20 Şubat 2012

Aman birileri duymasın!

Geçtiğimiz dönemdeki medya bakış açılarımızı takip edenler bilirler; gündem diye isimlendirilen gelişmelerin çıkış kaynaklarının vahiy olması unutulmaması gereken bir hassasiyettir. İşte bu düşüncenin bir yansıması olarak içinde bulunduğumuz zaman dilimi ilahi gündem, Ramazan, Oruç ve Kur'an olarak belirlendi ve bize de buna uymak kaldı..

Ramazan ayını önemli kılan özelliklerin birincisi şüphesiz bu ayda tutulan oruç ve yine bu aya mahsus teravihlerdir. Bu konularda eminim hepimiz gereği kadar bilgilendirildik ve yine camiilerimizde gerek öncesinde gerekse Ramazan ayı boyunca bilgilendirmeler devam edecektir. Bunların yanısıra asla gözardı etmememiz gereken bir diğer hususiyet ise Ramazan ve Kur'an münasebetidir. Hele ki Kadr gecesini içinde barındıran bir ay olarak Ramazan, bu geceden de aldığı kıymet ile Kur'an vurgusunu bir kere daha büyütecektir.

Yeryüzünde bulunan ilahi vahiy kaynaklı sağlam ve sarsılmaz tek kitap olarak Kur'an, indirildiği ve her seferinde defaatle okunduğu Ramazan ayına bir başka yakışır. Ramazan ve Kur'an; et ve tırnak, tohum ve filiz, kabuk ve iç, gün ve güneş, gül ve yaprak ve hatta su ve balık gibidirler...

Bu mübarek ve müstesna zaman diliminde Kur'an ile olan münasebetlerimizi bir kez daha gözden geçirmek, vahiyle aramızdaki olmaması gereken pürüzleri bir kez daha yoketmek için elimizden geleni yapmak durumundayız.

Yalnızca bizim değil neredeyse bütün bir İslam aleminin Kur'an ile münasebetlerindeki en temel sorun onu anlamamak ya da anladıklarımızı işimize geldiği ve hoşumuza gittiği kadarı ile sınırlandırmaktır. Ta ilk nesil sahabeden sonra başlayan bu özürlü yaklaşım sebebi ile yalnız biz değil bizim dışımızdakilerin de bu dine bakışları değişmiştir.

Biz inanmamız gerektiği gibi değil de yaşadığımız gibi inanmaya başlayınca, diğerlerinin de bize bakarak değerlendirmeleri sebebi ile düştükleri hatalara şaşmamamız gerekiyor. Her zaman kullandığım basit örnekle konuyu anlaşılır hale getireyim.

Bazılarımızın hanımlarıyla yürürken uyguladığı bir ilginçlik vardır. Beyfendi 5 metre önde yürürken, hanımefendi arkadan ona yetişmek için çaba sarfeder... Bu hali gören bir gayrimüslim de doğal olarak bunu eleştirilerinde kullanır. Ne bunu yapanlar ne de bunu eleştiren diğerleri dinen bunun caiz olmadığından habersizdirler. Halbuki biz hanımları ya yanıbaşımızda ya da yapılanın tam tersine bir adım önümüzde tutmakla emrolonduk...

Yşte bunun gibi dinimizden kaynaklanmayan adetlerimizle ve bazan da işimize geldiği gibi yorumladığımız ve değiştirdiğimiz din temelli ama dine uygunsuz hareketlerimizle hem kendimizi hem de çevremizdekileri din ve vahiy ekseninden daha bir uzaklaştırıyoruz.

Ynsanların ve cinlerin peygamberi Muhammed (as)'ın bizi sürekli uyardığı bir tehlikedir bu aslında! Namazlarda ve namaz dışında en çok okuduğumuz sure olan Fatiha'da ayrı ayrı tekrarladığımız dalalete düşenlerin (hristiyanlar) ve ğadaba uğrayanların (yahudiler) yaptıklarını istemediğimizi ilan ettiğimiz halde bir noktada onların izine takılıyoruz sanki. Tıpkı Muhammed (sav)'in uyardığı gibi:

'Sizden öncekilerin yoluna adım adım uyacaksınız, hatta onlar bir kertenkele deliğine girse siz de gireceksiniz!' Bu tehlikeyi idrak eden ama bunun olacağına inanamayan sahabeden bir zat emin olmak için sorar: 'Ey Allah'ın Rasul'ü, kasdettikleriniz yahudi ve hristiyanlar mıdır?' Aldığı cevap o sahabeyi değil bizi sarsıyor: 'Ya kimler olacak?'

Şimdi hemen Kur'an'ın dalalete düşenler diye isimlendirdiği Hristiyanların bu sapıklıkla isimlendirilmelerinin sebebini hatırlayalım. Onlar kitaplarındaki emir ve yasakları değiştirdiler, hatta o kadar ileri gittiler ki kitaplarından işlerine gelmeyen yerleri kaldırıp, yerlerine kendi büyük adamlarının fikirlerini ve hatıralarını yerleştirdiler. Bir kısmı da peygamberlerine Allah'ın oğlu sıfatını yakıştırıp ona tapınmaya başladılar...

Yçinizden hemen 'ya hu, bunu biz yapmayız, delimiyiz biz' diye bir cümle geçti mi? Durun acele etmeyin bir de yahudilere bakalım...

Kur'an onları ğadaba uğrayanlar diye isimlendirdi... Allah'ın ğadabına uğrayanların başlarına neler geldiğini anlamak için yahudilerin tarihine bakmak yeterlidir aslında. Onlardan bir topluluk Allah'ın yasakları ile dalga geçtikleri için 'maymun'a dönüştürüldüler. Birbirlerinin kuyruklarının uzadığını göre göre öldüler... Bir diğer zümre Tur dağı tepelerine getirilmeden Allah'a secde etmeyecek kadar azgındılar. Peygamberlerini kestiler... Peygamber katili olarak tarihe geçtiler! Onlar menfaatlerine uygun görmedikleri herşeyi yoketmeyi kendilerine fazilet saydılar... İnsanlığın en sevgili Peygamberi(sav)'ni zehirlediler. Onların tarihlerini bir yazıyla irdelemek mümkün değil tabii ki...

Ancak yahudilerin de yaptıkları en ağır iş kendi kitaplarını değiştirmek ve işlerine gelen hükümlerle doldurmak olmuştur.

Yine aklınıza 'yok canım biz bunu yapmadık ve yapmayız' diye bir itiraz geldi mi?

Gelsin!

Hamdolsun, bu ümmet asla onlar gibi olmadı! Bizim tarihimizde utançla hatırlanacak bir yanımız olmadı... Bu dünya her yerine bizim hükmümüzün geçtiği yüzyıllar da yaşadı... Ardımızda kan ve gözyaşı bırakmadık! Ynsanları ne yurtlarından ettik, ne nesillerini yokettik!

Hamdolsun, biz kendi kitabımızı kendi elimizle değiştirip sonra da bu Allah'ın vahyidir diye kendimizi kandırmadık!

Fakat bu riskin her zaman var olduğunu unutmamalıyız... Kur'an'ı diğer kitaplardan ayıran en büyük hususiyeti olan bizzat Allah tarafından korunma garantisi olan metni asla değiştirilemeyecek! Ancak eğer hükümleri duymazdan gelirsek, anladıklarımızı anlamamış gibi yaşarsak, Kur'an'ı muhafazalar içinde duvarlara asar ve okumaktan aciz kalırsak emin olalım ki bizim sonumuz da diğer ilahi dinlerin mensuplarından farklı olmayacaktır. Yukarda aktardığım hadisteki tehlike kapımızdadır...

Ancak Ramazan daha yakındır, Kur'an daha yakın! Dileyene Allah, Kur'an dostluğunu nasip eder elbette! Kur'an'la dost olanın ise hem dünyada hem ahirette şanı her zaman yüce olmuştur ve olacaktır...

Başlıktaki duymaması gerekenlerin kimler olduğunu ve neyi duymamaları gerektiğiniz siz çok iyi biliyorsunuz. Onlara Kur'an'ın bizim için ne demek olduğunu bu Ramazan'da bir kez daha ilan edeceğiz!

Ufuk Gazetesi - Eylül 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...