Zor zamanların en zor günlerindeydi ülke ve Antep, I. Dünya
Savaşı’ndan çıkmış bir ülkenin, adım adım işgal edilen topraklarının kıyısında
bir şehirdi.
1919 kışı zorlu başlamıştı. Kasım ayında İngilizlerden
bölgenin işgal hakkını alan Fransız birlikleri adım adım ilerliyordu. Halep’in Antep
sancağı, savaşlardan çıkmış imparatorluğun yaralı bir şehri olarak düşmanı
bekliyordu. Osmanlı ordusunun şerefli bir subayı olan Mehmet Sait Bey, köy köy
dolaşıyor, sokak sokak şehri adımlıyor ve halkı direnişe hazırlanmaları için
teşvik ediyordu.
Fransızların işgali kesinleştirmek amacıyla büyük bir
birlikle Antep’e hareket ettiği haberleri üzerine; Mehmet Sait Bey kendisine
verilen Şahin Bey lakabının hakkını veren bir gayretle 200 civarında gönüllü
ile Fransız birliklerinin Antep’e geliş istikameti olan Kilis yolunda, Elmalı
Köprüsü ve çevresinde düşmanı durdurmak için siper aldı.
Şubat soğuğunda devam eden direniş, Fransız birliklerinin bu
kahraman müfrezenin siperleri önünde perişan olmasını sağladı. Fransız
ordusunun iki büyük taarruzu geri püskürtülmüştü.
O günlerde Antep Müdafaa Heyeti’nden gelen durum hakkında
bilgi isteyen notuna Şahin Bey’in cevabı kısa ve netti:
“Müsterih olunuz. Düşman arabaları cesedimi çiğnemeden
Antep'e giremez!”
Yaşanan hezimetin öfkesiyle kuduran Fransız kuvvetleri, 25
Mart 1920'de daha büyük bir kuvvetle yeniden Şahin Bey ve çetelerinin üstüne
yürüdüler. Fransızların 8 bin piyade ve 200 süvariden oluşan birliğinde, ayrıca; bir top
bataryası, 16 Ağır makinalı tüfek, çok miktarda otomatik tüfek ve 4 tank
mevcuttu. O günün şartlarında olabilecek en iyi donanımıyla bu ordu, Şahin
Bey’in şehitlerden sonra 100 kişi civarında kalan, erzak ve cephane sıkıntısı
çeken, gönüllüler müfrezesinin üstüne yürüdü.
Bütün öfke ve kinlerini mermi yapıp yağdırdılar. Köprüyü
alamadılar ancak çatışmaların 4. gününde Şahin Bey’in yanında sadece 18 yiğit
Antepli kalmıştı.
Şehir halkı yaklaşan Fransız ordusunu durdurmak için Kilis yolunda
cansiperane savaşan Şahin Bey ve askerlerinin kahramanlık haberleriyle
çalkalanıyor, şehit haberlerinin getirdiği hüzün, Fransızların durdurulmasının
gururuyla içi içe giriyordu. Gençlerin her biri birer şahin olmak için diş
biliyor, ihtiyarlar geçmişin kahramanlık hikayelerini anlatarak halkın
ruhlarını bıçak gibi biliyorlardı. Her biri keskin birer bıçak olmuş
delikanlılar, büyük bir azimle direnişe hazırlanıyordu.
Şahin Bey ve arkadaşlarından, Fransız ordusunun durdurulduğu
haberi değil şehadet haberleri bekleniyordu aslında. Başka bir ihtimal yok
gibiydi. Buna rağmen, sayısı ve silah gücü bilinmeyen ama az çok tahmin edilen
Fransız ordusunun yoluna taş koymak için başlarını ortaya koyan bu yiğitlerin gösterdiği kahramanlık herkesi etkilemişti ve
direnmek için 7’den 70’e Antep hazırdı.
İşte o günlerde Şehreküstü semtinde konuşlanan heyete, Şahin
Bey ve arkadaşlarının acil erzak ihtiyacı
olduğu haberi geldi. Heyet cehennemden farkı olmadığını bildikleri cephe
hattına, yardım götürmenin ne tür riskler barındırdığını çok iyi biliyordu. Bu
yüzden gönüllü aranmasına karar verdiler.
Karargah çevresinde her biri birer şahin gibi bekleşen ve
ihtiyaç anında şehrin her yanına haber götüren, malzeme taşıyan delikanlılardan
bir grup koşa koşa gönüllü oldu. İşte onlardan biri de babasını Çanakkale’ye
yolcu ettiğini hayal meyal hatırlayan ama dönüşünü asla göremeyen Ahmet’ti.
Ahmet, dedesinin her akşam anlattığı Rus harbi hatıralarının
yanı sıra babasının da şehit olduğu Çanakkale destanının hikayeleriyle büyümüş
ve 14 yaşına gelmişti. Kendini bildi bileli evlerinde savaş ve şehadet
konuşulurdu. Gerçi Antep halkından evinden şehit vermeyen var mı idi ki? Tüm
Osmanlı yurdu gibi Antep’te 3 kıtada kan döken ve can veren bir devletin
şehriydi.
Gözünü kırpmadan ateşe dalmaya hazır bu küçük şahinler, hazırlanan
az miktarda erzakı yüklenip yola koyuldular. En küçükleri 11, en büyükleri 14
yaşındaydı. Ahmet bir bakıma grubun lideri gibi idi. Hem savaştaydılar, illa
birinin komutanlık etmesi gerekiyordu. Heyet, sorumluluğu ona vermişti.
Anteplilerin “mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır”
diye anlattığı, sert bir Mart ayazında, sırtlarında tarihin en onurlu yüküyle
yola revan oldular. En iyi tahminle 3-4 saat yürümeleri gerekiyordu. Şehrin
giriş ve çıkışlarını tutan Fransız kuvvetlerine yakalanmadan Şahin Bey’e
ulaşmaktan başka bir şey yoktu akıllarında.
Güzergahlarını ona göre ayarladılar. Düztepe’deki
mezarlıkların içinden, atalarının mezar taşlarını siper edinerek hızla
geçtiler. Karataş’a ulaştıklarında küçük bedenleri yorgunluktan bitmişti bile.
Yükleri ağırdı. O yaşlarda çocuklar için çok ağırdı. Zayıf bacakları titreye
titreye tırmanmışlardı Karataş yokuşunu. Karataş’ı kaplayan kara taşların
arasındaki kırmızı çamurlara bata çıka yürümeye devam ettiler.
Saatler süren yolculuk onları bitap düşürdüğünde biraz
duruyorlardı ve Ahmet konuşmaya başlıyordu:
- - Arkadaşlar, canlarını din ve vatan uğruna ortaya
koyan yiğitler bizi bekliyor. Dayanın, zaferden sonra çok dinleneceğiz.
Fransızları durduralım, başka kimse dokunmaya cesaret edemeyecek bize!
Seyit devam ediyor benzer bir coşkuyla:
- - Çanakkale’de Seyit Onbaşı’nın kaldırdığı mermi
bizim yükümüzden ağırdı. Yükü hafifleten iman ve hamiyettir. Davranın
arkadaşlar, yürüyün, vatan sizden hizmet bekler! Ben adımın hakkını vereceğim.
Öyle öyle geldiler. Beylerin Şahin’ine kavuştular. Şahin Bey
cephe gerisine gelerek bu gençleri alınlarından öptü. Erzak sağ kalan çetelere
dağıtıldı. Sayıları çok azalmıştı ama o kadar heybetliydiler ki, sanki bu 18
kişilik küçük müfreze dev bir ordu gibi görünüyordu çocukların gözüne. Her biri
birer avcı şahin gibi, kavrayıp tüfeklerini yürüyorlardı siperlere.
Tam o sırada, Fransız ordusu ağır silahlarıyla yeni bir saldırı
başlattı. Top atışları mevzileri hallaç pamuğu gibi atıyordu. Makinalı tüfek
sesleri kesilmek bilmiyordu. Ön cepheden gelen sesler saldırının şiddetini
haber veriyordu. Çocuklar silahsız olmanın verdiği çaresizlikle dişleriyle
dudaklarını ısırarak sindiler birer köşeye.
Antep’in yiğit öncüleri birer birer düştüler toprağa.
Cephaneleri biten kahramanlar, bir an bile teslim olmayı düşünmedi. Son
mermiler atılırken, eller süngülere uzandı.
Şahin Bey bu büyük saldırı altında çocukların geri
dönemeyeceğini görünce, çocuklara dere içinden sürünerek yolun birkaç yüz metre
kadar doğusundaki Dokurcum değirmenine gitmelerini, orada saklanmalarını ve
çatışmalar hafifleyince geri dönmelerini emretti.
Dokurcum değirmenine sığınan çocuklar yorgunluktan bitkin
bir halde her biri bir köşeye adeta yığıldılar. Savaşın ve yiğit gazilerin
büyüttüğü bu fedakar çocuklar korkmuyorlardı. Sadece Antep’e dönmek ve direnişe
silahlarıyla katılmak için uygun zamanı bekliyorlardı.
O zaman hiç gelmedi.
Şahin Bey ve çetesi, son mermilerini atmış ve süngülerini
takmışlardı artık ve ayakta kalan son yiğitleriyle Fransız ordusunun üstüne gittiler.
3-4 yiğit adam binlerce askerin üstüne tek kurşunları olmadan ve sadece
tüfeklerin ucuna taktıkları süngüleriyle yürüdüler.
Fransız ordusu, günlerdir aşamadığı bu küçük ama dev
müfrezenin cephanesiz üstlerine yürüyen kahramanlarından duyduğu korkuyla mermi
yağdırdı üstlerine. En önce ve en ileride Şahin Bey düştü köprüye ve sözünü
yerine getiren erlerden biri olarak, cesedini çiğnetmeden düşmana yol vermeyen
adamlardan bir adam olarak tarihe geçti.
Ortalık sessizliğe büründüğünde çocuklar ne olduğunu
anlamadan değirmenin kapısı tekmelerle arkaya yaslandı. Fransız gözcüleri
onların saklandığı değirmeni tespit etmiş ve köprüdeki çatışma sonra erince ilk
iş olarak değirmene yönelmişlerdi.
Bir anda içeriye doluşan Fransız askerlerini gördüler ve
kahramanların sonlarını anladılar. Onlar şehit olmuştu. İçlerini düşmanla
karşılaşan her Müslüman gibi bir yiğitlik, bir sekinet kapladı ve onurla ayağa
kalktılar.
Hiçbirinde silah yoktu, bırakın silahı bir çakı bile yoktu
üzerlerinde.
Fransız komutanın işaretiyle yan yana dizildiler. Fransızlar
silahlarını olmadığını gördükleri halde yanlarına yaklaşmaya cesaret
edemiyorlardı. Arkalarını dönmelerini istediler ve sonra teker teker çocukların
ellerini arkadan bağladılar. Sonra da birbirlerine bağlayıp bir kutlu kervan
gibi yürüttüler.
Değirmenden dışarıya çıkartıp yakındaki bir kayalığın dibine
götürdüler çocukları. Ahmet o sırada arkadaşlarına cesaret veriyor ve ölümden
korkmamalarını, öldürülürlerse şehit olacaklarını fısıldıyordu. Dedelerinden,
babalarından ve hocalarından dinledikleri destanların şimdi yaşanma zamanıydı.
Akıbetlerini tahmin ediyorlardı ve metanetle yürüyorlardı, cennetin kapısına
doğru…
Çocukların yüzleri çelikten birer levhaya dönmüştü. Korkudan
eser yoktu hiçbirinde. Onurla ve gururla dizildiler yan yana. Alınları aktı.
Avrupa’nın bir ucundan Osmanlı yurdunu işgale gelen Fransız gavuruna boyun
eğmemişlerdi.
Ağlamadılar, boyun bükmediler, gözlerini kırpmadılar!
Fransız komutan, bir müfreze askeri dizdi karşılarına.
Askerler nişan pozisyonu aldıklarında Ahmet, babasını düşündü. Babası
Çanakkale’den yükselmişti göklere, Ahmet ise Antep’ten ama buluşacakları yer
aynı idi. Cennette babasına sarılma hayaliyle uyuduğu her akşam gördüğü rüyayı
şimdi yaşayacaktı.
Her birden “Lailaheillallah, Muhammedun Rasulullah” diye
mırıldandılar. Ahmet ve Seyit yüksek sesle “Allahu Ekber” diye bağırdılar,
diğerleri de onlara eşlik etti. Bu içten haykırışlar Fransızları daha da sinirlendirdi
ve komutanları “tirez” diye böğürdü.
Bir anda ortalığı kaplayan tüfek sesleri uzun sürmedi ve 14
genç beden toprağa düştü. Bazıları hala çırpınıyordu, belli ki ölmemişlerdi.
Fransız komutan bu defa “fiche a baionnette” diye böğürdü.
Süngülerini taktılar ve gencecik bedenleri çırpınmalarına
aldırış etmeden bu defa süngüleriyle delik deşik ettiler. Ahmet üstüne gelen
Fransız askerini fark ettiğinde sesinin çıktığı kadar, bütün gücüyle bir kere
daha “Allahu Ekber” diye bağırdı ve sustu, sonra canını teslim etti.
Ölmemiş şehit olmuşlardı!
Değirmen, bu defa bereketli topraklarda yetişen buğdayları
değil, şehitlerin bıraktığı onurlu toprakların büyüttüğü, ak alınlı gençleri
öğütmüştü. Ekmek bereketti, şehit de bereketti; değirmen bereket öğütmüştü yine.
Yiğit düşmanlarına saygı duymayı bile beceremeyen Fransız
kuvvetleri şehre doğru uzaklaşırken, olay yerine gelen halk, hem Şahin Bey ve
arkadaşlarını hem de değirmen şehitleri 14 küçük kahramanın cesetlerini
yüklendiler. Şehitler arasında Şahin Bey’in 11 yaşındaki oğlu Hayri de vardı.
Bundan sonra 11 ay sürecek direniş başladı ve Fransız
ordusuna ya da uçakla yapılan bombardımanlara, tanklarla yıkılan şehre ve
toprağa düşecek 6 binden fazla şehide rağmen, Antep halkı teslim olmadı.
Ne ki, açlık dizleri kırdı, ihtiyarlar ve çocuklar hastalıklardan
ve bakımsızlıktan ölmeye başladı. Zehirlenmeyi göze alarak, 2-3 gün daha
savaşabilmek için yenen acı badem çekirdekleri de tükendiğinde Antep düştü.
Tarih; 1 Nisan 1920’de başlayıp 8 Şubat 1921’de biten bu
kahramanlık destanını, Şahin Bey’i, Karayılan Molla Mehmet’i, çocuk ve genç,
kadın ve erkek binlerce şehidi yazdı bir kenara, okumak isteyenler için…
Dokurcum değirmeni şehitlerini yazdı tarih!
Değirmen
kapısının cennete açıldığını yazdı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder