02 Ağustos 2011

Yola bir umutla çıkmak var…

Dünya dar geldiğinde, yeryüzü bizi sıkmaya başladığında, nefes almak zorlaşıp;

ciğerlerimiz kafesine sığmaz olduğunda, yüreğimiz şiştiğinde, hani içimiz dolup dolup geldiğinde, herşey ve herkes tersine tersine üstümüze yürüdüğünde, caddeler daralıp sokaklar tıkandığında, kapılara ve pencerelere sığmaz olduğumuzda, ağırlığımızı hiçbir kanepe ya da oturak taşıyamadığında, özel ve tüzel bütün şartlar aleyhimize döndüğünde, tutunduğumuz dallar kırılıp;

güvendiğimiz dağlara karlar düştüğünde, tufanın ortasında son gemiyi de kaçırdığımızda, istasyonların tamamındaki bütün trenler bizsiz kalktığında, dertlerimiz dağlar kadar yığıldığında, tanıdıklarımız tanınmaz hale geldiklerinde,
sevdiklerimiz sevimsiz olduklarında, dostlar vefasız çıktığında, sayılabilecek bütün olumsuzluklar yağmur gibi yağdığında, milyarlarca insanın herbirini ayrı ayrı acıtan her bir tasa ve keder bizi de bi yerden yakaladığında, kendimizi kelimenin tam anlamıyla çaresiz, ve yine tam anlamıyla yalnız ve kimsesiz hissettiğimizde, bütün çıkış yolları ve kurtuluş teorilerimiz çöktüğünde, kaçmaktan başka bir yol yokken bile kaçacak yer bulamadığımızda gündemimize HİCRET girmeli…
Hicret;
Kaçmadan kurtulmak, kaçmaktan kurtulmaktır,
Zirveye ulaşmak için kayalara tırmanmak,
Kayalara kök sarmaktır,
Yay gibi geriye gerilmektir,
Çiçeklerden zerre zerre tozlar toplayıp kovana koşmaktır,
Kirlerinden arınmak için çırpınmaktır,
Hasretinin ardından bakakalmak değil yürüyebilmektir,
Bir umuda inanmak ve güzünü ufuklara dikmektir,
Ayağına dolanan çalı çırpıya takılmadan, dikenlere basmadan yürüyebilmektir,
Bir gayeye sahip olmak ve o gayenin eri olabilmektir…
Hicret; peygamberlerin yoludur.
Hicret, bir mekan değişimi değil bir anlam ve bir yüklem değişimidir, hatta hepsinden öte muhteşem bir eylemdir. Zihinlerde başlamalıdır ilk önce ve bir kere dokunduğu hiçbir hücreyi bir daha bırakmamalıdır. Sonra yavaş yavaş bütün bedeni de sarmalı ve tüm organları korumalıdır. Hep devam etmelidir, eylemsizlik çürümeyi göze almaktır çünkü! Durgunluk, duraklamak, durmak ve yola yatmak yoktur hesapta. Hem yollar durmak için değil geçmek için yapılmaz mı?
Hicret; herşeyin ve herkesin Rabb’ine yüzünü dönmek ve bir daha yüz çevirmemektir.

***
Muharremin onu, aşura yani, onuncu gün…

Tarih boyunca neler olmuş o gün, neler yaşanmış hep duyduk, dinledik ve okuduk. Fakat bir şey var ki; o günü zihinlerimize silinmez yazılarla kazıyıverdi.
Bir anda Kerbela’da Aşura günü, her yeri Kerbela ve her günü Aşura eyleyen bir hadise yaşandı.
Güneşin yüzünü karartan bir cinayet, bir katliam, bir dram, yok hayır bir zafer yaşandı! Yeryüzü bir şehid kazandı ve cennet efendisine kavuştu.
Ümmü Seleme(r.anha)’nin sedirinin altındaki kum dolu çanak kanla doldu.
Abdullah bin Ömer(r.anhuma) yine yanılmadı ve bir çocuk, babası ile dedesinin yolunda olduğunu kanıyla ilan etti.
Hüzün kelime olarak anlamını kazandı.
Gariptir ki bu ümmet, peygamberinin torununu kendi elleriyle kesti! Kesmekle kalmadı; çoluk-çocuk bütün ailesini katliama tabi tuttu. Gözü dönmüş tuhaf yaratıklar sırtlanlar gibi, Ehl-i Beyt’in kanına girdi.
İnsanlığın en sevgili Rasul(s.a.v.)’ünün, en çok sevdiği bir kaç insandan biri olan Hüseyin(r.a.), babası gibi yiğitçe verdiği, zalim ve dengesiz bir kavganın sonunda paramparça edildi! Ailesinden ve dostlarından bir tek kişi bile ayakta kalmayıncaya kadar katleden zalimler, yaralı aslan evladına yaklaşamamış ancak yeryüzünün yaşamış ve yaşayacak en bedbaht yaratıklarından birisi ardından gelip sırtından mızrağını saplamıştı ki; O(r.a.), sakin ve mahzun bir sesle ‘Kabenin Rabb’ine yemin ederim ki, kazandım!’ demişti!
Aşuradan bize dağ gibi bir ızdırap, unutulmaz bir hatıra ve affedilmez bir cinayet miras kaldı. Allah bu cinayeti işleyenlerin dünya ve ahirette hesaplarını elbet alacak ve aldı da zaten. Kıyamete kadar bu canilere lanet okuyanların sayısı kat be kat artarak devam edecek.
Rasul-i Zişan(s.a.v.)’ın sevgili çocuklarına bu dünyada yaşama hakkı bile tanımayanlardan daha zalim olsa olsa ancak yüzyıllar sonra bu cinayete lanet okumayanlar olacaktır.
Hayat yaşanır gider, günler geçer, acılar ve sevinçler birbirine karışır, zaman bir çok şeye ilaç olur, herşey unutulabilir ama bu acı unutulamaz, bu acı hafiflemez…
Kerbela, hüznün diğer adıdır…
Aşura, bir tatlının adı değil tam aksine acıdan zehir içmiş gibi ağzı yananların yemeğidir.
Muhammed Köse (Ufuk Gazetesi – Aralık 2010)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...