26 Şubat 2012

‘Atma Hamidiye, din kardeşiyiz!’

Gündem malum, nerdeyse sabitlendi. Hemen heryerde ve herkesin dilinde küresel kriz ve Birleşik Devletler’in başkanlık seçim sonuçları... Artık herhalde bıkmışsınızdır bu iki konudan diye hemen geçiyorum. Bıkmayanlar içinse önümüzdeki günlerde medyayı takip etmeleri durumunda gereğinden fazla haber ve bilgiye ulaşmalarının mümkün olduğunu hatırlatmakla yetinelim.

Bizim gündemimizde ise, yaklaşan Kurban bayramı ve bu vesile ile bir kez daha ön plana çıkacak olan kardeşlik anlayışımız var. Ne ekonomik krizlerin ne de Amerikan başkanlarının yıkmaya güçlerinin yetmediği ve yetmeyeceği bir büyük idealden bahsediyorum. Öyle bir ideal ki; zaman ve mekan onu aşındıramıyor. Şeytan ve dostları bile çaresiz kalıyor. Envai türden sıkıntı ve fitne ateşi onun karşısında direnemiyor.

Tarihin derinliklerinden insan neslinin sonuna kadar devam eden bu muhteşem kervanın kapıları ise herkese açık! İnsana, insanlık onurunu iade eden bir inancın, hem kendi mensuplarına hem de dışında kalanlara sunduğu bir büyük ideal bu. Terennümünü ise Ali bin Ebi Talib(r.anh)’ın şu ifadesinde buluyor: ‘ İnsanlar, ya insanlıkta eşin ya da dinde kardeşindir.’ Yani onlara ya seninle eşit haklara sahip ve saygıdeğer insanlar olarak bakarsın ve öyle muamele edersin, ya da dinde kardeşindirler; kardeş gibi muamele edersin. Kardeş gibi muamelenin çağrıştırdığı en bariz gerçek ise, babamızın malına dahi ortak olması değil midir? Babamızın malına bile ortak bildiğimiz birinden ne esirgenir ki?

Kardeşlik hukukumuz ya da anlayışımız üzerine eminim hepimiz kitaplar dolusu sözler duymuşuzdur. Yine de bu ideali anlamak ve anlatmak için çaba sarfetmeye hele de günümüzde her zamankinden daha çok ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Bunu anlamak için ne uzman sosyolog olmaya, ne de dünyayı dolaşmaya gerek kalmadı artık. Şöyle başımızı doğrultup ileri-geri, sağa-sola, bir bakındık mı herşey ayan-beyan ortaya çıkıyor.

Kendi oluşturduğumuz pek kıymetli ve muhterem gettolarımızda, binbir zahmetle yeni yeni alt gettolar türetmekte üstümüze yok gibi. Kıyamet alametlerinden sayılan, ‘tanıdıklardan başkasına selam vermeme’ bizim için gayet normal bir davranış biçimine dönüşmüş durumda iken gettolaşmaktan bahsetmeyelim mi? Hemen bir çırpıda sayalım bir kaç tabaka getto:

Ten rengimizden bir tabakamız zaten vardı, üstüne inancımızdan kaynaklanan ikinci bir kalın tabaka daha çekildi. Lakin bu ikisinde sadece biz suçlu olmadığımızdan hafifletici sebeplerle beraat ettik. Ancak yetmedi bize, bir de tuttuk inanç temelli gettomuzu ırklara göre bir daha bölerek, biraz daha küçük ama sadece bizimle aynı dili konuşanlar gettosunu oluşturduk. Hadi buna da katlanırız derken, ardından siyasi gettolarımız girdi aramıza bir kez daha. Ve aynı Kitap’a inandıkları halde birbirinin gölgesine kurşun atanlardan olduk. Sonra mescidlerimizi de ayırdık... Zaten din işlerimiz dünya işlerimize uyum sağlamak durumundaydı! Çünkü biz dünyamızı dinimize değil, dinimizi dünyamıza uydurmaya karar vermiştik bir kere...

Sonra insanlara, sırf insan oldukları için hakettikleri insaniliği göstermek bir yana; dinde kardeşimiz olanlara da kardeşlik hassasiyetimizi göstermekten aciz kaldık. Bu acziyetimiz asla İslam’ın öğretilerindeki zaaftan kaynaklanmadı. Tam aksine bizden ve dinimizle aramıza koyduğumuz mesafeden kaynaklandı.

Asla umutsuz değiliz, olamayız da! Elimizdeki mücevheri farkettiğimiz gün bambaşka bir toplum olacağımızdan kuşkumuz olmasın.

Biz, Ramazan mektebinden daha yeni mezun olduk ve Kurban sınavına girmeye hak kazandık. Hatta bazılarımız bu sınava alemin merkezinde, şehirlerin anasında, Mekke’de girmek üzere davet edildiler bile. Heyecanla sınav gününü bekliyorlar. Eğer Mekke’ye göndereceğimiz temsilcilerimiz görevlerini yerine getirir ve her yıl olduğu gibi Zilhicce ayının 9. gününü 10. gününe bağlayan gece Arafat’tan Meş’ar-il Haram’a seller gibi akarlarsa; biz de bulunduğumuz mekanlarda bu başarıyı kutlamak için bayram edip kurbanlar keseceğiz!

Bu kurbanlar, bizi birbirimize yakınlaştıracak, sonra da birlikte Mevla’ya yaklaşacağız. Ve sırf bu sebepten dolayıdır ki, bayram edeceğiz!

Sözü uzatmanın bir anlamı kalmadı. Kardeş olacağız ve hayat sınavından başarı ile çıkacağız! Başka çaremiz yok...

Başlıktaki deyime gelince; bunu bir zahmet çevrenizdeki Rizeli bir kardeşinize soracaksınız. Çünkü bu deyim dilimize Rizeliler tarafından kazandırılmıştır. Ve artık kardeşlerimize ‘atmak’tan vazgeçmenin zamanıdır... Bir söz ustadının tabiri ile; vatanımız olan coğrafyalarda yangın var iken, bizim arka bahçelerimizdeki çiçeklere su vermemiz marifet olmayacaktır, hele de yağmur ülkesinde yaşıyorsak!

Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü
Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü

Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü

Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü (N. Genç)

Ufuk Gazetesi - Kasım 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...