks mekanlarda
oturan mültecileri görünce de kıskanan, gerçeklikten kopuk bilgisiz bir
duygusallıkla insanları değerlendiren binlerce insan var.
Yani devlet ve
millet olarak ‘ensar’ olmayı seviyor ve istiyoruz ancak bizim de bir diğer
yüzümüz var ve bu yüzümüzle sık sık karşılaşıyoruz artık! Oysa birazcık gayret
ve samimiyetle yürütülecek bir kaç çalışma veya projeyle büyümeden sorunları
çözebilir ve hem bizim hem de misafirlerimizin canları yanmadan bu dönemi
atlatabiliriz.
Devlet adı gibi
dev bir yapıdır ve hantal işleyebilir ancak sivil toplum kuruluşları tam da
bugünler ve bu işler için vardırlar ya da öyle olmalıydılar. İslami cemaatlerin
çevresinde örgütlendiği kurumlar tam da bugünlerde ve tam da bu iş için
biçilmiş kaftanlardır. Hani hemen her konuda Rasulullah(sas) ve ashabına
imreniriz ya, aslında mülteciler bizim için bu konuda büyük bir fırsattır.
Mültecilerin
kendilerini anlatmaları şimdilik mümkün değilken; bizim fertler olarak ve tabii
islami kuruluşlarımızın yapı olarak devreye girmeleri ve güzel sözlü, çok
dinlenen hocalarımızın önderlik etmeleri ile halkı zaten var olan
duyarlılıkları üzerinden bilinçlendirmek ve hayatı hepimize daha anlamlı kılmak
için birşeyler yapabiliriz.
Hem kendimize hem
de gelecek nesillerimize, hem dünyamıza hem ahiretimize faydası dokunacak
hayırlı işler yani salih ameller işlememiz için yeterli sebebimiz var!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder