02 Ağustos 2011

Kevser ve Kader…

Arının ömrü en fazla iki ay iken kelebeğin ki çoğunlukla bir kaç günü geçmez. Aslolan hayatın kısalığı ya da uzunluğu değil sanki… Öyle olsaydı nasıl bal yerdi ki insanoğlu. Ya da bunca kısa ömürlerine rağmen kelebekleri bahardan soyutlamak neden mümkün olamaz? Hiç bir kelebek iki bahar görmedi ve amele arılar yaptıkları balı hiç tatmadı oysa…
Kozasını ören her tırtıl bir kelebek olur, her kelebek bir nebzecik güzellik katar hayata ve kendi hayatından çok daha büyük bir devrana hizmet eder. Hayatın ve ölümün tatlı ahengi içinde, rengarenk bir ders verir aleme; bir cılız kelebek…
Milyonlarca kilometre uçan, miligramlarla ölçülen çiçek özlerini toplayan, görülmemiş bir özenle bal yapan ve sayıları kaç olursa olsun hepsi istisnasız işlerini aksatmadan yapmaya devam eden ve sonuçta bir sonraki neslin hayatının devamını te’min eden ama bunun saadetini bile yaşayamadan hayata veda eden balarıları; yalnız ve sadece kendilerine vahyedileni icra eden minik yaratıklar olarak insan evladına, hayatın anlamını anlatan bir dev öykü okuyup, geçer giderler…
Kısacık bir ömre bir koca dünya sığdırabilen daha niceleri vardır kimbilir.
Kainatın muhteşem düzeni içinde kendilerine tevdi edilen vazifeleri hakkıyla ifa etmiş, devir devir dönen ve hep devam eden bir halka olarak uzayıp tarihin sonuna doğru giden niceleri…
Hayatı yalnız kendileri için değil; bir bütün insanlık için yaşayanlar.
Hayatları yalnız onlar hayatteyken değil, dünyalarını değiştirmelerinden sonra da devam edenler!
Müstesna birer insan olarak, hep hatırlananlar, yani gerçekten unutulmayanlar.
İnsan olmanın pahasını ödemiş olanlar ve bu adı taşımayı hakikaten hakedenler.
Alemlere örnek erkekler ve kadınlar, hatta çocuklar…
Asırlar ve devirler boyu anlatılmaya devam eden, insanlığın gördüğü en güzel toplumları oluşturan kutlu nesiller.
Tarihin hiç bir devrinde değişmeyen ihtiyaç olarak, adaletin ve özgürlüğün sevdalıları.
(Sözün burasında geçtiğimiz ay bir kaza sonucu hayata veda eden Muhsin Yazıcıoğlu’nu rahmetle anıyoruz. Bütün sıfatlarının yanında en çok öne çıkan mertliği ve dürüstlüğü ile hatırlanacak bir insan olarak kalacak.)
Ve işte bunların baştacı insanlığın efendisi Muhammed(as).
Kevser sahibi…
Fatıma’nın babası, kızı babasının annesi olarak anılan muhterem yetim!
Mekke’nin en asil ailesinin evladı.
Hatice’nin sevdası, eşi, arkadaşı, herşeyi.
Hicret peygamberi… Sürgün değil; bir yay gibi hedefe varmak için geriye gerilen sağlam ip!
Hasan ile Hüseyin’in dedeleri ama bütün Medine çocuklarının en çok sevdiği Medineli.
Bedr’in alnı secdede kumandanı, Uhud dağının sevdası, Hendek kazıcıların en hayırlısı, Mekke fatihi…
Uğruna canlar feda bir can.
En güzel örnek; evlatları için gözyaşı döken bir baba, üzülen, ağlayan, yorulan, yemek yiyen, namaz kılan, oruç tutan, yaraları kanayan, yanlarında hasır izleri bulunan, yaşayan ve hayatı son bulan muhteşem insan…
Meşhur sözdür; ‘Muhammed (as), insanlardan bir insandı, lakin O’nun diğer insanlar arasındaki yeri; taşların arasında yakutun yeri gibidir’.
Devirler gelip geçtikçe kıymeti daha da artan bir yakut!
Anlaşıldıkça, bilindikçe daha çok sevilen bir maşuk…
Doğumuna O’nun ki kadar sevinilen bir başka insan herhalde yoktur. Vefatına inanılamayan bir başkası da…
İnsanlığa bir ders olarak erkek evlatları yaşamayan ama nesli asla kaybolmayan ve Kevser’den devam eden şanı büyük, kendi büyük, adı büyük peygamber. Yüzyıllar ümmetin bütün çocuklarının dilinde Kevser, en önce Kevser’i öğrendik hepimiz, Kevser’i okuduk… Ve O’nu, Kevser’in babasını biz çok sevdik, hep te seveceğiz.
Yalnız bugünlerin saldırılarına değil; yüzyılların acılarına tıpkı bugün gibi üzülecek ve içimizi kanatacağız. Mekke sokaklarında O’nun ayaklarına batsın diye yollara dökülen dikenler bizim ciğerlerimize batıyor hala… Hatice’sini kaybetmesinin hüznünü tarih unutmasın için o yıla ‘Hüzün Yılı’ diyoruz. Yesrib, kendi adını unuttu artık; ona biz Medinet’ün-Nebi yani Peygamber şehri diyoruz. O’nun gezindiği topraklar bile sıradan değilken, O’nun gezindiği gönüller kimbilir ne büyük bir sevdanın yanardağı oldu…
Doğumun çok güzeldi ey kutlu peygamber, biz senin çocukluğunu da çok sevdik gençliğini de. Tıpkı Hılf’ul Fudul da mazlumlara sahip çıkışına hayran kaldığımız gibi; peygamberliğinden sonra ‘bugün bile ihtiyaç olsa ve kurulsa böyle bir ittifak, mazlumların hakkına sahip çıkmak için katılırdım’ deyişin, bize bir hayat düsturu oldu…
Senin belini büken Nuh ve kardeşleri, bugün bizim dizlerimizi kırdı. Bir, beş değil; milyonlarca kurşun bizi yüreklerimizden vurdu. Sana ve hatırana kem gözle bakanlar, yüreklerimizi dağlıyor…
Emanetlerine gözümüz gibi bakıyoruz… Evlatlarını ve torunlarını Senin kadar seviyoruz. Hüseyin’in kaybolduğu gün nasıl telaşlandıysan; biz de bugün aynı telaşın kaygısındayız. Onu bulduğumuzda sevincine ortak olmak istiyoruz. Biliyoruz Sen ‘hadi Hasan’ diye seslenirken; dostun Cebrail de ‘hadi Hüseyin’ diyordu… Sen onları ve bütün çocukları çok sevdin ve istisnasız bütün çocuklar da Seni çok seviyor.
Anlatmakla bitmez bir sevdanın merkezi, muhabbetin, gurbetin ve kavganın Peygamberi; Muhammed(as)!
Mekke’de örülen koza, Medine’de kelebek olduğunda; bahar geldi! Velakin kader; kelebeklerin ömrü çok kısa…
Muhammed Köse (Ufuk Gazetesi – Nisan 2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hariçten gazel okumak; Suriye ve Filistin

  Hızlı zamanlarda yaşıyoruz. Günlük hatta saatlik değişimler, olaylar ve bilgiler su gibi hatta esen bir yel gibi akıp duruyor. Bu haber ve...