İnsan için hayat, hakkında her türlü fikir yürütülebilecek
olaylarla doludur. Hemen hepimiz her olay hakkında mutlaka birşeyler bilir,
düşünür ve bunu dillendiririz. Yaratılışımız ve biraz da yetiştirilmemizde
etken olan genetik altyapı ve çevresel faktörler bizi durdurulamaz birer analiz
makinasına dönüştürebiliyor.
Oysa ‘ilmin yarısı, bilmiyorum demektir.’
Maalesef işin bu yönünde de halimizin pek farkında
değilizdir. Olaylar hep o bildiğimiz yarıya denk geliyor!
Türkçemizin
manası en derin ve en yaygın hatta okyanus derecesinde bir deyimidir, 'hariçten
gazel okumak', onsuz yaşayamayız adeta! Her konuda konuşmak ve her duyduğunu
aktarmak aklı başında bir insan için cinnettir. Bunun toplumsal bir normalliğe
dönüşmesi hiç bir şekilde yapılanı doğrulamaz sadece cinnetin toplumsal bazda
yaygınlaştığını gösterir.
Hakkında bilgi
sahibi olmadığım konularda kanaat belirtmekten ve dahası insanları da o kanaate
yönlendirmekten Allah’a sığınırım.
İçinde
bulunduğumuz bir tür ‘medya çağı’nda hepimiz haber ve yorumlarla dünyaya
bakıyoruz. Kaynaklarımız işte bu sebeple çok ama çok değerli. Tıpkı içtiğimiz
suyun kaynağının temizliğine dikkat etmek zorunda olduğumuz gibi aldığımız
haberlerin kaynağına da dikkat etmek zorundayız. Aksi halde pis suyun midelerimizi
bozduğu gibi, pis bilgi de aklımızı ve hatta iz’anımızı bozacaktır.
Karışıklığın en
yoğun olduğu yer ve zamanlarda yaşıyoruz ve doğal olarak o karmaşa
ortamlarından gelen haberler de daha çok kafaların karışmasına ve kanaatlerin
sakat doğmasına vesile oluyor. Bunun en net örneği ise hepimizin günübirlik
içiçe yaşadığımız Suriye meselesidir.
Bunun yanısıra salih
amellerin en değerli olduğu yerler, şeytan ve nefsin de en çok azdığı yer
oluyor. Menfaatlerin ve dünyalık heveslerin etkisinde kalanların umutları
törpülediğine rastlıyoruz. Elleriyle ve dilleriyle mazlumların yanında yer alan
şahitlerin seslerinin daha çok duyulması gerekirken, hariçten gazel okuyanlar
meydanları ele geçirebiliyor. Ve şeytan herkesin kalbine bir ‘acaba’ düşürerek
adımları yavaşlatıp hatta tümden durdurabiliyor.
Şüphesiz şeytanın
iğvası ve nefislerin azgınlığı her devirde islami hayatımızın en zor engelleri
oldular ve öyle devam edecekler. Ne biz şeytansız bir dünya görebileceğiz ne de
nefislerimizi yok etmemiz mümkün olacak!
Bu durum salih
amellere, ne fiilen katılacakların ne de yardım edeceklerin ecrine asla zarar
vermez yeter ki niyetler sahih olsun ve yapılacak işler iyi araştırılıp
yapılsın. Meğer ki hata etsek bile ecrimiz devam eder, bu Allah'ın va'didir ve
O'ndan daha çok va'dine sadık olacak yoktur.
Yani müslümanlar
hatalar edecek ve biz onlara her şekilde destek olmaya, yardım etmeye devam
edeceğiz! Biz onları hatasız insanlar oldukları için değil; Aziz ve Kahhar olan
Allah’a inanılması gerektiği gibi inandıkları ve O’nun Rasulü’nün
getirdiklerine ve öğrettiklerine yine O’ndan bize aktarıldığı sarıldıkları,
sonra da bu yolda güzel örnekler olan salihlerin yollarını takip ettikleri, Allah için zulme karşı mücadele ve mücahede
ettikleri için seviyoruz. Hataları için imkanı olanlarımız nasihat edecek ve
düzeltmek için yapabileceğimiz birşey varsa yapacağız, değilse hataları yayıp
ğıybet ve nefrete sebep olmayacak ancak selim bir kalple dualar edeceğiz, zira
dua rahmete vesiledir.
Örneğimize
dönecek olursak; Suriye bugün dünyanın tüm şeytanlarının cirit attığı ve
herkesin kozunu paylaştığı bir savaş alanına dönüştü, haliyle karmaşa ve
anlaşmazlıklar kadar menfaatler ve ihanetler de orada savaşıyor. Biz yalnız
gözlerimizle gördüklerimizden ibaret bir dünyada yaşamıyoruz. Görünmeyen
ordularla da savaşmak zorundayız!
Her birimiz bir
tek şeyden kesin olarak emin olabiliriz; o da kalplerimizde yalnız bizim ve
Allah'ın bildiği niyettir. İşte bu niyet sahih olur ve yalnız Allah'ın rızasını
gözetir isek üzerimize düşeni yapmış olarak hayatımızı devam ettirir o hal üzre
de can veririz inşaallah. Niyetlerimizi sık sık kontrol etmek ve risklerimizi
gözardı etmemek, kişisel gönül huzurumuz için olduğu kadar, bir ferdi olduğumuz
toplumun ruh yapısını oluşturan bir parça olmamız hasebiyle umumun hayrına
olacaktır.
‘Elimizden ve
dilimizden insanların emin olduğu’ bir hayat yaşayabilmek elbette kolay
olmayacak ve şeytan ile avanesi üstümüze gelmeye devam edecektir. Biz de
kalplerimizi ve niyetlerimizi ‘sünnet ve cemaat’ içinde kalarak terbiye ve
kontrol edeceğiz ki ümmet olmanın rahmet ve bereketinden faydalanalım.
Umarım Allah
kalplerimize sekinet verir ve bizi hayra meylettirir...
Her birimizin
üzerinde emeğimiz olan birilerinden beklentilerimiz ve dahası hesap sorma ya da
en azından sorgulama hakkımız vardır. Aileden başlayarak ümmete varıncaya kadar
kademe kademe sorumluluk ve etkileri itibariyle çeşitli derecelerde de olsa muhataplarımızla
münasebetlerimiz hayatımızın dahası ahiretimizin de göstergesidir.
‘Yaşadığımız gibi
ölecek, öldüğümüz gibi dirilecek ve dirildiğimiz gibi muamele göreceğiz!’
Kendilerine karşı
sorumluluklarımız olan insanların bizi hesaba çekme haklarının olduğunu gözardı
etmezsek karşılaşacağımız tenkit ya da sorgulamalarda daha basiretli ve hayırlı
yollar bulacağımız büyük bir ihtimaldir.
Belki de en çok
ihtiyacımız olan ve en büyük kaybımız olarak karşımızda duran şey adalettir.
Nefislerimize karşı adil olmak durumundayız; kendimizden hem de güç ve
kapasitemizi bile bile yapabileceğimizden fazlasını beklememek ve fazlasına
talip olmamak gibi. Aile fertlerimize ve çevremizdeki diğer yakın
münasebetlerimiz olan insanlara karşı da aynı şekilde adil olmak zorundayız.
Verdiğimizden fazlasını beklemek ya da sahip olduklarından daha fazlasını istemek
adaletin zeminini yok eden hususlardır.
Yaşadığımız
topluma adil bakmak, adil davranmak ve adil beklentiler içinde olmak,
‘elimizden ve dilimizden insanların emin’ olacakları bir şahsiyet sergilemek,
insanların en hayırlısının ümmetinden bir fert olduğumuza muarız ve hatta
düşmanlarımızın bile şahitik edecekleri adalet ve hakkaniyetin canlı birer
temsilcileri olarak yaşamak, yürümek ve durmak varlığımızın ve adımızın
anlamıdır.
Adalet, hakka yol
vermek ve zulme mani olmak şeklinde özetlenirse belki meramımın anlaşılması
kolaylaşacaktır. Bunu pratiğe dökerken sahip olduğumuz fıtri meziyet ve
karakter kalitesi ortaya çıkacak ve asıl hak sahibi bizden olmayanlar ve belki
de zulmedenler bizden olanlar iken adaleti ayakta tutma başarısı gösterebilmek dünyanın
gördüğü, göreceği en güzide insan toplumunun temelini ortaya koyacaktır.
‘Ey iman edenler!
Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir
topluluğa olan öfkeniz sizi adaletten ayrılmaya yöneltmesin. Adaletli davranın;
bu takvaya daha yakındır. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah sizin
işlediklerinizden haberdardır.’ Maide 8