02 Ağustos 2011

Biz bu ülkenin nesiyiz?

Dost sohbetlerinde, ev meclislerinde, üç kişinin biraraya geldiği hemen her yerde değişmez konularımızdan birisi budur. Kendimizi ait kılamadığımız bir ülkede yaşamanın getirdiği dayanılmaz tartışmalar! Birinci sınıf vatandaş olma gayretlerimizle, uyum ya da entegrasyon projelerimizle, kendimize has anlaşılmaz hayat tarzımızla, kimlik ve karakter sorunu yaşayan koca kitlelerimizle sahiden biz bu ülkenin nesi oluyoruz?
Tarihten kalan ve bizi hep takip eden bir Osmanlı kimliğimiz var. Bizim farkında olmadığımız ama bizi istemeyenlerin asla unutmadığı bir damar bu. Bize karşı dünyanın boynu aslında hep bükük! Onlar asla bizim olduğumuz kadar alicenap olamadılar ve olamayacaklar da! Fakat bu bize avantaj değil dezavantaj oluyor. İçlerinden taşıdıkları bu ezikliğin acısını bir şekilde çıkarmaya çalışıyorlar. Sanmayın ki bunu yapanlar medyada gözümüzün içine baka baka dinimize küfredenlerden ibaret! Şükür ki; tarihe düştüğümüz kalın ve silinmez hatıra hiçbir büyük ayıp barındırmıyor.
Dün, bugün ve yarın birileri eğer Ermenilerin sırtından bizi suçlu çıkarmaya çalışıyorsa, bunun ardında bize duydukları kin kadar; başka bir iftira bulamamaları vardır! Emin olun bu konudaki en hararetli saldırgan olan Fransızların ciğerlerinde hala tarihin derinliklerinde atalarının krallarını kurtarmak için Osmanlı’ya yalvardığını unutamamaları vardır.
Avrupa Birliği bürokratlarının hemen hemen hepsi geçmişte atalarının eteklerini öpmeyi marifet saydıkları bir memleketin evlatlarını karşılarında boynu bükük kararlarını beklerken görmenin zevkiyle sırıtıyorlar! (Yeni Çağ yıllarında Avrupa’da hatırı sayılır bürokratlar, Osmanlı memleketine yaptıkları seyahatlerinde Sultan’ın eteğini öpmelerine izin verilmesini böbürlenerek anlatırlar ve bundan dolayı bulundukları ülkelerde daha bir büyük adam sayılırlardı.)
Biz dünyanın eski efendileri ve yeni öcüleri olarak yukardaki soruyu aslında tersinden kendimize sorarak başmalıyız işe… Onların bizi kim ve ne olarak gördüklerini bilmenin ve anlamanın pek bir faydasını göremiyoruz. Belki biz bulunduğumuz toprakların bizler için ne olduğuna kesin karar verirsek muhataplarımıza daha anlamlı bir bakışımız ve daha bir dik duruşumuz mümkün olacak.
Tarih; vatan, millet, devlet, sınırlar, uluslar, anlaşmalar, kavgalar, savaşlar, kaybedenler ve kazananlar, entrikalar ve saymakla bitmez kavramların oluşturduğu bir olaylar silsilesinden ibaret midir? Bütün bu sayılanlar insan odaklı olduğu halde ve hedef olarak gösterilen insan menfaati sanıldığı halde; neden kaybeden hep insanlar oldu ki?
***
Kendinden emin olmak kadar, geçmişinden de emin olmak insana büyük huzur ve güven vermesinin yanısıra; milletlerin karakterlerini de oluşturan en büyük sebebtir. Kim olduğumuzu tayin ettiğimiz ve tarihimizi de en az muhataplarımız kadar iyi bildiğimiz vakit, duruşumuzun değişeceğine inanıyorum.
Hiçbir kültür, diğerlerinden etkilenmeden ya da münasebet kurmadan devam edemez. Zaten farklı kültürlerin varlığı bunun delilidir. Farklı olanın anlaşılması için bir diğeri ile münasebetlerde bulunması gerekir. Kültürel toplumları oluşturan insanların kendi kültürlerine yabancı duruma düüştükleri zamanlarda ise kaos kaçınılmazdır. Kendini bilmeyenin muhatablarını bilmesi düşünülemez. Dolayısıyla zaten kendine yabancı durumda olanların, içinde yaşadıkları kültüre ve topluma nasıl bakacaklarını bilememeleri ikinci bir yabancılaşmayı da beraberinde getirir.
Kendi kimliğinden emin, kültürüne güveni tam insanlar en garip durumlarda bile kendilerini yabancı hissetmezler. Çünkü asıl yabancılık kendine olandır! Kendi kültürüne olandır!
Geçmişten memnun olmak ile geçmişin gururuyla avunup kendini kaybetmek arasında ince bir çizgideyiz. Hakkı ya da gerçeği tespit etmek ile körükörüne, zalim de olsa kendinden olanı savunmak arasında gidip geliyoruz. Zalimin kimliğinin ehemmiyeti olmadığı kadar; mazlumun kimliğinin de bir kıymetinin olmadığını unutmamak gerekir! Yani zalimin, hırsızın, katilin velhasıl bütün haksızlıkların kim tarafından işlendiği önemli değildir. Aynı şekilde mağdur insanların da kim olduğu…
Olaylara ve insanlara üstünkörü bir bakış ile derin bakışın arasındaki farkı farkettiğimizde, hem bizim hem de çevremizdeki insanların rahatlayacağını biliyoruz.
Dünyaya nizam vermeye kalkanların, dünyayı getirdiği nokta ortada!
Muhammed Köse (Ufuk Gazetesi – Mart 2007)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...