Her ne kadar
belirli bir zaman için gelsekte bu dünyaya, ‘bazımız bazımıza düşman olarak’
indik (Bakara 36) ve kıyamete kadar da bu böyle devam edecek. Düşmanlık ise
savaş, acı ve ölüm demek!
Adem(as)’ın iki
oğluyla başlayan kavga hala devam ediyor. Küçük menfaatler ya da büyük hedefler
uğrunda savaşıyoruz. Neticede savaşıyoruz! Dünya, nadiren huzurlu zamanlar
geçirse de hep bir yerlerde birileri birileriyle çatışıyor.
Savaşın da bir
ahlakı olması gerektiğini herkes kabul etse de pratikte kazanmak için hemen her
yola başvurmaktan kaçınmıyoruz. Özellikle biz müslümanlar yeryüzünde bu konuda
en hassas toplumuz ve yapabildiğimiz kadar savaş hukukunu çiğnemekten
sakınıyoruz. Zira biz her haksızlığın hesabının verileceğine iman eden bir
toplumuz...
Teknolojinin
gelişmesi hele de merhametsiz toplumların gelişmiş silahlar edinmesi günümüz
savaşlarının ‘hukuksuz ve acımasız’ birer katliama dönüşmelerini hızlandırıyor.
Gerçi zalim bir ordu elinde en basit silahlar bile korkunç birer ölüm
makinasına dönüşebiliyor. Suriye’de çok az maliyetle üretilen varil
bombalarının hedef gözetmeksizin çarşılara, pazarlara, okullara ya da camilere
atılabilmesi herhalde insan türünün ne kadar aşağıya düşebileceğine örnek
olabilir.
Metal parçaları
ve patlayıcılarla doldurulmuş bir varil dolusu ölümün, helikopterden rastgele
atılırken düşüş hızı, fıtrattan uzak ve merhametten mahrum olan insanların ne
kadar hızlı ‘aşağıların aşağısı’na düşebileceğini temsil ediyor...
Birtakım
teknolojik imkanlarla karadan, denizden ya da havadan atılabilen, yalnızca bir
tek düğme ile idare edilen ama onlarca haneyi, yüzlerce canı ve milyonlarca
yüreği yakma kapasitesine sahip silahlar çağımızın en sıradan savaş metodu
haline geleli çok oldu.
‘Delikli demir’in
çıkıp mertliğin bozulduğu devirlerde insanlar bir kurşunla ölüme çok
hayıflanırlar imiş... Bugünleri görmedikleri için bahtiyar olsalar gerek!
Ordu ya da
ordular tarafından şehirler kuşatılıyor, saldıranlar rastgele atışlar yaparken
savunanlar halkını ve hanelerini siper edinmekten çekinmiyorlar... Şehirlerin
adı değişebiliyor, saldıran ya da savunan taraflar yer değiştirebiliyor ama
arada kalan, hanesi harap olan, başına bombalar yağan, can vermeyi artık
kurtuluş gören, hasbel kader can vermemişse ölümden beter ızdıraplara kaçan,
zillete düşen ise halklar oluyor.
Bu yüzden meydan
savaşlarını özlüyoruz; yıkılan şehirler, yok edilen medeniyetler ve hatıraları
bir yana onurlu bir ölüm ve onurlu bir definden bile mahrum bırakılan, değersiz
varlıklar gibi enkaz altında kalan insanlar, parçaları bile bir araya
getirelemeyen cesetler özletiyor zira!
Hani iki ordunun
genellikle geniş bir düzlükte karşı karşıya geldiği, önce bir kaç yiğit savaşçının
ortaya çıkıp çatıştığı, sonrasında oklara, mızraklara ve nihayetinde kılıca
yani bileğe ve yüreğe dayanan savaşları özlüyoruz!
Bu noktada
hataları saymak, birilerini suçlamak yerine kaynaklarımızda bize aktarılan savaş
hukukumuzu hatırlamak daha hayırlı bir neticeye sebep olacaktır diye umut
ediyorum.
İslam savaş
hukuku hissiyata değil adalete dayanır, savaşın da adil olmasını sağlamak için
tesis edilmiştir ve asıl maksat birilerini ya da bir yerleri yok etmek değil,
Allah(cc)’ın davetine mani olan engelleri ve zulmü ortadan kaldırmaktan
ibarettir.
İslam’a göre
savaşa katılan herkes meşru hedeftir, katılmayanlar değildir. Bu katılımın
şeklinin eliyle, diliyle ya da fikir ve plan bazında olması hedef alınma
hakkını değiştirmez. İslam gerektiğinde savaşmayı emreder, kibarlık ya da
yumuşaklık değil adalet ister.
‘Ey cemaat, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin,
Allah'tan afiyet isteyin, onlarla karşılaştığınız zaman da sabredin. Biliniz ki
cennet kılıçların gölgesi altındadır.’ (Hadis, M.A.)
Muhtelif
kaynaklarımızdan derlediğim temelde İmam Muhammed’in Siyer-i Kebir adlı eserine
İmam Serahsi’nin yaptığı şerh esas alınan savaş yasaklarından bazıları şunlar:
1.
Zulüm
ve işkence ile öldürmek yasaktır.
2.
Eli
silah tutmayan ve savaşa hiç bir katkısı olmayanların öldürülmesi yasaktır.
3.
Kadın,
çocuk ya da kölelerin öldürülmeleri yasaktır.
4.
Engellilerin
(eğer fikir ya da plan destekleri yoksa) öldürülmeleri yasaktır.
5.
Rahip,
haham gibi din adamlarının ve inzivada yaşayanların öldürülmeleri yasaktır.
6.
Savaşamayacak
kadar yaşlı olanların öldürülmeleri yasaktır.
7.
Zihinsel
engellilerin öldürülmeleri yasaktır.
8.
Savaş
zarureti bulunmadıkça zirai mahsullerin, orman ve ağaçların yakılması yasaktır.
9.
Namus
ve şereflere tecavüz, zina ve diğer tüm gayr-i meşru münasebetler yasaktır.
10.
Rehineleri
öldürmek yasaktır.
11.
Düşman
ölülerinin başlarını ya da uzuvlarını keserek teşhir etmek yasaktır.
12.
Savaş
esirlerini kalkan yapmak yasaktır.
Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın,
aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez. (Bakara 190)
Biz adil olmakla
yükümlüyüz, adaleti tesis etmek için konuşmak, yazmak ve savaşmakla yükümlüyüz!
Başkalarının hesaplarını değil kendi hesaplarımızı dert ediniriz. Aslolan her
birimizin Allah(cc)’a vereceği hesaptır. Bu dertle yaşamak ve bu dertle ölmek
umuduyla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder