02 Ağustos 2011

Bir demokrasi masalı daha

Bütün hayallerimi ve geleceğe ilişkin planlarımı yırtıp kuma gömüyorum… Memlekete dair umutlu beklentilerimi buzdolabına, felaket ihtimallerini magnetrona yerlestirip; sırtımı Kaf Dağı’na yaslıyorum… Bir gün Zümrüd-ü Anka yeniden uçar diye dikip gözlerimi ufka, dalıp dalıp gidiyorum…
Yaradan her insanda bir alem yaratmış ya; haşa, boşuna değil. Biraz imtihan, biraz insaniliğin doğal sonucu; hep büyük hayallerimiz vardır. Cürmümüz yansa yazın ortasında bir yumurta kaynatmaktan başka bir işe yaramazken, dünyayı avuçlarımızda sanmaktan asla vazgeçemeyiz. En uzun yaşayanlarımız 1500 yıl yaşasa da zamanında, şimdi en fazla 100 yaşayacağımızı bildiğimiz halde bin yıllık hayaller kurarız.
Bir yerde bir umut bizi bir yerlere bağlar da, bir ömür bir sevdanın ardından kuzu gibi bakar dururuz. Hep oldu, olacak, işte bu defa düzelecek, diye diye yüzyıllar harcanır ama bizim hayallerimiz bir türlü sükut etmez…
Alem küçülür bazan, bir ülke küçülür, bir millet küçülür… Küçücük bir ülke doksana doksan bir bezin altında görünmez olur… Bu sıfır nokta dokuz metrekarelik -1 metrekare bile değil- bezin kapsama alanının nasıl bu kadar geniş olabildiğinin sırrını kimse bilmez, bilenler de anlatmaz zaten…
Masal gibidir herşey, masal kahramanlarıdır herkes. Biz kız cinnet geçirir, başını duvarlara vurur… Bir hakim cinnet geçirir, kara kitabını yerlere çalar… Kendi yaptığı puta tapar, sonra acıkınca yer onlar! Kendi anayasasını kendi yapar, acıkınca da yer onlar… Bunca masalsılığa rağmen hep kaptırırız kendimizi, içimizdeki çocuk masal sever ne de olsa.
Bundan tam iki yıl önce, 2006 yılı haziranında, bir demokrasi masalı anlatmışım. Gazetemizin internet sitesindeki arşivden görünce hatırlatmadan geçemedim. O günlerde demokrasinin fakir halkları gütmek için nasıl kullanıldığından dem vurup, Irak’ın başına yağan demokrasi bombalarından bahsetmişim. Demokrasi adına işgal edilen, ezilen, horlanan ve bütün değerleri çiğnenen garibanları hatırlatıp, demokrasinin aslında anlatanın istediği gibi değiştirdiği bir masal olduğunu yazmışım…
Gün olup demokrasi putu yapanları tarafından yenince memlekette, ister istemez bir acı gülümseme ile geriliyoruz. Neden bu kadar basittir insan ki? Ve neden bazı insanlar daha fazla insandır? Neden birileri istediği ya da istemediği için bazılarımız değerlerini kaybetmek zorundadır?
Ve neden ülkemin insanları dilediği gibi yaşama hakkını kendinde görme lüksüne sahip değildir ki? Kim ya da kimler bunca aleni sırıtkanlığına rağmen, illa da ızdırap çektirmeye devam etmek ister? Neden zulüm ve haksızlık bu kadar aptaldır? Yüzyıllardır aynı yollarla hiç birşey elde edilmediğini bildikleri halde, neden hala inatla devam ederler?
İnsanlık tarihi gelişme ve değişme sayfalarıyla doludur da; gelişmeyen ve değişmeyen Ebu Cehil mantığı, nasıl bu kadar sabit kalır? İlim ve fen gelişti yeterince, artık Ebu Cehiller kızları teker teker öldürmüyorlar… Biraz daha geri gidip Fir’avnca bir metodla bir neslin kökünü kurutmak sanki hedefleri. Bir insan bu kadar mı aslına çeker?! Bu kadar yobaz, bu kadar aptal olmak onları nasıl mutlu eder? Başkalarının acıları ve hüzünleri nasıl zevk sebebi olur ki?
Despot krallar, zalim fir’avnlar, sömürgeci karunlar, yüreği ve eli kanlı insan müsveddeleri, kara kara kitaplı hakimler ve bütün bunları alkışlayan bir silik şakşakcı grubu… Dünya kuralalı beri varolagelen ve kıyamete kadar devam edecek olan izzetli bir dik duruşun hep karşısında olmaya mahkum ve hep kara vicdanlarıyla verdikleri savaştan mağlub çıkan, ama kibir ve debdebelerinden asla caymayan, dünyada ebedi olmadıklarını bildikleri halde; ölüm ve sonrasından ibret almayan bir aptal güruh…
… ve diri diri gömülen kız çocuklarına sorulduğunda; hangi suçtan dolayı öldürüldükleri… (Tekvir, 8-9)
İffetin ve kendin olarak kalmanın suç sayıldığı bir dünya… Fahişeliğin vergilendirilmiş bir meslek olduğu bir dünya! Bütün bir dünyanın cadı avına çıkar gibi tesettür avcılığına soyunduğu günleri yaşıyoruz… Müslüman kadının hedef tahtasına konulduğu ve bütün silahların üzerine çevrildiği bir devrin masalı bu!
Ama Sünnetullah değişmedi ve değişmez! Allah onların iki yakasını her iki cihanda biraraya getirmeyecek! Aslında Allah, onları korkuya ve dehşete mahkum etti, hep bir büyük endişenin cenderesinde ezilerek yaşıyorlar, ölümleri de onları daha dar bir cendere olan kabre götürecek… Bunu biz bildiğimiz gibi onlar da biliyorlar.
Mutlak gerçek mutlaka ama mutlaka her hayat sahibinin başına gelecek! Ve her diri ölecek! Baki kalacak olan sadece Aziz ve Celil olan Allah’tır… Bütün zalimlerin etlerini sürüngenler kemirecek, bulutlarda gezen burunları toprağa karışacak, güç ve para onları Azrail’in elinden kurtaramayacak, ahını aldıkları bütün mazlumların hesapları fitil fitil ciğerlerinden sökülecek, yerlerde sürüklenerek atılacakları ğayya kuyularından feryatları bütün aleme duyulacak… Boynuzlu koçtan boynuzsuzun hesabı sorulduğu gün; hiçbir pişmanlık fayda etmeyecek!
Ve Allah’a tevekkül et ki, koruyucu olarak Allah yeter! (Ahzab, 3)
Ceylanları vurulmuş dağlardan
Bir tutam kekik getireceğim size
Bir avuç kan.
Bir selvi gibi dikilip önünüze
Ölümü hatırlatacağım durmadan.
Keklik zindanı gözlerinize
Mil çekip
İçinize bükeceğim bütün yolları.
Hangi yola çıkarsanız çıkın
Hep kendinize döneceksiniz
Siz
- Ey bu şehrin karanlık sokaklarında
Kaf dağını arayan kervanın
Sefil yolcuları-
Boşluğa giden hayatların
Ayaklarına prangalar vuracağım
Ellerine zincir.
Dağ yellerini doldurup göğsüme
Haykıracağım:
- Yıldızlar gecenin değildir.
Karanlıktır, köhnedir dünya
Bir yolcusunuzdur siz…
Bunu size nasıl anlatsam
Hani yüzünüz görünmez ya kirli sularda
Sırı dökülmüş aynalarda
Hani silik
Hani paramparça…
Boynu bükük çiçekler getireceğim size
Koparılmış Dicle’nin, Sakarya’nın kıyısından
Yüreğimin tam ortasından
Taşıp gelen bir sesle
“Ağlayın”,diyeceğim
Ağlayın
Ey analardan şefkat
Çöllerden merhamet emmiş çocuklar
Ağlayın
Ve göz yaşlarınızla sulayın
Kuytularda kuruyan çiçekleri.
Bir Yunus Sabahı çalacağım
Bütün kapıları bir bir
Kırmızı bir şal gibi örteceğim şafakları
Çıplak omuzlarına
Ve sarhoş gecelerine şehrin.
Minareleri dayayıp şakağına
Uyandıracağım kirli uykulardan:
- Çıkın koynundan karanlığın
Geceyi bu kadar sevmeyin
Yıldızlar gecenin değildir.

Ufuk Gazetesi – Haziran 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...