05 Ağustos 2011

Hazan ve Ramazan



‘Yağmur herkese yağar

Günes ısıtır herkesi

Mevsimler herkes içindir

Yalnız çığ altında kalan

Sele kapılan her zaman birkaç kişi'

Sonbahar hüzün mevsimidir, nerdeyse bütün edebiyatçılar en verimli zaman dilimi olarak sonbaharı görürler. Sonbahar hasat mevsimidir aynı zamanda. Ekenlerin biçtikleri mevsimdir. Sonbaharın türkçeleştirilmeden önce adı Hazan idi, Hazan mevsimi yani... Yani hüzün mevsimi.

Yaprakların hayat verdikleri dallara vedasının adı, yeşilin sarıya ya da kızıla yenilmesi, rüzgarın her bir yaprak için ayrı ayrı gazeller okuduğu bir mevsim. Ağaçları, toprağı, suyu ve havayı saran hüznün insana dokunmama ihtimali yok! Göğsündeki kemiklerin arasynda kalb taşıyanlara hüzün zaten ayrılmaz yoldaş...

Taze zamanlarda artık hüzünler öyle ağır, öyle yoğun ki; acının şiddetinden diller tutulup, gözpınarları kurudu. Doğudan ve batıdan insanların ve can taşıyan her bir nesnenin feryadı sardı alemi. Yaşadığı ini kemirirken ev başına yıkılan farelere döndü çağımız insanı. Önce kendine olan saygısını yitirdi sonra çevresindeki hiçbirşeye merhameti kalmadı. Pervasızca sömürdüğü dünya ve içinde ve üstünde yaşayanlar artık isyan ediyor. Yer öfkeyle sarsılıyor, fırtınalar, felaketler her gün bir başka yerde sanki intikamını alıyor.

Umursamaz bir zevkin, sonu belirsiz bir şehvetin, doymak bilmez bir büyük midenin, susmayan bir çenenin, çalışan ama akletmeyen bir beynin, yürüyen ama durdurak, sınır-sığınak bilmeyen bir bedenin adına insan denilebildiği kadar insanız hepimiz.

Tezatlar dünyasının zıtlıkları hiç bugünkü kadar sırıtmamıştı ihtiyar gezegenimizin çehresinde. Kıyamete kadar hep varolacak, yenilmez, yıkılmaz, yokedilemez bir duruş daha var. Tek başına yapayalnız, çaresiz, aciz bir yaşlı iken yanyana gelip omuzomuza verdiler mi; vahşi hayvanları bile ürkütecek bir heybetin duruşudur bu.

Teker teker ele aldığınızda hiç bir anlam taşımayan bazı harflerin yanyana durduğunda ortaya koydukları büyük hakikatler gibi.

İşte hüzün asıl bu yüreklerdedir, asıl bu yürekler yanar her bir acıya...

Yüreğini avucundaki ateşin üstüne basan hep hüznü taşır sırtında!

Çünkü hep vurulan odur, O'nun hatırı için vurmayacağını bilen ve O'ndan çekinmeyen muhatabları tarafından.

O yalnızca hüzünlenir…

O'nda olmanın, onlara verilecek cevapdır çünkü hüzün...

Bile bile vurulmaktır yani hüznün adı… Yoksa yüregi olanın hüznü, ne nikotin tadında alışkanlık yapan arabesk bir hüzün, ne de maddeten ve manen bir nev'i O'nu hiçe saymak demek olan 'yeis' anlamındakidir.

Daima O'nunla olana, bize O'ndan ve Resulu'nden ulaşanlar doğrultusunda o cephede zaten hüzün yok... Hüznü sevinçlere, korkusuzluklara, itmi'nana çeviren O'dur çünkü... Hüzünlerin karşılığı hep O'ndadır, hep O'ncadır... Ne boşa giden gözyaşı, ne de sevince çevrilmemis hüzün vardır katında... Yani: "O'nun boyası"na boyanmaktır hüzün. Aşkı olmayanın hüznü de olmaz! İslam'sa, baştan sona bir hüzün medeniyetidir… Dıştan, tek tek hüzün tuğlalarıyla örülmüş, muhteşem saadet saraylarının nazenin konuğu olur insan.

O en Sevgili'nin adıdır hüzün.

Hep hüzün yağar yüreklere, ötelerden... O'nun boyasına boyanmanın adıysa hüzün, ve O'nun boyası 'Aşk'sa... Elbet hüzün, aşkın adıdır... 'Ve aslolan aşktır kainatta, gerisi vesaire..’

Kalbi olanların çok az oldugu bu yitik çağda hüzünlenmek bir ayrıcalıktır.. Hüznü taşımakta...

Bütün bunların ardından bir Ramazan daha yaşama rahmetine kavuşmuş olanlara selam olsun. Hüzünlere ve mevsimlerden hazana rağmen tebessümlerle dolu bir bayram geçirebilmemiz umut ve dileklerimle bayramınızı tebrik ediyorum.

Muhammed Köse (Ufuk Gazetesi - Kasım 2005)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...