23 Şubat 2012

Yeryüzünde 'fitne' kalmayıncaya kadar...

Geçen sayımızda Kur'an-ı anlama görevinin gayr-i müslimlerin değil asıl olarak müslümanların görevi olduğunu belirtmiş ve Kur'an-a iman etmeyenlere bizi kitabımızla başbaşa bırakmalarını tembih etmiştik. Bu yazımızla ise İslam'ın gayr-i müslim ülkelerde yaşayan müslümanlarla ilgili hükümlerine ve İslam'da savaş ya da cihad konusuna bir giriş yapmak istiyoruz.

Öncelikle bir müslüman için aslolanın dinini ikame etmek (yaşamak ve yaşanmasına engel olan gerekçelerden uzak olmak) olduğunu hatırlatalım. Her ne gerekçe ile olursa olsun dinini yaşayabileceği bir ortam edinmek de bu anlamda her müslümanın kişisel bir sorumluluğudur. Gayr-i müslim bir ülkede ikamet etme durumunda bulunan müslümanların nerede ne şekilde dinlerini ikame edecekleri konusunda üzerlerine düşeni yapmaları beklenir. Örnek olarak namazın cemaat ile ikamesi için mescidler inşa etmek gibi...

Bunun yanısıra böyle bir ülkede yaşayan müslümanların tabi oldukları hukuk ile alakalı dinlerinden kaynaklanan bazı sınırlamalara ya da serbestliklere de muhatab olmaları kaçınılmazdır. Şunu hemen tespit ederek sizlerimize devam edelim: Bir müslüman anlaşmalı olarak (pasaport ve vize ile ya da vatandaşlığına geçerek) bir gayr-i müslim ülkede ikamet ederse, bu şahsın o ülkenin asayiş ve sair kanunlarına tabi olması sebebiyle ortaya çıkan durumlarda İslam gayet net  ve açık hükümler belirlemiştir. Yine basit bir örnek verelim: Cuma namazına yetişmek için arabasıyla yolculuk eden bir müslüman; 'ben cumaya gidiyorum, yetişemezsem iadesi de yok' diyerek yolculuk sırasında karşılaştığı kırmızı ışıklara uymayabilir mi? Bunu yaparsa iyi bir iş mi yapmış olur? Hiçbir ilmihal kitabında cumaya giderken trafik kurallarına uyma ile ilgili bir fetva bulamayabilirsiniz. Ama bu dinin temelinde en önemli olan kuralın kul hakkı olduğunu bilirseniz bu bile yeter konuyu anlamaya! Bir tek kişiyi rahatsız etmeniz ve onun hakkını çiğnemeniz hele de bu kişi gayr-i müslim ise ve helalleşme imkanı bulmanız da oldukça zorsa cuma namazını kaçırmaktan çok daha büyük bir tehlikenin işaretidir. Ayrıyeten sebeb olduğunuz bu durumdan dolayı müslümanların geneli hakkında bir olumsuz kanaatin oluşması durumunda ise daha büyük bir vebal altına girersiniz. Sizin kural çiğnediğinizi gören birinin 'işte müslümanlar böyle, işte İslam böyle bir din' demesine sebep olmanın vebali bir ömür kılacağınız cumaların getireceği hayrı örtebilir!

Hanefi mezhebinin 19. yüzyılda yaşamış önemli alimlerinden İbn-i Abidin bu konuda şu fetvayı verir: Gayrı müslim ülkelerde, onların kanunlarına itaat etmek (karşı gelmemek) zarureti vardır. Mallarına, canlarına, ırzlarına saldırmak asla caiz değildir. (Reddu'l Muhtar)

Yine onun hocalarından Abdulğani Nablusi hazretleri de benzer bir fetva verir: Hükümet mubah bir işi yasak ederse, bu emre itaat vacip olur. Kendini tehlikeye atmak caiz olmaz! (Hadika)

Muhammed Hadimi de nerdeyse aynı cümle ile konuyu bağlar: Hükümetin emrettiği her mubahı yapmak millete vacip olur. (Berika)

Bütün bu fetvalar mubahlar konusundadır, bunların dışında İslam'ın kesin hükmü bulunan haramlarda hiç kimseye, hiç bir ortamda itaat edilemez! Dinini ya da dininin kesin bir hükmünü çiğnemeye davet edilen bir müslümanın itaati onun felaketi olur.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün elbette. Yalan söyleyen ya da resmi bir kurumu dolandıran müslümanın vebali sadece kendi üzerinde kalmamakta ve İslam'ın ve müslümanların genelinin adının lekelenmesine sebep olmaktaysa sonuçlarına ahirette katlanmak durumundadır. İşte bizim için asıl 'fitne' budur!

Sözün burasında 'fitne' kelimesini incelemekte ve doğru olarak anlamakta fayda var. Fitne; topraktan çıkarılan altın gibi kıymetli madenlerin içine karıştıkları diğer değersiz şeylerden arınmaları için ateşte eritilmeleri manasına gelir. Bu işlem sonucunda altın eriyip akar ve ayrılır diğerlerinden... Dindeki manasına gelince; kısaca imtihan demektir. Anarşi, bozgunculuk, günah, şirk, bela ve daha başka manalara gelirse de, ekseriya bölücülük, bozgunculuk anlamında kullanılır. Abdulğani Nablusi fitneyi şöyle tarif eder: Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir. (Hadika) İmam Birgivi de Tarikat-ı Muhammediye adlı eserinde fitneyi böyle tarif eder.

Bu tarifle fitnenin sözlük manası arasında tatlı nüansı görmemek elde değil! Ateşe atılan altın, gereksiz ve değersiz olanlardan ayrılır. Fitneye muhatap olan insanların ise içlerindeki altın değerinde olanlar ayrılır, ortaya çıkarlar! Sıradan olanlar ise ateşi gördüklerinde daha da sıradanlaşır... Sonuç güzel görünse de fitne asla istenecek bir durum değildir. Ateşe atılarak imtihan edilmeyi hiçbir insan elbette tercih etmeyecektir. Bu sebeple islam 'fitne'yi haram kılmıştır! Ne maksatla olursa olsun insanları bir konuda zorlamak insan fıtratına ters düştüğünden asla tavsiye edilmez. Aksine ikna ve iman yolu gösterilerek teklifde bulunmak daha uygundur. Hatta bu sebeple İslam, fitnenin ortadan kaldırılması için savaşmayı bile emretmiştir. (Bakara, 193) İnsanların arasını bozmak haram olunca; insan ile Allah(cc)'ın arasını bozmak için 'fitne' ise haliyle tamamen haram olur! Yine Kur'an-da 'fitne' adam öldürmekten daha çirkin görülerek (Bakara, 191) müslümanların uzak durmaları emredilmiştir. Hadislerde ise 'fitne' çıkaranlara lanetler okuyan Peygamberimiz (sav), bizi uyanık olmaya davet eder.

Fitne ile savaş arasında yakın bir dostluk vardır. Fitnecilerin temel amacı insanları birbirine karşı kışkırtarak savaşmalarını sağlamak ve bu yolla kendi menfaatlerine ya da iktidarlarına zemin hazırlamaktır. Akl-ı selim sahibi her müslüman başkalarının kendi emellerine ulaşmak için yaktıkları 'fitne' ateşine düşmemeli, İslam'ın ve müslümanların adını ve güvenliğini ön planda tutmalıdır.

İslam insanların can, akıl, mal, nesil ve dinlerini korumayı görev edinmektir. Bunların sağlanabilmesi için ise yine şu temel kuralları tesis eder:

1. İyiliklerin yayılması,

2. Kötülüklerin önlenmesi,

3. Emanetlerin ehline verilmesi,

4. Adaletin ihya edilmesi.

İşte İslam'ın savaşı emrettiği noktalar buralardır.

İslam, bir yerde iyiliklerin yayılmasına engel olanlar varsa o engeli kaldırmak için savaşmayı emreder. Bir müslüman bir garibana ekmek götürmüşse ve birileri o ekmeğin açların midelerine girmesine engel olursa onlarla savaşılır!

Yine İslam kötülükleri önlemek için de savaşmayı emreder. Gariban bir milletin memleketi işgal edilir, kadınlarına tecavüz edilir, malları yağmalanır ve nesilleri yokedilmek istenirken müslüman seyirci kalmaz!

Zulmün kimin tarafından yapıldığı ya da mazlumun ırkı ve dini sorulmaz! Meğer ki haksızlığı yapan müslüman ama bu zulme maruz kalan gayr-i müslim dahi olsa savaşılması gereken zalimdir! Onun müslümanlığı zulmüne rıza gösterilmesini gerektirmez. Müslüman zulme ve zalimlere meyletmez, onun yeri mazlumların yanıdır. Bu insani olduğu kadar da İslami bir vasıftır. Zaten İslam, vicdanlara hitap eden bir dindir... Merhamet ve savaşı bu kadar güzel bir incelikle başka kimse birleştiremez. Bizim savaşımızın sebebi de yine merhamettir çünkü!

Bugün yeryüzünde devam eden ve müslümanların da karıştığı bütün savaşları inceleyen herkes görecektir ki; bu savaşların çıkış sebebi müslümanlar olmamıştır. Aksine müslümanlar ya ihanete uğrayan ya da saldırıya uğrayan taraftırlar... İslamın merhametli bağrına hançer saplayanlar üzerlerine sıçrayan kandan neden şikayet ederler, anlamak mümkün değil! Halbuki hiçbir kasabın üzerine bulaşan kan kendisine ait olmadığı gibi, birilerinin ona haksızlık yaptığını da söylemek mümkün olmaz!

Biz müslümanlar Kur'an-da savaşı istememekle emrolunduk! Savaşa sebep olmamakla emrolunduk... Haddi aşmamak yani başkalarının sınırlarını çiğnememekle emrolunduk. Bu bizim pısırıklığımızdan ya da korkaklığımızdan değil elbette. Kainatın Sahibi öyle istedi, biz de itirazsız kabul ettik... Ancak saldırıya uğradığımızda da ne pahasına olursa olsun; kendimizi ve dinimizi savunuruz! Tıpkı dünyanın bütün mazlumlarını savunacağımız gibi. Hiç kimse bize felanca yerdeki savaşın bizi ilgilendirmeğini söyleyemez. Nerde bir gözyaşı ya da kan akıyorsa biz ondan sorumluyuz. Çünkü müslüman yeryüzünde Allah(cc)'ın halifesi olduğunu iddia eden insandır! Allah(cc), zulmü ve zalimleri sevmez, biz de sevmeyiz! Allah(cc), haddi aşanları sevmez, biz de sevmeyiz. Allah(cc) bozguncuları sevmez, biz de sevmeyiz... Kısacası Allah(cc)'ın sevmediklerini sevmeyiz...

Birilerinin keyfi uğruna; garibanların canlarına kıyılmasına, akıllarının zayi edilmesine, mallarının talan edilmesine, nesilllerinin yokedilmesine ve dinlerine saldırılmasına göz yummak müslümanların izzet ve şerefine ters düşer! Bu saldırıların bizzat müslümanlara yapılması durumunda ise kimse bizden öbür yanağımızı çevirmemizi beklememelidir...

Ufuk Gazetesi – Nisan 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...